|
Edebiyatın edepli adamları

Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü''nün, Yunus Emre''nin doğumunun 770. yıldönümü münasebetiyle İstanbul''da uluslararası bir sempozyum düzenlediğini gazetelerden öğrendik. Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi''nde düzenlenen Sempozyuma yurtiçi ve yurtdışından 25''e yakın araştırmacının katılacağı heber veriliyordu.

Yunus Emre''nin edebî ve tasavvufî kimliğinin yanı sıra fikirlerindeki arka plan ve çağdaş düşünceye etkilerinin de ele alınacağı haber verilen programda neler konuşulup tartışıldı bilmiyorum.

Bu tür bahanelerle kültür ve medeniyetimizin önemli tarihi şahsiyetlerinin anılması, eserleri ve tesirleri üzerinde kafa yorulması çok önemlidir. Bu uğurda yorulan kafaların yoğurdukları yeni düşünceler, özellikle gençlik için ortaya koyacakları teklifler, çizecekleri ufuklar daha önemlidir. Bunu şunun için daha önemli buluyorum, Batılı bir akademisyen, 1970-80 yıllarındaki Türkiye''yi görünce, “Tarihlerinde, kültürlerinde Yunus gibi, Mevlana gibi; Köroğlu, Karacoğlan, Nasreddin Hoca gibi değerlerin bulunduğu bir milletin gençliğinin nasıl şu hale geldiğine şaşıyorum.” Demişti.

Onun demesine de gerek yok. İnsanlığın kavşak noktasında durup, bir geçmişe, bir şimdiye ve bir de geleceğe dönüp kuşbakışı baktığınızda, özellikle Avrupa''yı görüp, şöyle denmemesi mümkün değil: “On üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda Avrupalılar, İslam''ın da yardımıyla, Eski Grek ve Latin büyüklerini, düşünür ve sanatçılarını keşfettiler, fark ettiler, şerh ettiler, fikrettiler, onlara yeniden sahip oldular. Onlara benzer adamlar yetiştirdiler. Rönesans ve reformu gerçekleştirdiler. Aydınlandılar, sanayi devrimi yaptılar, ilimde, teknolojide atılımlar gerçekleştirip zenginleşip güçlendiler. Bu güçlerini hem başkalarına hem de kendilerine kullandılar. Dünyayı iki defa kana ve gözyaşına buladılar. Hala kan ve gözyaşı dökmeye devam ediyorlar.

Güçlenen bu medeniyet tarafından mağdur edilen toplulukların kimi istidatlı zihinleri, yine bu medeniyet mensupları tarafından yetiştirilip ödüllendirilerek sömürge topluluklarına model olarak sunuldular. Bu modeller de örnek alınıp, taklit edilerek baş tacı edildiler. Bu taçlar da farklı kültürler arasında savaş cepheleri oluşturdular. Pek uzağa gitmeye gerek yok. Kendimize bakmamız yeter. Ne halde olduğumuz ortada. Kendi içimizde parça parçayız. Selçuklu''nun yıkılışından sonra Anadolu''da ortaya çıkan Beylikler manzarasından daha acıklı bir manzara içindeyiz. Böyle olmasaydı, o Türk dostu akademisyen, o sözü söyler miydi?

Öyle olmasaydı biz bugün bilmem ne edebiyatı parlamentosunda incir çekirdeğini doldurmayan kısır tartışmaları yaşar mıydık? Kısır olduğu kadar da kırıcı ve utandırıcı atışmaları yaşar mıydık? Sadece edebiyat mı, politik ve sosyolojik yapımız da yürekler acısı bir durumda değil mi?

Biz hala Yunus''un o enfes davetine kulak ve gönül verip de, “Gelin tanış olalım işi kolay kılalım / Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz” diyemedik. Deyip de o ibretli çağrının hakkını veremedik. Kültür ve medeniyet mirasımızı gün yüzüne çıkarıp gençliğin yetiştirilmesinde, milletin yeniden ihyasında kullanamadık. Bu mirası yeni nesle kafa ve kalb gıdası olarak sunamadık.

Mevlana gibi bir gönlün çağrısını dikkate alamadık. “Gel! Ne olursan gel!” diyemedik. Başkalarını bir yana bırakın, kendi insanımıza bu daveti dile getiremedik. Getiremedik çünkü bizde o dil bırakılmadı. Koparıldı, katledildi.

Ve bütün bunlardan daha önemlisi, bütün peşin yargılardan sıyrılıp, fert, zümre taassubundan, körlüğünden kurtulup günümüzde Yunus sesli, Mevlana nefesli kıymetleri göremedik. Bediüzzaman gibi değerlerin farkına varamadık. Bütün dünya fark etti. Onlar adına enstitüler kurdu, araştırma merkezleri açtı. Haklarında her yıl sempozyumlar, konferanslar düzenlediler. Kitaplık çapta araştırmalarla bu toplantılara iştirak ettiler.

Biz, güzel medeniyetimizin güzel insanlarının güzel eserlerinin güzellikler dünyasında güzelleşmeden, kalbini, kafasını; ruhunu, gönlünü ve bunlara bağlı dilini, dünyasını yeniden kurup güzelleştirmeden, kısaca bediüzzamanlaşmadan adam olmayız.

Her yıl gelen güzel kutlama, anma vesileleri hakkıyla değerlendirilmeli. Bu kutlama ve anmalara bütün bir millet sahip çıkarılmalı. Anadolu''nun merkez illerinde zengin toplantılar, programlar yapılmalı. Bu programlardan ilim, sanat, edebiyat ve düşünce hayatımıza hayat katan filmler, tiyatrolar, belgeseller üretilmeli. İş dünyası, Üniversite, Devlet dayanışmasıyla desteklenen çalışma sahaları ve kadroları ortaya çıkarılmalı. Yepyeni bir diriliş seferberliği başlatılmalı. İlim damgalı, sanat mühürlü, inanç ve ahlak imzalı eserler boy göstermeli.

Bütün bunlar, Edebiyatımızın edepli adamları tarafından edeplice ele alınıp tartışılmadan, bu yolda edepli bir kadronun yetişmesi için yollar, çareler aranıp bulunmadan biz daha çok havanlarda su değil, havalar dövmeye devam ederiz.

13 yıl önce
Edebiyatın edepli adamları
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset