|
Kalbim çıt

Önce kalbime baktı. Tuz yalamış bir oğlağın suyu gürül gürül akan bir ırmağı bulması gibi oldu. Kırk yıldır bir hücrede yaşayan bir suçluya “artık serbesttin” demişler de güneşi ilk kez görmüş gibi oldu. Bir kamaşma oldu.

“Serbest değiliz efendim, bir şeyle mukayyetiz” diyesim geldi geldi gelmesine ama kalbime baktığı o dakikayı hiçbir şey bozmasın, bir çıt çıkmasın, rüzgâr perdeleri havalandırmasın, ta uzaktan bir bebeğin gülümseme sesi bile gelmesin istedim.

Şairin, “sanman taleb-i devlet ü câh etmeye geldik / biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik” derken mübalağa ettiğini düşünmekten vazgeçtiğim yer tam orasıydı ve tam o andı.

Kalbime baktı. Kalbim, bir ırmağın bir okyanusa aktığı bir deltaya dönüştü böylece. Uçsuz bucaksız yemyeşil çayırlarda yılkı atları koşuşturmaya başladı kalbimde. “Dur” demedim. “Akma” demedim. Belki “zem-zem” deseydim sıkışıp kaldığım çölün ortasından bir su fışkıracak, bir pınar olacaktı. Akıverdi kalbim. Bütün akışların dışında bir akışla akıverdi ve size yemin ederim bir şey ışıldadı tam o esnada. Bir şey. Kuzey yıldızı kadar ayan beyan değil ama bir dağ başında, ta uzakta yanan ateş kadar da silik değil. Bir şey ışıldadı. Pili bitmez bir fener olduğunu anladım ışılayanın. Odunu bitmez bir ateş olduğunu anladım. Yağı bitmez bir kandil olduğunu…

“Kandilin kandil olmaklığı yağı bitene kadardır” demişti bana bir dostum bir demde, “yağı bitmeyen kandil bulmaya yahut yağı bitmeyen kandil olmaya bak.” Şaşırmıştım bu tuhaf nasihate. “Kandil dediğin yağ ile mukimdir ve kandil dediğinin yağı biter” diye düşünmüştüm. Böyle düşünmüştüm çünkü her şeyin bir nedeni olduğuna ve her nedenin bir sonuç doğuracağına inanan biriydim. Oysa şu an, tam şu dakika, rüzgârın perdeleri kaldırmadığı, uzaktan bir bebek gülümsemesinin duyulmadığı, çıt çıkmadığı şu dakika bir kandilin yağa ihtiyaç duymadan da ışıl ışıl aydınlatabileceğine ikna olmuştum.

“Kalbim çıt” diyen bir çocukla tanışmış, onunla oyunlar oynamıştım. Yenildiğinde yahut “yoruldum, artık oynamasak” dediğimde “kalbim çıt” diyordu. Yenilmeyi ve yorulmayı sevmiyor, annesi “hadi yatağa” dediğinde durmadan yineliyordu: “Kalbim çıt, kalbim çıt, kalbim çıt.”

Yorulmayı ve yenilmeyi ilk defa gerçekten kabullenmiyordum. O yüzden “kalbim çıt” demeyi düşündüm kalbime bakana. Kalbime bakmaktan asla vazgeçmesin diye.

“Yorulmayayım ve yenilmeyeyim ve gecemi de gündüzümü de sen aydınlat, çünkü kalbim çıt” diyebilirdim o esnada. Demedim. “Bir uçurumun en kenarında, elimi uzatsam tutar mı acaba, benimle birlikte uçurumdan atlar mı yahut beni de çeker çıkarır mı o uçurumun kenarından? İkisinin de aynı şey olduğunu anlar mı?”

Soru bu muydu? Hayır. Soru bu değildi. Soru şuydu: “Kalbime bakarak, sadece kalbime bakarak beni avuçlarının içine almayı başaran kimdir?”

“Akma” dedi. Anlamadım ilkinde. Cesaretimi toparlayıp bakışlarımı yerden kaldırdım ve gözlerine baktım. Bana ne dediğini anlamak istediğim için gözlerine baktığımı anladı. “Akma” dedi yeniden.

“Akmayayım” dedim. “Değil mi ki kalbim ellerinin içinde şu an, sen ‘akma’ dersen ben göl olayım, sen ‘ak’ dersen ben şelale olup çağlayayım, sen ‘yürü’ dersen dünyayı dolaşayım, sen ‘dur’ dersen kalakalayım kaldığım yerde” diye de eklemek istedim ama ekleyemedim.

“Akma, çünkü akıp gidenle beraber akıp gidersen akmış değil yenilmiş olursun, kalbin çıt” dedi.

Kalbime baktı. Ve yürüyüp gitti öylece. Seyürdüben peşine, bir ün idesim geldi ama “ben dervişim” dememişti, o geldi aklıma. Nedense yine de bağırdım peşinden: “Alimler ulemalar medresede buldusa / ben harabat içinde buldum ise ne oldu.”

Ta ilerden, bin yıllık yoldan döndü. Kalbime bir kerre daha baktı ve gülümseyerek tamam etti seyri sülukumu: “Kim ki can virmedi bunda sa’yi oldu hep heba / Gitmedi nefsinden anın hiç habaset ta ebed”

Kalbim çıt.

#kalp
#edebiyat
#sanat
1 yıl önce
Kalbim çıt
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak