|
“Sevmek sanatı”

Geçmiş orada öylece duruyor mu? Yoksa biz bugünden geriye dönük olarak kendimiz için elverişli hatıralar yumağı oluşturup tekrar tekrar yeni geçmişler mi inşa ediyoruz?

Dünde kaydı tutulmuş olan anıların, anların saklandıkları odalar, dolaplar çeşit çeşit. Kimi hemen girişte. Eşikten geçince rastlanan. Kimisi kör kuyularda. Kimisi bilinmedik bir adreste, bizi öylece bekliyor.

Biraz önce elime Erich Fromm’un Kendini Savunan İnsan’ını aldım. Şöyle bir bakacaktım. Bakamadım. Oysa bu kitabı severdim. Şimdi niye bakamıyorum? Nergis’in sonu buruk biten aşk hikâyesi yeniden mi çıkmaya başlayacak E.Fromm kitaplarında...

Nergis bizden iki üst sınıftaydı. Neşeli, dalgacı, boylu boslu, devletli bir kızdı. Amfide erkekler ile bilek güreşine girer, pek çoğunu rahatlıkla yenerdi. İri dalgalı saçları, etli gamzeli yanakları, geniş yüzünde iri bir nohut tanesi gibi duran burnu ile üniversite öğrencisi değil de çete arkadaşları ile komşunun bahçesinden erik çalmaya çıkmış yaramaz bir kız çocuğu gibiydi.

Bir gün Nergis’in yanında uzun boylu, yakışıklı bir çocuk peyda oldu. İlk başlarda Nergis dalgacı halini hiç bırakmadı. Ama deli delişmen hâli yavaş yavaş durdu, duruldu. Nergis ders aralarında uzun boylu çocuğun hediye ettiği kitapları okumaya başladı. En ucuza en lezzetli yemek nerede yenilir diye herkese mihmandarlık eden Nergis, artık öğlen öğünlerini atlıyordu.

Uzun boylu esmer çocuk önce Erich Fromm’un Sevme Sanatı’nı hediye etti Nergis’e, sonra da diğer kitaplarını.

1980’lerde aşk, günümüzdeki gibi tüketim malzemesi değildi henüz. Birkaç ay sonra iri yarı Nergis gitmiş, Aydan Şener’in küçük kardeşi gibi duran bir kız ortaya çıkmıştı. Artık hiç kimse ile bilek güreşi yapmıyor, emprime elbiseler üzerine lamswool kısa hırkalar giyiyor, ders aralarında bir kenara çekilip Erich Fromm okuyordu.

Uzun boylu yakışıklı çocuk ile nişanlandılar. Birleşik kaplar misali Nergis’in aşkı arttıkça delikanlınınki azaldı sanki. Evlenmelerini beklerken ayrıldıklarını duyduk.

Delişmen Nergis’ten sonra, kara sevdaya tutulmuş Nergis’in mum gibi eriyişine tanık olmak, acı vericiydi.

Bedeni burada, ruhu çok uzaklarda olan Nergis yüzünden uzunca bir süre Erich Fromm kitaplarını okumaya direndim. Sevmek Sanatı’nı hediye eden uzun boylu, siyah saçlı, siyah bıyıklı delikanlının sinsiliğini hatırlatıyordu bana bütün kitapları.

Nergis’in ne güzel ne kendine has bir dünyası vardı oysa. Hayatın her anından tat alan hâli bulaşıcıydı. Edebiyat Fakültesi’ne, öğrencilere kimlik soran hizmetli “Kapı Kulu Hasan Efendi” ile şakalaşarak adımını atar, dersin olduğu amfiye varıncaya kadar neredeyse fakültenin bütün emektarları ile selamlaşmış olurdu.

Nergis, filolojide okuyan, 36 beden, çok şık giyinen, aşırı bakımlı dört kız ile durmadan dalga geçerdi. Kızlar onun varlığından rahatsız olmak yerine esprilerine hayran, adeta onun kendilerine sataşmasını beklerlerdi.

İçlerinden biri, Yasemin Kozanoğlu’na benzeyen (bu tarifi bugünden geriye yapıyorum elbet, çünkü Yasemin Kozanoğlu o zamanlar henüz doğmuş olmalı), bir gün “Duyumlar ve İdrak” dersinde söz aldı. O konuştukça Nergis şaşırdı. Şaşırdıkça kızardı. 36 beden, bakımlı, süslü, son moda giyinen kız, orada bulunan herkesten daha bilgili, daha dikkatli ve öğrendiğini daha aşkla zihnine yerleştiren bir profil olarak ortaya çıktı.

Nergis o gün, “Güzellik suç değilmiş” dedi.

Yıllar sonra mimar Adolph Loos’un “Süs suçtur” önermesi ile karşılaşınca Nergis’in “Güzellik suç değilmiş” cümlesini hatırlamış, bir daha da unutmamıştım.

Yıllar sonra, Kadıköy Postanesi’nin önünde, öğlen tatilinin bitmesini beklerken sıradaki bir çift dikkatimi çekti. Yıl 2001 olmalı muhtemelen. Çünkü 2001 krizinde birden ortaya çıkan “güzellik salonları” ilgi alanıma girmiş, “Bu salonlar niye şimdi açıldı ve kime hizmet veriyor?” sorusuna cevap bulmanın derdine düşmüş, sokaklarda rastladığım kadınların “bakımlılık derecesi”ne dikkat kesilmiştim. Geçerken söylemiş olayım, “birden açılan güzellik salonları” açıldıkları gibi kapanmış, güzellik salonu işini yapmaya niyet edenlerin önemli bir kısmının işten çıkarılmış bankacı kadınlar olduğuna dair söyleşiler yapılmıştı.

Postanenin önünde duran çift, algı alanıma girmişti. Çünkü kadın, fönlü saçlarıyla, ışıl ışıl yüzüyle, kendisini dinlemeyen, uzun uzun susan, kara sarı bir yüz ifadesi ile zamanın bir yerinde donup kalmış adama bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Adamın ruhu uzaklardaydı ve yakın zamanda döneceğe benzemiyordu. “Beyaz yakalı ve işsiz” diye geçirdim içimden. Adamın pejmürde ve bakımsız hâli ile tezat teşkil eden kadının bakımlı hâli, bana yine Nergis’i hatırlatmıştı. Hatıralar mahzeninde Nergis’in eski nişanlısı, uzun boylu ve siyah bıyıklı bir adamdı. Yirmi yıl sonra, şimdi, şu ruhu uzaklara gitmiş adam, Nergis’i terk eden nişanlı olsa belki de sevineceğim diye düşündüm.

2001’de postanenin önündeki çift bana Nergis’i hatırlatmıştı. Şimdi 2022’de Nergis’i hatırlatan ne oldu? Ne vakittir E. Fromm okuyordum. Ne oldu da yine aynı duygu geçmişin içinden çıkıp geldi? Hatıraların kimyası elektrik kaçağı gibi nerede ne zaman çarpacağı bilinmiyor.

İki saattir pencereden dışarı bakıyor, bana Nergis’in hikâyesini bu defa hatırlatan neydi diye beyhude bulmaya uğraşıyorum. Ne Nergis’i ne de sabık nişanlısını sorabileceğim birisi var. Pencere önünde bulutlara bakıp geçmişin peşi sıra giderken telefon çaldı. Rengi solmuş bir ses ile cevap verdim. Muhatabım “Hasta mısın?” dedi. “Değilim...” Israr etti. Hasta olmadığıma ikna etmek için bir kitabın peşi sıra gelen hatıralar yumağını çözdüm. “Hatırlamanın kimyasını düşünüyordum” dedim.

Her şeyi, herkesi, her durumu, on saniye içinde kendinden emin bir eda ile çözüveren muhatabım yol yöntem öğretti: “Ondan kolay ne var, sosyal medya üzerinden izlerini takip et” dedi. “Stolklamak diye bir şey var neticede.”

Ben duygulardan, o fotoğraflardan bahsediyordu. Ben “Geçmişi bugüne getiren nedir?” sorusuna cevap arıyordum. Her şeye çözüm üreten arkadaşım dedektif gibi sosyal medyada iz sürmemi öneriyordu. Tartışmak beyhude idi. “Peki” dedim.

“Peki” deyip telefonu kapattıktan sonra her düğümü çözen arkadaşım, “Senin Nergis bu muydu?” diye bir link gönderdi. Bu desem olmaz. Bu değil desem olmaz. “Bilmiyorum” dedim.

Zaten bu olmasının ya da olmamasının önemi yok, ben hafızanın kaydını tutan nedir, geçmişin resim seçicisi nedir sorusuna cevap arıyorum diyebilseydim...

#Erich Fromm
#Adolph Loos
2 yıl önce
“Sevmek sanatı”
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…