|
Saraybosna"dan Üsküb"e-2

II. Viyana kuşatması akabindeki bozgun, Karlofça anlaşması ile başlayan toprak kaybı, Macaristan"ın elden çıkması, Belgrad"ın birkaç kez el değiştirmesi, Toska Arnavutlarının Mora yarımadasından çıkarılması ve ardından patlak veren isyanlar 19. Yüzyılın ilk yarısına kadarki sürece damgasını vurur. Osmanlı"da peş peşe gelen yenilgiler ve Rumeli"deki toprak kayıpları Ordu"nun ıslahı meselesini iyice gün yüzüne çıkarır. Buna matuf olarak oluşturulan Nizâm-ı Cedid ordusu denemesinin, Yeniçerilerin engellemesi ile akamete uğraması ve ardından 1826"da Yeniçeriliğin çok kanlı bir biçimde tasfiyesi , Asâkir-i Mansure-i Muhammediye nâmı ile yeni ordunun teşkili ile neticelenir. Ancak bu yeni durum, yenilgi ve toprak kaybını önleyemediği gibi, çok daha vahim sonuçların ortaya çıkmasına yol açar. Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa hadisesi, İşkodralı Mustafa Paşa ayaklanması, Mora isyanlarının bastırılamaması dolayısıyle bağımsız Yunan devletinin ortaya çıkışı, Mısır"da Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa"nın ayaklanması, Sırbistan ve Belgrad"ta Kara Yorgi öncülüğündeki Sırpların, Gradacac"lı Hüseyin Kaptan"ın desteği ile ön alıp, Sırbistan"a muhtariyet verilip, Belgrad"ın kaybedilmesi tüm bu olaylar kısa bir zaman diliminde cereyan eder. ( Bu konuda bakınız, Tarih-i Vak"a-i Hayretnüma-i Belgrad Ve Sırbistan, 1291, İstanbul.) Esasen 19. Yüzyıl Osmanlı"nın Rumeli"yi peyderpey kaybetme macerasıdır. 1912-13"teki Balkan savaşları ile Osmanlı"nın beyni olan Rumeli"nin Edirne"ye kadar kaybı ile Osmanlı"nın beyin ölümü gerçekleşmiştir.

Birinci Cihan Harbi, ardından Osmanlı"nın tümü ile dağılması ve yeni cumhuriyetin tesisi sürecinde Türkiye"nin kaybetmiş olduğu Balkanlar/Rumeli"ye ilişkin izlediği siyaset yüz yılı aşkındır oldukça sorunlu bir seyir çizgisi izlemektedir. Türkiye"nin Misak-ı Milli sınırlarına hapsolan, Meriç"in ötesine ve Ortadoğu"ya yönelik kronik kayıtsızlık/ilgisizlik politikası, bu dönemde Rumeli"den sürekli alınan göçlerle Rumeli"deki Müslüman nüfusun iyice azaltılması şeklinde tezahür etti.

90"lı yıllarda ise, dünya ve bölgedeki değişimi göremeyen Türkiye, Bosna ve Kosova savaşlarında aktif bir politika izleyemedi. Bu anlamda, Demirel faktörünün de etkisiyle, büyük fırsatların kaçırılmasına sebebiyet verdi.

Ayrıca, Türkiye"nin Rumeli"den çekilme ve yenilgi psikolojisi sonucunda oluşan Resmi İdeolojisinin oluşturduğu kırılmalar/travmalar buna eklenince sorunlar daha da katmerleşti. Türkiye"de Tevhid-i Tedrisât Kanunu, 677 Sayılı Tekke Ve zaviyelerin Seddine ilişkin kanun gibi İnkılap Kanunları ve 90 yıldır süren amansız yasaklar, Türkiye"nin bölgeye açılımında en önemli handikapları oluşturmaktadır. Tüm bunlar Türkiye"nin Müslümanlık ortak kimliği üzerinden bölgeye açılımına ciddi darbe vurmaktadır. Oysaki, Türkiye"nin bugün için Müslümanlığı öteleyerek, bölgeye bir açılım sergileme şansı hiç bulunmamaktadır. Bunun en önemli ayağını da bölgede Tekke Ve Zaviyeler oluşturmaktadır. 40"lı yıllardan itibaren Eski Yugoslavya ve Arnavutluk"ta Marxist rejimlerin oluşup, ağır baskılar uygulamasına, savaş ve katliamlara karşın Tekke-Zaviye ve Hankâhlar hayatiyetlerini/varlıklarını resmi/legal bir şekilde sürdüre gelmektedirler. Türkiye"de hiç müntesibi kalmamış olan Sa"diyye gibi tarikatlar ve zaviyeleri dahi Kosova başta olmak üzere bölgede halen varlığını idame ettirmektedir. Oysaki, Balkanlardaki tarikat ve zaviyelerin tümü Anadolu kökenli olmasına karşın, Türkiye"de 1925"te çıkarılan Tekke ve Zaviyelerin seddine ilişkin 677 sayılı kanun dolayısıyla o dönemden beri yasak kapsamındadır. Türkiye"nin bölgeyle en rahat köprü kurabileceği bu müesseselerin Türkiye"de 90 yıl sonra halen de yasak olması bu bağın/köprünün kurulmasını baştan engellemektedir.

Balkanlar"da bulunan tarikatlar, tekke ve zaviyeler, Türkiye ile sağlıklı bir bağ/köprü kurulamadığnından farklı arayışlara yönelmekte , İslâmi temellerini kaybetmektedir. Hatta farklı ülkelerin/mezheplerin denetimine girmektedirler. Eski Yugoslavya ve Arnavutluk"taki tarikatlar, tekke ve zaviyelerdeki İslam zemininden kaymaya karşıt olarak camiler de peyderpey Selefi/Vahhâbi ekol ve grupların denetimine girmektedir. Tarikat, tekke-zaviyelerin iyice müfrit Bâtıniliğin/Râfıziliğin etkisine girmesi, Cami ve medreselerin Selefi/Vahhâbi grupların denetimine geçmesi, Rumeli Müslümanlarında ciddi bölünme ve travmalarının oluşmasını tetiklemektedir. Rumeli"de Sa"diyye, Kâdiriyye, Halvetiyye ve Rifâiyye gibi Ehl-i Sünnete, Ehl-i Beyt"ten gelen tarikat silsilesine bağlılığı ile bilinen tarikatların ve bunların tekke-zaviyelerinin müfrit Bâtınî-Râfızî ekollere kayma göstermesi bölge Müslümanlığının devamı açısından önemli bir sıkıntı kaynağı olarak durmaktadır. Hele ki, bunun karşılığında, camilerde Selefiliğin/Vahhâbiliğin yükselişe geçmesi ortamı daha da karmaşık bir hale getirmektedir.

Türkiye resmi ideolojinin etkileri/dayatmaları, ciddi vizyon, strateji ve donanım eksikliği nedeniyle, bölgeye ilişkin sağlıklı/sağlam temellere dayalı bir ilişki/faaliyet zeminini henüz yeterince oluşturamamaktadır. Ayrıca, Rumeli"de Arnavut ve Boşnak gerçeğini/unsurunu merkeze almayan, göz ardı eden ilişki/faaliyet zemini/biçimi bu konudaki umutlarımızın yeşermesine mani olmaktadır.

Devam Edeceğiz.

10 yıl önce
Saraybosna"dan Üsküb"e-2
Vicdan terazisi
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!