Son zamanlarda bir deyimin yanlış kullanıldığını sıkça duymaktayım. Not defterime kaydettiğim bir örnek 10 Eylül tarihli Hürriyet''ten. Şöyle bir başlık vardı: "Hani derler ya, dereyi geç de çayda boğul". Dere, küçük akarsu malum. Bunların kimisi öyle küçüktür ki, yazları kurur. Anadolu''da Kurudere adını taşıyan çok yer vardır. Çay ise dereden daha büyük olan akarsuya denilir. Elbette bunların da oldukça küçük, hatta dere gibi yazın kuruyanları olabilir. Nihayet bunların hepsinden büyük olan akarsuya ırmak denir. Söz konusu deyim gayet büyük bir engeli aşıp, başedilmesi pek zor bir müşkili çözdükten sonra küçük bir dal parçasına takılıp tökezlemeyi, herhangi bir kimsenin bile yenebileceği bir güçlüğün altında çöküp kalmayı anlatır. Hürriyet''in ve zaman zaman başkalarının deyimi bu şekilde kullanmaları mantık dışı, deyimle amaçlanandan farklı bir anlam ortaya koymaktadır. Elbette dereyi geçebilen biri daha büyük bir akarsuda boğulabilir. Bunda şaşılacak bir taraf var mı? Oysa deyimin doğru şekillerinden biri olan "denizden geçip derede boğulmak", zoru başardıktan sonra kolayda tökezlemek anlamını ifade eder ki, zaman zaman hepimizin başına gelebilmektedir.
Türkçe''de "şey"in bir çok anlamı vardır; daha doğrusu bu kelime yerine göre bir "joker", bir "dublör", bazen bir "fedai"dir. Her dilde vardır aslında böyle bir unsur; ama bir lafın içinde çok kullanılması da sözün açık, anlaşılır ve güzel olmasını engeller. 10 Ekim tarihli Sabah gazetesinde Nuriye Akman''ın Kayahan''la sohbetindeki bir ifade bana Can Yücel''in "Şeyist" şiirini hatırlattı. 45''lik Kayahan 18''lik eşiyle nasıl tanıştığını anlatırken şöyle diyordu: "O gün o bakışları gördüm, ama plak çalışıyordum. Öyle her şeye hemen şey yapmam!" Kayahan''in şeyleri bizi ilgilendirmiyor. Asıl maksadımı Can Yücel''in şiirini sunmak :
Biz talebeyken şeydik
İyi arkadaştık şeylen
Biliyorsunuz şeylen şey olunmaz
Ben şeyi bitirince babam
Şey dedi Şey Partisine girdim
Zâten şeyle evlenmiştim
Şey şeye gidelim dedi gittik
Şeysiz de olmuyor döndük
İki şeyim oldu büyüdüler
Doktor sende bir şey var diyor şimdi
Tabiy bende bir şey var: sayamadığın kadar
Kimse dokunamaz benim şeyime
Çünkü ben bir şeyim
Herşey de bir şeydir ama
Ben başka bir şeyim
Ben şeyim.
(Sevgi Duvarı, 1974).
Hıncal Uluç basınımızın "güzide"lerindendir. Kırk tarakta bezi vardır: Siyaseti, ekonomiyi, kültürü, bilhassa sporu ... iyi bilir. Zaman zaman dil mevzularına bile uzanır kültürünün genişliği. Herhalde bu vüs''atten olacak, birçok büyük adamda olduğu gibi, Türkçesi azıcık savruktur. Bizim "eşek arısı" onunki kadar başkasının diline konsaydı, adamın dili kütük gibi şişer, yüzü kıpkırmızı olur, söz söylemeye mecali kalmazdı. Geçenlerde bir Gassaray maçını televizyonda yorumlarken pileymeykır (playmaker) demişti de kızmıştım. 10 Ekim tarihli yazısında ise şu ifadeler geçiyor ; "...Jülide''yi de aldık, brunch''a gittik ... Vogue... Beşiktaş kulübünün plazası var ya.. Onun rufu.."
Uf, uf, uf! Vay Türkçenin hâline!