|
Şehrin ölümü

İstanbul''un şurasında burasında ayakta durabilen bazı yapılardan yola çıkarak bugün oturduğumuz evlerin selefi hakkında bir takım bilgilere sahip olduğumuzu tahmin edebiliriz, ama bilmiyoruz.

Onbeşinci yüzyıl divan şairlerinden Necâti''nin:

Çün bilirsin muhkem olur kâfir itdügi bina

ünlü mısraıyla, ondan bir buçuk asır sonra yaşamış olan Nâili''nin:

Kâfir binasıdır der ü divarı saht olur

mısraı birlikte düşünüldüğünde, Anadolu''da yaygın olan "Gâvur malı sağlam olur" sözünün bizde oldukça eskiye dayandığı görülür. Mehmet Akif''in bile yakın zamanlarda "Bir yıkık köprü için Avrupa''dan kalka" getirmesi, bu özdeyişin anlamını yüzyıllardır sürdürdüğü ve halen koruduğu söylenebilir.

Acaba gâvur malı niçin sağlam olur? Sağlam yaptıkları ve malzemesini bizimkinden daha farklı kullandıkları için mi?

Bu soruların cevabını, yukarıdaki mısraların anlamından yola çıkarak şöyle cevaplayabilir (miy)iz (?). Müslümanlar bu fani dünyayı kalıcı bir mekân olarak görmediklerinden, asıl öbür dünya için hazırlık yaptıklarındn bu âleme fazla önem vermemişlerdir. Ömürlerinin büyük bir kısmını at üstünde geçiren atalarımız, bugün var yarın yok olan evlerini dayanıklı ve muhkem yapmak istememişlerdir. Bununla beraber müslümanlar cami gibi, medrese gibi eserlerini dayanıklı yaparak taştan örmüşler ve bu yapılarını sağlam temeller üzerine bina etmişlerdir. Bu yüzden beş altı asırlık, hatta on asırlık yapılar tüm savaş ve zelzelelere, yangınlara rağmen bugün hâlâ ayaktadır. Kâfirler ise dünyayı ebedî bir mesken edindikleri için oturdukları yapıları sağlam yapmışlardır.

Uzun bir tarih süzgecinden geçerek gelen bütün bu şiirler ve bu şiirlerin çağrıştırdıkları, kadîm dostum Mustafa Armağan''ın yakınlarda yayımlanan ev, şehir, mekân, kültür ve iktidar dolayımındaki yazılarından meydana gelen Alev ve Beton (Şule Yayınları, Şubat 2000) isimli kitabını okurken zihnimi daha bir meşgul etti. Yazar, zengin bir mirasın üstünde oturan bizlere, güncelin yüz yüze kaldığımız çarpıklığını edebiyattan tarihe, felsefeden antrropolojiye geniş bir perspektiften aktarıyor. Günümüzdeki betonlaşmanın, insanımızı saran "apartmanlaşma sarası"nın arka-planını teşhir ederken sağlam dayanaklara yaslanıyor. Kısaca, nasıl olur da Osmanlı tecrübesini yaşamış bir millet, köksüz ve geleneksiz toplumlar gibi gelip bu kadar soğuk ve çirkin bir betona toslayabilir demeye getiriyor sözü.

Bu çalışma bize, Osmanlı ile Cumhuriyet arasında farklı bir alanda mukayese yapma imkânı veriyor. Siyasi ve kültürel alandaki yozlaşmayı bu ülkenin okumuş-yazmışları olarak az-çok biliyoruz. Zihinlerin ve bu zihinlerin paralelinde alfabenin değişmesi, bir çok kurumun tahavvüle uğraması çokça yazılıp çizildi. Fakat oturduğumuz mekânların dönüşümünü bilmiyoruz. İstanbul''un şurasında burasında ayakta durabilen bazı yapılardan yola çıkarak bugün oturduğumuz evlerin selefi hakkında bir takım bilgilere sahip olduğumuzu tahmin edebiliriz, ama bilmiyoruz.

Cumhuriyetin bir halkı vatandaş haline getireceğim derken, gerçekte onu tekrar reâyâ''lığa layık gördüğünü belirten Armağan, Cumhuriyet projesinin Batının bile başaramadığı kertede bir modernliği başararak toplumun hafızasını silip yerine Kemalist ideolojiyi kabaca zerkettiğini, çoğulcu bir idarî yapılanmanın yerine yeni bir ulus-devlet modelini kurduğunu söyleyerek, böylece geçmişe ait tortu kabilinden olsun hiçbir dayanağın kalmaması için harf ve dil gibi bir toplumun beynindeki nöronları temsil eden yetileri dahi imha etmiştir, der.

Cumhuriyetin 75. yılında şehirlerde nefes alacak bir karış toprak parçasının bile kalmadığını hayıflanarak belirten yazar, son Marmara depremini de sözkonusu ederek şöyle bir soru sorar: Üç çeyrek asırda insanlık tarihindeki en gözde şehir örneklerini çatır çatır yıkıp yerine kâbus-şehirleri vücuda getiren ve bir depremde bütün bir toplum ve şehir ütopyası iflas eden bir rejimin kendi kendisini yalanladığı sonucunu çıkarmakta haklı sayılmaz mıyız?

Bundan iki ay önce öbür dünyaya hicret eden, merhum şair M.Akif İnan, bir şiir kitabı olan "Hicret"te, şehrin ölümünü önlemek için öldürücü olan depremi çağırır:

Ey deprem gel yetiş bu şehrin

Doğayı çarpıtan konumlarına

Mustafa Armağan, korkmasa hemşehrisi İnan gibi "kâbusm şehirleri"n kurtuluşunu, depremde arayacak ama, hânede evlâd ü ıyâl var. Hepsinden önemlisi evlâd-ı fâtihân ve onun izleri var.

24 yıl önce
Şehrin ölümü
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…