Tehlikenin farkındayız. Yaşananların neye karşılık geldiğini biliyoruz. Hemen söyleyelim: Hak ile Bâtıl arasındaki amansız mücadele.
Bir yol ayrımının önündeyiz. Millet hayatımız tehdit ve tedhiş altında.
Bugüne kadar bir araya gelemeyenler, hatta çatışma halinde bulunanlar, milletimize ve memleketimize düşmanlık konusunda ittifak kuruyor, mutabakat sağlıyorlar. Bombaları sırayla patlatıyorlar.
Artık gizlenme ihtiyacı da hissetmiyorlar. (Bu iyi.) Akademisyenler, sinemacılar, siyasetçiler, edebiyatçılar; renklerini çekinmeden belli ediyorlar.
Çok cepheli / katmanlı bir taarruzun hedefiyiz. Dikkat ederseniz, aynı çevreler, Diyanet Teşkilatı'na da saldırıyorlar. Bu kirli girişimi, mezhep meselesiyle ve bazı ülkelerle birlikte değerlendirmeliyiz ki, karşımızda kimler / neler var, bilelim.
***
'Gayret, insanın kanatlarıdır.'
Şahitliğimiz şudur: Sınırsız yalan eşliğinde, güzel olan her şeyi kötülüyor, yıkma teşebbüsünde bulunuyorlar. İnsanımızı bir arada tutan ne varsa: Kardeşlik ahlâkını, dostluk hukukunu, itimat duygusunu. Bunlar giderse, geriye ne kalır? Elcevap: Düşmanlık.
Mehmet Akıncı, “
” diyor. (İnce Türk, Barbar Kitap, sayfa 157.) Yaşanan, tam olarak budur.
Şunu da biliyoruz: Ne yaparsak yapalım, kötülük sükût etmez. Korkaktır ve kuytularda saklanır. Tek başına hareket edemez. Fırsat bulunca, şartlar olgunlaşınca, toplu olarak ortaya çıkarlar. Bildirilerin birbirini takip etmesi gibi.
Geçenlerde kara kaplı deftere şunları yazmıştım: B
Üzüldük mü? Evet. Şaşırdık mı? Elbette. Sonuç? Belki bir dize: Uzaktan büyük görünür bunlar.
Yazdıklarımızı konumuza / günümüze uyarlayalım: Bazı kimselerden duyduğumuz barış, kardeşlik, demokrasi gibi kelime ve kavramlar, meğer kötülüğün tâ kendisiymiş. Adeta birer şifre. Sonuç? Ağla sevgili yurdum.
Bu bölüme son bir ilave yapalım:
Çoğaltırsak: İyi ile kötüyü, zalim ile mazlumu, suçlu ile suçsuzu...
***
Devlet, insanlardan oluşur. İnsanlar hata yapabilir. Hükûmetler gidici, millî hükümler kalıcıdır.
Mütareke dönemine heveslenenlerin, müstemleke aydını / basını gibi davrananların geldiği yer işte burasıdır.
Terör odakları, bunlardan cesaret alarak, annelerin ve çocukların yaşadığı hânelerin önünde bir tonluk bomba patlatabiliyor. İlk yardım araçlarını roketle vurabiliyor. İşine giden dört çocuklu bir babayı katledebiliyor. Hastane ve okulları hedef alabiliyor. Altmış yaşındaki bir amcamızın güvenlik güçlerine söylediğidir:
Rusya, Suriye'de sistemli bir şekilde sivil hedefleri vuruyor. Farkındaysanız, 'sivil hedef' deyince pek bir etki uyandırmıyor, rahatsızlık oluşturmuyor. O halde doğrusunu yazalım: Rusya, Suriye'de bebekleri, çocukları, gencecik kızları, anne ve babaları katlediyor. İlkokullara füze atıyor. Fırınları havaya uçuruyor. İnsanî yardım taşıyan konvoylara pusu kuruyor.
Burada bunları yapanlar, orada onları yapanlara dostluk ziyareti gerçekleştiriyor. Yanı sıra hep aynı arsızlık: 'Katil devlet.'
***
Rusya örneğini özellikle verdim. Yazımızın birinci kısmında, “çok cepheli / katmanlı bir taarruzun hedefiyiz” demiştik. Kastımız, sadece sınırlarımız içi değildir, bulunduğumuz / tutunduğumuz bölgenin tamamıdır.
Beraberinde, ülkemizi istikrarsız hale getirmek için şiddeti her yere yayıyorlar.
Mesela Fransa gelmek istemiyordu, Paris saldırıları oldu ve geldi. Almanya için söylersek; on vatandaşının öldürülmesi.
Bütün bu yaşananları; intihar eylemlerini, şehir savaşlarını ve bölgemizdeki cinneti, birbirinden bağımsız olarak düşünemeyiz. Kaderimiz birdir.