“Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri taaruzları, ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına karşı alışılmadık ve olağanüstü tehdit oluşturuyor”…
Başkan Biden’ın bir müttefike söylenmeyecek kadar ağır ithamlarına ‘alınıyoruz’ ama gerçeği de biliyoruz; ABD Türkiye’yi müttefik olarak zaten görmüyor. Daha doğrusu, onun ‘müttefik’ olarak tarif ettiği ‘köleliğe’ biz uymuyoruz. Türk-Amerikan ilişkilerinde değişen şey bu. Haliyle, hüzünlenmeye gerek yok.
E, ikisi arasında fark yok mu? Olmaz mı; ABD yalan söylüyor. Kimsenin ulusal güvenliğini tehdit etmiyoruz. Ulusal güvenliğimize saldıranları cezalandırdığımız için ABD üzülüyorsa -ki üzülüyor- yapacak bir şey yok.
Lüzumsuz alınganlık. Kısa süre önce, ‘buradan gidin’ demiştik zaten…
Nitekim pazartesi günü gerçekleşen kabine toplantısının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Artık tahammülümüz kalmadı. Tehditleri, Suriye’de etkin olan güçlerle ya da kendi imkânlarımızla bertaraf etmeye kararlıyız. Bardak taştı” sözleri de aynı minvalde anlaşılmalı. (‘Suriye’deki etkin güçler’ ifadesi ise ayrı konu!)
Esasen, işin buralara nasıl vardığı önemli. ABD’nin Türkiye’ye yaptığı kötülükler o kadar çok ki, ayrı bir açıklamaya ihtiyaç duymuyor. Ama ihtiyaç duyulan yer var; ABD’yle ilişkilerin ‘doğası’!
İşte bunu anlamamız gerekiyor…
***
Bütün vücudu sarmış illetin saklandığı yer orasıdır. Ülkelerin mirası tarihleridir. Bu yüzden zamanında göze batmayan ‘hastalıklı hücreleri’ almışsanız, metastaz yapar…
Mesela…
Kasım 1959’da Amerikalı bir yarbay arabasıyla Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’ndan bir grup askerin içine daldı. 11 asker yaralandı, biri hayatını kaybetti. Yarbay, Türk mahkemeleri tarafından yargılanamadı. Bir gün sonra serbest bırakıldı. Amerika’ya gönderildi. 1200 dolar para cezası verildi. Yarbayı, stres altında kaldığını düşündükleri için tatile gönderdiler.
Bu olay yaşanmasaydı, Türk kamuoyu Amerika’ya adli kapitülasyonlar verildiğinden bile habersiz kalacaktı. Benzer olay çoktur; 1956’da bir başka Amerikan askeri (Çavuş) Eskişehir-Ankara yolunda beş çocuğa çarptı. Üçü öldü. Türkiye’de yargılanamadı. Amerika 100 dolar ceza verdi! Sonra delil yetersizliğinden onun da üzerine yattılar.
***
Peki, bugün, bu dönemde, Amerikalı görevliler benzer suç işlediklerinde ne olur? Bu tecrübeler sonrasında bir kaç değişikliğe gidilmiş olsa da…
Hiç!
‘Yok artık’ demek gelebilir içinizden. Demeyin…
1 Temmuz’da Bodrum-Güvercinlik’te karşıdan karşıya geçen bir genç kızımıza otomobil çarptı. Çarpmanın etkisiyle metrelerce yükseğe savruldu. Felç oldu. Hâlâ yaşam mücadelesi veriyor. En iyi ihtimal hayatı boyunca yatakta mahkûm kalacak. Şu ana kadar tedavi masrafları da 200 bin lirayı geçti.
Arabayı Amerikalı bir NATO subayı kullanıyordu. Hem aşırı süratliydi hem kırmızı ışıkta geçmişti. Peki, Amerikalı nerede? Mahkeme adli kontrol şartıyla serbest bırakmış. Şimdi kayıp. Ulaşılamıyor. Yurt dışına çıkış yasağı var. (Hoş, eskiye göre ilerleme sayılır.) Avukatları yırtınıyor.
Şimdi diyebilirsiniz ki, “evet, çok üzücü bir olay, muhakkak gereği yapılmalı ama herhalde ABD’yle ilişkilerimizde ulusal güvenliğimizle ilgili açmazlar da şu an çok kritik”.
S-400 krizi biter, darbeler biter, çuval biter, terör biter bir gün.. Ama siz maddi-manevi birikiminizi, enerjinizi, canlarınızı yeni sorunlarla biteviye harcamaya devam edersiniz…
Yıllar, yıllar ve yıllar boyunca…