|
“Yaşanmaz burada!”

2 Mart 2023, Afyon’dan İstanbul’a dönüyoruz.

 Gebze’den itibaren donmuş trafiğin içinde, otobüsümüz demir atmış gemi misali bekliyor. İstanbul’a seyahat için gelmiş olanlar derhal kendini belli ediyor. “Yaşanmaz burada! İstanbul bitmiş!” Gözlerinin değdiği her binayı yıkılmış halde gösteren bir bilgisayar programı üzerinden denetliyormuşçasına fikir beyan ediyorlar. “İstanbul insanı hasta eder, burada yaşanmaz” diye söyleniyorlar, kendilerinin dışında herkesin psikolojisinin bozuk olduğunu ima ederek... Konuşanları görmüyorum, seslerin kimliğinden yaşlarını ya da mesleklerini tahmin etmem mümkün değil, içlerinden sadece biri ile, Uşak ya da Afyonlu olduğunu tahmin ettiğim 70 yaş civarındaki kadın ile, otobüse binerken göz aşinalığım olmuştu.

 “İstanbul İstanbulluları hasta ediyor.” “Zaten herkes hasta.” Günlük hayatta son birkaç yıldır en çok bu iki cümleyi duyuyorum. Bu cümleler ekrandan ezberlenmiş, daha doğrusu ekrandan zihinlere aktarımı yapılmış cümleler. Cümleyi söyleyen, “Herkes hasta, en sağlıklı benim” diyor kendinden emin bir edada.

 Milim milim ilerleye ilerleye otobüs nihayet Dudullu terminaline giriyor. Terminalde sadece iki taksi var. O iki taksiden birini yakalamak için acele ediyoruz, acele ederek ne büyük hata yaptığımızı bilmeden. 

 Bindiğimiz taksinin 65 yaş civarında, Erzurumlu, Gümüşhaneli ya da Bayburtlu olabilir diye tahmin ettiğim şoförü, “Ne acele ediyorsunuz!” diye üst perdeden had bildiriyor. Onu ilgilendiren bir durum yok. Taksiye ulaşmak için hızlı hızlı yürümüştük sadece. Sessizliğimiz, şoförün had bildirme performansına iyi geliyor, yüzümüzdeki maskeleri kastederek “Öyle ağzınızı yüzünüzü de sarmışsınız Amerika’dan gelir gibi. Nerden geliyorsunuz!?” diyor sesini biraz daha yükselterek. Taksiye binmedik de apar topar karakola getirildik, sorgu odasındayız sanki. Adamın sorusuna cevap vermek yerine gideceğimiz adresi söylüyorum. “Ne aceleniz var!” diyor tekrar. “Önce yola çıkalım.” Gideceğimiz yeri söylemez isek hangi yöne gideceğimizi nasıl bileceksin, DEMİYORUM.

 Yolu gayet iyi bildiğimiz halde, adamın bizi “Akşam trafiği, onun için buradan geldim” bahanesiyle ara sokaklara sürüklemesini sabırla takip ediyoruz kızımla birlikte. Adam tekrar “Niye bu aceleniz? Nereden geliyorsunuz?” diyor. Adresi söylüyorum tekrar. Kızıma “Sen buraları iyi biliyorsun, yolu takip et” diyorum adamın işiteceği şekilde. Adam “İsterseniz sizi indireyim şurada, başka bir taksiye binin” diyor, dağılmış pazar tezgâhlarının arasından hiçbir taksinin geçmeyeceğinden emin, sarf etmiş olduğu tehdit cümlesi ile muzaffer. Sesimi çıkarmıyorum. O sırada cep telefonum çalıyor. ….. Belediye Başkanlığı’ndan arıyorlar. “Geçmiş olsun” diyorum. “Sayın Başkana selamlarımı iletin” diye telefonu kapatıyorum. 65 yaş üstü taksi şoförü sayın Başkan sözünü duyar duymaz 180 derece dönüş yapıyor. Başkan demek siyaset demek. Zaten o sıra altılı masa haberlerini dinliyor radyodan. Sadece altılı masa haberi ile ilgileniyor, deprem haberlerine geçildiğinde kanal değiştirip başka bir altılı masa haberine demir atıyor.

Kendi işini layıkıyla yapmanın dışında her şeyle alakadar. Adresi söylüyoruz “Ben bilmem o cadde bu cadde” diyor. Navigasyona yazalım diyoruz “Ben anlamam öyle şeyden” diyor. Yolu tarif etmeye kalkıyoruz, “Orası kapalı” diyor. Taksinin içinde bir erkek olsa ihtimal böyle davranmaz. Ya da böyle davranır ve sonu yumrukla biten bir kavga olur.

Ödeyeceğimizin bir buçuk katı tutan ücrete bakıyorum. Bizim tarif ettiğimiz caddeden girmeyip ara sokaklarda yönünü bulmakta zorlandıkça Maltepe’nin ne gecekondu bir semt olduğundan başlayıp burada altyapı olmadığından, adres bulunamayacağından, burada yaşanmayacağından bahsediyor. Önünden geçtiğimiz evleri, üzerinden geçtiğimiz yolları, karşımıza çıkan yayaları, herkesi ve her şeyi aşağılıyor.

Takside bir erkek olsa sonu kavga ile biter dedim ya. Belki de şöyle olurdu, şoför ile yolcu derhal kafaları uyuşturur, siyaset haberlerinin izinde siyasete dalar, “Ne olacak bu memleketin hali!” diye başlar, ülkede neler yapılması gerektiğine dair projelerini ortaya döküp kafayı barıştırırlardı. Böylece kendi zekâlarını, donanımlarını karşılıklı olarak onaylar, kibir katsayılarını yükseltmiş olarak diğerlerini aşağılama performanslarına şevkle devam ederlerdi.

 Oysa ben muhatap olduğum kişilerden asgari saygı, kamusal mesafe, işini layıkıyla yapacak donanım ve rızkını helalinden kazanacak titizlik bekliyorum. Kişilerin hangi partiye oy verdiği/vereceği ile zerre kadar ilgilenmiyorum. Ama “başkası/öteki” için yaptığı fedakârlıkları, “komşusu aç yatarken tok yatmama bilinci”ni, hayatını emek üzerinden kazananlarla ortaya koyduğu dayanışmayı, başkasının hürriyeti için kendi hayatına çekeceği sınırı, ekmeğe, suya, ağaca toprağa, börtü ve böceğe, yağmura ve rüzgâra verdiği kıymeti önemsiyorum. Uzanamadığı ciğer uzanılır mesafeye inince o ciğeri hiç kimseye düşürmeyecek bir oburluk ile mideye indirenlere hayret ve ibret ile bakıyor, başladığım yere bir kez daha ama bu defa ziyadesiyle kırılmış, incinmiş ve ümidini yitirmiş olarak geri dönüyorum. Dünya ikiye ayrılır: Kalbi olanlar ve kalbi olmayanlar, dolayısıyla bir şehri yaşanılır kılanlar ya da yaşanılmaz hale getirenler daima “burada”.

#Deprem
#İstanbul
#Rızk
#Helal
#Kamusal Saygı
#Altılı Masa
1 yıl önce
“Yaşanmaz burada!”
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset