|
Yalan, yalaaan, yalAAn !

Koyu karanlık bir sabah. Sanki bir Kuzey ülkesinin, güneşi solmuş sabahında buluvermiş insanlar kendilerini. Elektrikleri kesik bir evde, mumsuz, kibritsiz, fenersiz kalakalmış olmanın tekinsizliğine gark olmuşçasına... Ama böyle olmaz ki. Biz güneşli günlerin sabahlarına ait yolcularız. Güneş olmasa bile bir tutam aydınlığımız vardır. Yağmur, rüzgâr ama ille bir tutam aydınlık eşlik eder bize. O bir tutam aydınlık olmaz ise biz önümüzü göremeyiz. Aynadaki yüzümüzü göremeyiz. Ötekinde kendimizi göremeyiz.

GÖRECEĞİZ. İlle de ötekinde kendimizi göreceğiz. Aynı deniz otobüsünden inmiş, karanlık sabahın içinde ilerleyen finiküler yolcusu olarak, dışarıdaki boğuk havanın sanki içerisinin karanlığını bir derece daha koyulttuğu bu ortamda, bütün “ötekiler” aksimizi düşürdüğümüz endam aynası.

Herkes bir başkasında kendini arıyor. Herkes bir başkasına bakar gibi yapıyor. Sigortalar mı attı? Ampul mü patladı. Birimiz hepimiz için olacağız biraz sonra. Birimiz hepimizde mahkûm olacak.

Ve… Oluyor. Bir telefon çalıyor. Ekrana bakıyor telefonu çalan. O kadar gönülsüz. O kadar isteksiz. Fısıl fısıl konuşuyor. Ne güzel. Güzel, çünkü cep telefonu ile bağırarak konuşmak, konuşurken yürümek bizim milli sporumuzdur. Bize fazlasıyla yeten bir spordur. Onun için başka sporlara pek meyletmeyiz. Futbol fanatikliği bir, cep telefonu ile konuşurken yürümek iki. Fanatiklik şike soruşturması kapsamında kafaları ve taraftarlık ruhunu epey bir karıştırmış olsa da cep telefonu ile bağıra bağıra, yedi düvele duyura duyura, yürüye yürüye konuşmak iyi geliyor bize.

Bu kadının, bu bej pardösülü en az beş günlük fönlü kızıl saçları, devasa bir baston şemsiye ile dikilen bu kadının, fısıltılı konuşması kendisine bakan yolcuları memnun ediyor gibi oluyor.

Ama bir dakika.

Gözümüzden kaçmaz bizim. “Deniz otobüsündeyim” diyor beş günlük fönlü saçları ile haftanın sonunu getirmiş olan kızıl saçlı kadın. Yolcular göz göze geliyor birbiriyle. Ki medeni insanlar kirpi mesafesini korur. Yabancılarla göz göze gelmeden şehir ahalisi olmanın eğitimini almış olmalıdır. Ama biz hepimiz, biraz önce aynı deniz otobüsünden indiğimize göre birbirimize yabancı sayılmayız değil mi? Farz-ı muhal, söz ölüm getirmez, mesela, hani, yani bir deniz kazası olsa hepimiz kader ortağı olacaktık. Ama çok şükür bu fırtınalı günde deniz yolculuğumuzu tamamlayıp kendimizi finükülerin içine atabildik. Öyleyse bazılarımız bazılarımızla göz göze gelebilir. Bu kırmızı saçlı kadının muhatabına yalan söylediğini hemen fark ettiğimizi birbirimizin yüzünde, birbirimizin gözünde teyit edebiliriz. Hımmmm. Iııh olmadı. Olmadı. YALAN. YALAAN. YALAAAN

Yaş ortalaması kırkın üzeri olduğu için fondaki Yeliz şarkısı herkesin kulağına aynı anda gelebilir. Aynı zamanın içinden geçip gelmişler için, teknolojik aksam her zaman gerekli değildir.

O kadar gerekli değildir ki, kırmızı saçlı kadın için gelsin Yeliz’in Yalan isimli şarkısı demişiz gibi sanki, içimiz ritim tutmaya başlamıştır. Yalllaaaan . Yallllaaan. Sanki hepimizin kulağında yankılanmakta olan bu şarkıyı kırmızı saçlı kadının kendisi de duyuyormuş gibi yalanını düzeltme yoluna gidiyor: “Biraz önce deniz otobüsündeydim. Şimdi finükülerdeyim”

Karşı taraf devam ediyor. Ama biz kırmızı saçlı kadını azat ediyoruz. Ona Yeliz’den gelen Yalan şarkısını ikinci defa göndermekten vazgeçiyoruz. Konuşmak istemiyor kadıncağız. Karşı taraf niye bu kadar anlayışsız.

“Her an kesilebilir telefonum” diyor.

Oysa hepimiz biliyoruz. En azından cep telefonu reklamları yüzünden biliyoruz. Kesilmeyecek telefon. Karşı tarafın nefes nefese konuşmasını kırmızı saçlı kadının kulağına gayet berrak, gayet net hatta bizim için bile bir iç oda sesi olarak getirmeye devam edecek. Ama artık söyledikleri bize yalan gibi gelmiyor. Çünkü kırmızı saçlı kadını anlıyoruz. Yek dil olmayı ona mı borçluyuz, kendimize mi? İkisi de değil. Kırmızı saçlı kadın ona bahşettiğimiz hürriyeti, karanlık havaya, karanlık ortama rağmen kahverengi Bidıls gözlüklerini çıkaramamış dokuz küpeli kadına borçlu.

“Başın sağ olsun teyzeciğim” sözü tekinsizlik efekti gibi yayılıyor içeriye. Toplam dört dakika sürecek yolculuğun yol arkadaşları olarak “başın sağ olsun teyzeciğim” ifadesi bizi biraz sonra duyacağımız haberin korkusuna gark ediyor. Sanki teyzesini, teyzesinin kaybettiği yakınını, artık gözlerinin ve yüzünün ağlamaktan şiş olduğunu iyice anlamış olduğumuz bu dokuz küpeli kadını… Cümle, fiilini bulmak istemiyor.

Biz tam onu anlayacakken; onu, taziyesinin içinde baş başa bırakacak mahremiyet alanı inşa etmeye hazır iken, o -dokuz küpeli kadın- sesinin yükselişine hâkim olmadan bağırıyor:

“ … Deli mi ne. Beni aradı. Emniyette tanıdığınız var mı dedi. Bakıcısını tutuklamışlar.”

Dokuz küpeli kadın söyledikleri bütün “yoldaşların” içindeki ürpertiyi fırtına sonrası tekinsizliğe gark etti. Evet, biz artık yolcu değil yoldaşız. Dört dakika sonra fiziki olarak ayrılacağız. Taksim’e varınca mekânsal birlikteliğimiz sona erecek. Ama ruhi birlikteliğimiz akşama kadar devam edecek. Biz bu karanlık sabaha karanlık bir haber ile uyanmış yolcular olarak ruhi birlikteliğimizi devam ettireceğiz. O kadar devam ettireceğiz ki, vagonda bulunan kırk kişi olarak birimizin hissettiğini diğer otuz dokuzumuz hissetmeye devam edecek. Gün boyu aynı sıkıntıyı birbirinden farklı cümlelerle -ki herkes en çok sevdiği dizi film kahramanının cümleleri ve mimikleriyle ifade edecek- tekrarlayıp duracak.

“Bağlamışlar mı kadını. Yok ya! Öylece bırakmışlar mı?”

Dokuz küpeli kadın, cep telefonuna ifade ettiği cümlelerle alacakaranlık kuşağımız oluyor.

“Bağlamışlar mı?”

Eller ayaklar bağlanacak. Çene bağlanacak. Biraz önce aynı sabahın yolcusu olarak yoldaş payesinde bütünlenmişler olarak kısa süreliğine ikiye bölünüyoruz. Ölüm görenler, ölümü ekranda görenler olarak.

Üçüncü sayfa haberleri üçüncü sayfa için iyidir. Böyle inandık biz. İnandırıldık. Cinayetlere tanık olunca, maktule iyilik yaptığımızı sandık. Maktulün kimliğini delik deşik pornografik bir edada saçıp dökerken katilin adının baş harfleri, gözünde kara bir bant, kendimizi katillerden kurtardığımızı sandık.

Dokuz küpeli kadın konuştukça her birimizin ek yerleri dökülüyor, sıvaları çatlıyor.

#Finiküler
#Otobüs
#Ölüm
#Cinayet
4 yıl önce
Yalan, yalaaan, yalAAn !
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi