Seyyid Lokman Çelebi’nin meşhur kıyafetnamesinin Yazıgen Yayıncılık tarafından “Padişahlar ve Fizyonomi” adıyla, günümüz Türkçesiyle ve bizim fizyonomi konusundaki eleştirel sunuşumuzla birlikte yayınlanması üzerine yazdığımız yazıyla ilgili sorular soruluyor. Yanlış anlamalardan kaçınmak için müsaadenizle 2012 sonunda Doç. Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte yazdığımız “Gerçek İnsanın Yüzünde Yazar mı? (Batı, İslam ve Bilim Dünyasında) Kişiliğini İnsanın Yüzünden Tanımak” (Timaş Yayınları) kitabındaki
Seyyid Lokman Çelebi’nin meşhur kıyafetnamesinin Yazıgen Yayıncılık tarafından “Padişahlar ve Fizyonomi” adıyla, günümüz Türkçesiyle ve bizim fizyonomi konusundaki eleştirel sunuşumuzla birlikte yayınlanması üzerine yazdığımız yazıyla ilgili sorular soruluyor. Yanlış anlamalardan kaçınmak için müsaadenizle 2012 sonunda Doç. Dr. Murat Beyazyüz ile birlikte yazdığımız “Gerçek İnsanın Yüzünde Yazar mı? (Batı, İslam ve Bilim Dünyasında) Kişiliğini İnsanın Yüzünden Tanımak” (Timaş Yayınları) kitabındaki görüşlerimizi özetlemeye çalışacağım. Elbette meraklı okuyucuyu kitabın aslını incelemeye davet ederek…
Çok eski zamanlardan beri, yüzün zengin muhtevası nedeniyle insanın kişiliğinin yüzünden anlaşılabileceğini ileri süren görüşler olmuş. Her ne kadar bu anlayışın batıya doğudan, Hint’ten, Çin’den geldiği söylense de bu en eski kaynaklarla ilgili sağlam bilgilerden yoksunuz. Elimizdeki bilgiler, daha ziyade Eski Yunan kaynaklı. İnsanın kişiliğini, ahlaki karakterini yüzündeki anatomik işaretlerden anlamaya çalışmaya “fizyonomi” deniyor. Kaynağında Aristo’nun bulunduğuna inanılan bu görüşlerin Batı düşünce ve biliminde çok köklü bir yeri var. Ancak ilginç biçimde bu bakışın neticesinde halkın bazı insanlara bağlanmaya başlaması üzerine Ortaçağ'da Batı'da fizyonomi yasaklanıyor, ta ki Aydınlanma ile birlikte tekrar yaygınlaşmaya başlayana kadar. Aydınlanma döneminde tekrar canlanıyor, bilim dünyası da dâhil olmak üzere birçok kişi fizyonomiyle ilgilenmeye başlıyor. Sonradan psikolojik bilimlerin gelişmesi ile hayli güç kaybetse de Batı'da hala çok yaygın; internet, yüzden kişilik tanıdığını iddia eden ve bu yoldan insanları sömüren kişilerle dolu. Bu gelişim sürecini ve Batı'daki şimdiki görünümleri kitabımızda örnekleriyle uzun uzun anlattık.
Bu arada İslam dünyasına bir göz atalım. Hemen belirtelim, insanların tiynetlerinin dış görünümlerinde kendisini göstereceği (siretin surete yansıyacağı) ve Müslümanların bu bilgiyle donanmış olduğu konusunda Kur'an-ı Kerim’de ve hadislerde deliller olduğu tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık. “Şüphesiz bunda derin bir kavrayışa sahip olanlar için ibretler vardır” (Hicr/ 75); ”Sen onları simalarından tanırsın” (Bakara/ 273); “Andolsun ki sen onları -münafıkları- konuşma tarzlarından tanırsın” (Muhammed/ 30) ayetleri ve “Müminin ferasetinden sakınınız, çünkü o Allah’ın nuru ile bakmaktadır” hadisi mesela… Ama burada bahsedilen “tanıma”nın karşıdaki insanın kaşından, gözünden, anatomik bazı işaretlerden ziyade kalp gözüyle yapılan bir tanıma yani “feraset” olduğu, bu konuda yetkin kimselerin, dış görünüşle yetinmeyip insanın ahlak veya kişilik özelliklerini de görebildikleri anlamına geldiği aşikâr. Zaten Müslüman âlimler de meseleyi en genel anlamda böyle kavramışlar, ilmi feraseti üçe ayırma yoluna gitmişler.
İlahi feraset: Allah’ın kalbine koyduğu nur ile, kulun hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayırmasına ve muhataplarının karakterlerini teşhis etmesine yarayan feraset… Riyazî feraset: Genellikle keskin bir zeka ve üstün sezgi gücüne sahip olan kişilerin sıkı bir perhiz ve çile sonucunda ruhi ve fikri yönlerini güçlendirmeleri sonucunda elde edebildikleri feraset. Madde âleminden ve bedeni hazlardan soyutlanan kimseler, herhangi bir kişi veya olay hakkında nispeten isabetli tahminlerde bulunabilirler. Riyazî feraset, Müslümanlarda olduğu gibi gayrimüslimlerde de olabilir. Sözünü ettiğimiz bu iki feraset anlayışı da tamamen Müslüman bilgiye, kültüre özgü ve batılı fizyonomiyle hemen hiç ilgisi yok. Öncelikle bunu not edelim.
Ama bir de “hükmi ve tabii feraset” denilen üçüncü bir tür var ki, bu, tam olarak fizyonomiye karşılık geliyor. Hükmi ve tabii feraseti, ilim olarak kabul edenlere göre, bir insanın fiziki yapısından yola çıkarak onun ahlak ve kişiliğini tespit etmek mümkündür. Doğrudan hiçbir ilgisi olmadığı hatta oldukça tezat olduğu halde, bir biçimde İslami bilgi gövdesinin içine girmiş olan feraset türü, işte bu. Zaten işler de bununla birlikte karışıyor, önceden sözünü ettiğimiz feraset türleri sanki fizyonominin bir parçasıymış gibi ele alınıyorlar.
Araştırmalarımız sonucunda gördük ki, İslam dünyasında yüzden ya da genel olarak insan bedeninden yola çıkarak kişilikle ilgili çıkarımlar yapan yani doğrudan doğruya Batılı fizyonomiyi devam ettiren girişimler, bu konudaki Eski Yunan ve Roma eserlerinin tercümesinden sonra yaygınlaşıyor. İslami bilginin gövdesine fizyonomi, 10. Yüzyıl'dan sonra Eski Yunan ve Roma eserlerinin, özellikle Laodikyalı Polemon’un risalesinin tercümesinden ve Polemon’dan çok etkilenen Galen tıbbının, “Müslüman Galen” denilen büyük hekim Razi vasıtasıyla Müslüman hekimler tarafından uygulanmaya başlanmasından sonra giriyor. Ama öyle bir giriyor ki, sanki İslami bir ilimmiş gibi kökleşiyor, “ilmi feraset”, “ilmi sima”, “ilmi kıyafet” gibi adlar altında, çoğu birbirinin tıpatıp aynısı birçok bilgi üretiliyor.