|
İslâm dünyası ve ortadoğu"nun kaderi

Birkaç asırdır medeniyet değerlerini ve gücünü iyice yitirmiş bir dünyanın/câmianın mensubuyuz. Son Mısır ve Suriye hadiseleri bu içler acısı hali çok daha net bir şekilde ortaya koydu. Özellikle şu son dönemlerde, dünyanın her yerinde sadece Müslümanlar acımasızca öldürülüp katlediliyor ve hep Müslümanlar birbirini merhametsizce öldürüyor. Maalesef Mağrip"ten Endonezya"ya kadar durum pek de değişiklik göstermiyor.

Sultan III. Selim "Göğüslerimin üzerinde ecnebilerin ellerini hissediyorum" dermiş. Sultan II. Abdülhamîd de hatırâtında bu söze atfen "Ben de ecnebi ellerini ciğerlerimin tâ içinde hissediyorum" diyor. Bugün ise İslâm alemi neredeyse kadavraya çevrilmiş, delik deşik edilmiş bir vaziyette. Önce sömürgecilik/kolonyalizm idaresinde, sonra da bağımsızlık adı altında, ulus-devletlere bölünmüş çoğu askeri diktatörlüklerden oluşan siyasal yapılar altında on yıllarca eziyet ve derin acılara boğulmuş Müslüman halklar.

Hz. Osman"ın (r.a) katliyle/şehadetiyle başlayıp, Hz. Hüseyn (r.a) ve Ehl-i Beyt mensuplarının Kerbelâ"da hunharca şehid edilmeleriyle zirveye çıkan fâcialar ve sonrası kanlı olaylardan beridir yaşanan süreci tekrar etmeye gerek duymuyoruz. Tarihte sultanlar/melikler ve idarecilerin ihtiras, sorumsuzluk, adaletsizlik, cehalet ve keyfilikleri ile basiretsizliklerinin bedeli hep ağır olmuştur. Bizim inanç dünyamızda geçmişe yönelik "şu olsaydı bu olurdu ya da şu olmasaydı bu olmazdı" demek mütedavil değilse de, bunu zihnimizden geçirmeden edemiyoruz. Miladi 632"de, Abdurrahman El-Gafikî komutasındaki İslam ordularının Fransa içlerindeki, Puvatya/Poitiers "da, iki kanat komutanının ganimet paylaşımı sebebiyle birbirine düşmesi yüzünden, savaş kaybedilmeseydi, acaba ne olurdu, diye düşünmeden de edemiyoruz. Otranto/Tarrant "ı fethederek İtalya çizmesini, Aşili, topuğundan vuran Osmanlı"nın ilk Arnavut sadrazamı Gedik Ahmed Paşa, II. Bayezid devrinde buradan geri çağrılmasaydı, Roma da İstanbul gibi düşer miydi, diye kendi kendimize hep sorarız. Geçmişte yaşanan acı tecrübeler, sadece, bize sürekli tarihten ders almamız gerektiğini haykırıyor. Geçmişe yönelik neyi sorgularsak ve neyi muhasebe edersek edelim, hepsinin cevap bulsak bile, bu bugünkü tabloyu değiştirmiyor. Ortadoğu"da durum Müslümanlar açısından gittikçe karamsar bir tabloya dönüşüyor.

Şunun hedeflendiğini daha açık ve acı biçimde hissediyorum: Adı ne olursa olsun, bir kısım güçler İslâmiyeti, Müslümanlığı Anadolu ve Mezopotamya"dan tümü ile söküp Arap Yarımadasına kovmak ve orada hapsetmek istiyor. Karşımızda emin ve kararlı bir proje işliyor gibi..

Ancak, burada sadece bir takım büyük devletleri ve dış güçleri suçlamak kolaycılık ve slogancılık olmaz mı? Bu konuda Müslümanların da uzun zamandır ciddi oranda gönüllü taşeronluk yaptığını görüyoruz. Fâtımî-Abbasî rekabeti döneminde, "Reconquesta" ile ümmet, Sicilya ve Malta adası başta olmak üzere Akdeniz adalarını kaybetti. İspanyada Endülüs"ün elden çıkışı, Rumeli"nin kaybı hep yaşanan acıların çok önemli safhalarıydı.

Bugün İslâm Dünyası, bilhassa Ortadoğu kritik bir dönüm noktasında.

İslâmiyetin Arap yarımadasına kovulma/hapsedilme projesi ile karşı karşıya olduğumuzun farkına varmamamız mümkün değil. Gerek Kürt sorununun bölgedeki gelişim süreci; gerekse Suriye ve Irak üzerinden yayılma eğiliminde olan mezhep çatışmalarının kırılma noktalarının seyir çizgisi, Mısır"daki son durum, bunun ipuçlarını bize vermektedir. Tunus"tan Basra Körfezi hattına kadar oluşturulmak istenen kaos/kargaşanın hangi boyutlara varabileceğini tahmin bile etmek istemiyoruz. Kürt sorununun bölgede aldığı şekil, 20. yüzyılda baskıcı-ulus devletlerin zulüm baskı ve ötekileştirmelerine maruz kalan Kürtlerin, özellikle örgütlü seküler Kürt siyasetinin, bunun faturasını tüm bir İslâm dünyasına, hatta İslâm dinine ödetme çabaları ve bu yöndeki ayrıştırma ve rövanş alma duygusu ile hareket edilmesi, gelecekte vahim bir tablonun karşımıza çıkacağının emarelerini taşımaktadır. Oysa ki Kürtler, yeniden güçlü bir şekilde tarih sahnesine çıktıkları Ortadoğu coğrafyasında, artık bölgenin en dinamik, belirleyici-güçlü topluluğu olarak, tüm bu halkları mıknatıs gibi çekip, peşinden sürükleyen öncü güç haline gelebilirdi...

Yanısıra, Körfez ülkelerinin idarecileri, Mısır darbesine ve katliâmlara verdikleri kuvvetli destekle, Mısır"ın İslâm alemince kaybedilmesine ve Mısır halkının her şeyini kaybetmesine yol açmaktadır. Kısacası İslâm âlemi, küçük çıkar hesapları ve ihtirasları uğruna her şeyi feda eden, varlık nedenlerine dahi ihanet eden kimseler yüzünden asırlardır başını yerden kaldıramıyor. Mes"uliyet/sorumluluk ve adalet, idareci olan kimselerde her şeyin üstünde olmalıdır. İslâm"ın kâinatı kuşatan irfan ve merhamet çemberi ile İslâm âleminin, bölgenin, dahası bununla insanlığın tümünün dünyevî/uhrevî geleceğini ulvî gayelerle sorumlulukla düşünen; bencillik ve ihtiras yerine, fedakarlık gösterecek idareci ve topluluklara o kadar ihtiyacımız var ki..

11 yıl önce
İslâm dünyası ve ortadoğu"nun kaderi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi