|
Büyük dönüşüm zamanları

İnşaat metaforu, ülkemizdeki, "sessiz devrim" adı verilen büyük dönüşüm sürecini anlatmak için gerçekten de çok uygun. İnşaatın niteliğine, şimdi hangi aşamasında olduğumuza dair farklı görüşlere sahip olabiliriz. Bunlar hakkında uzun uzadıya verimli tartışmalar yapabiliriz. Önemli olan, henüz tamamlanmamış, özellikle toplumsal-kültürel alanda, ince işlerde çok fazla sorunla yüz yüze kalmış bir inşanın sürdüğü fikrinde ittifak etmemiz.

Neresinden bakarsak bakalım, Türkiye, 12 yıldan beri ve özellikle "post-Kemalist dönem"e girilen 12 Eylül 2010"dan bu yana, büyük bir dönüşüm süreci yaşıyor. Siyasette, devlet aygıtında, toplumsal ve kültürel hayatta, önceden asla tahmin edemeyeceğimiz altüst oluşlar gündeme geliyor. İnşa, tüm hızıyla devam ediyor.

Büyük dönüşüm süreçleri, karşılıklı olarak birbirlerini ve tüm süreci etkileyip duran, iç içe, birçok boyuttaki değişimlerle ilerler. Ne zaman, neler olabileceğini tama yakın kestirebilmek oldukça zordur. Özellikle değişimin birkaç boyutunun bir arada sıçramalı bir başkalaşıma yol açtığı zamanlarda süreci idare etmek oldukça zorlaşır. Herkes için, aşina olunmayan bambaşka bir dünya söz konusudur. Eski yol işaretlerinin, kılavuzların artık işe yaramadığı böyle bir dünyada, belirsizlikle baş edebilmek için herkes kendince en iyi bildiği yöntemlere sarılır; kişiliğinin en temel hatlarını takip ederek yol almaya çalışır. Kişilik hatlarımız iyice belirginleşir, mutedilliklerimizi, orta yol arayışlarımızı eski rahatlığımızda sürdüremeyiz.

Ülkemizdeki süreçte de değişimin hızına, belirsizliğe dayanamayıp kişiliklerinin en kaba özelliklerine, fanatizme sarılanlar oluyor. Siyasi, ekonomik, kültürel ve hatta entelektüel hegemonyasını kaybeden kimilerinin sahiden canı yanıyor, kimilerininse canı gerçekten yanmadığı halde gelecek endişesiyle feryat ediyor.

Tüm bunlara rağmen toplum birliğini sürdürebiliyorsa, genelin çıkarları korunabiliyorsa, demokrasi ve özgürlükler alanında ileri adımlar atılabiliyorsa, daha da önemlisi yaralarımızı saracak gücümüz varsa korkulacak bir durum yoktur. Eski ve köhnemiş vesayet yapılarını değiştirmek, tabana, tarihine, kültürüne dayalı, gerçek demokrasisini kurmak isteyen Türkiye, kanaatimce büyük dönüşümünü bugüne kadar kazasız belasız sürdürme basiretini gösterebildi. Yıkım, tasfiye, temeli sağlamlaştırma ve kaba inşaatı ana hatlarıyla ortaya çıkarma işlemleri, milletin çoğunluğunun karizmatik omurga çevresinde güçlerini birleştirmesi sayesinde bariz bir sorun yaşanmadan başarılabildi. Şüphesiz her inşaatta olması beklenen toz duman, gürültü, yol değişiklikleri bizde de oldu ama çok şükür halledilemez dertler, ölümcül komplikasyonlar ortaya çıkmadı. Geldik bugüne. Kaba inşaat, kabaca bitti diye bugün dünden daha rahat olduğumuzu söylemek en hafifinden safdillik olur. Daha gidilecek çok yol, yapılacak çok iş var. Hala durmaya tahammülümüz yok, hala durursak düşeriz.

Toplumumuz için hep "geçiş toplumu" analizleri yapıldı durdu. İki yüz yıldır hep bir yerden diğerine geçtiğimiz söylendi. İmparatorluktan ulus-devlete, gelenekselden moderne, yarı-feodallikten kapitalizme, köylülükten büyük şehirler Türkiye"sine... Bunların hepsi doğru... Bu geçiş süreçlerinin hepsi belli ölçülerde devam ederken şimdi bunlara bir geçiş hattı daha ekledik; vesayet rejiminden sağlam bir demokrasiye de geçmeye çalışıyoruz. Sürekli yolların çatallandığı yerde olduk. Biz yürüdükçe yollar arttı, belirsizlik konumumuz değişmedi.

Tüm bu süreçlerin sonunda şimdi, kahir ekseriyeti büyük şehirlerde yaşayan, hem modernliğin nimetlerinden faydalanmak hem inançlarından vazgeçmeden belli ölçülerde geleneksel yaşama tarzlarını sürdürmek isteyen, özgürlük ve demokrasinin yanı sıra şehirli bir kültürün gerektirdiği kalitede yaşamayı arzulayan bir toplum haline geldik. Geçiş toplumunda olmak demek, toplumun kararlı bir yapıda kararlılık gösterememesi demek. Ama artık Yeni Türkiye"de bu arzularımızı kararlı bir hale getirmek, ayak bağlarımızdan kurtulmak zorundayız.

Ayak bağlarımız: Bizi canımızdan bezdiren birçok özelliğimiz; iş ve trafik kazalarındaki dev yekûn, şiddete meyyalliğimiz, çıkar-amaçlı şehircilik anlayışı, yapanın yanına kar kalan, "hukuk" diye avazımız çıktığınca bağırmak isteyen, iğreti hallerimiz... Şüphesiz bunların çoğu geçiş toplumu olmamızla alakalı. Ama ne yapalım geçiş toplumuyuz, geçiş tamamlanana kadar da bu sorunlar sürecek diyemeyiz, dememeliyiz. Geçiş toplumu olmanın oluşturduğu sorunları can damarından yakalamak, uygun çözümler bulmak zorundayız. Bize göre sorunların can damarında, sosyopatinin mütebariz hale gelmesi bulunuyor. Devam edeceğiz.

Twitter.com/erolgoka
10 yıl önce
Büyük dönüşüm zamanları
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’