|
Size kaç ‘A Takımı’ lazım: Fidan-Kalın-Güler…

Seçim ertesi yeni kabine ortaya çıkınca herkes önce Dışişleri, Savunma, Ekonomi bakanlıklarına, takiben Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başına gelecek isimlere baktı…

Normal. Bu makamlar devletin omurgasıdır. Ekonomiyi uzmanlarına bırakıyorum. Fakat diğerleri üzerinden, “acaba bundan sonra Türk Dış Politikası, Ulusal Güvenlik anlayışı nasıl olacak” türünden bir merak tartışılmaya başlandı. Bir çizgiye kadar doğal karşılanabilir. Çünkü herkesin bir yoğurt yiyişi, stili, meseleleri ele alış biçimi var. Ancak gayrısı tat kaçırır…

Bu tartışmaların gayesi, Türkiye-Batı ilişkileri üzerine umutsuz bir temenninin ötesine geçmez. Hatta geçemez. Konjonktürel olarak kimi olaylarda, Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinde iyileşmeler olabilir ama bunlar
Ankara’nın bütün olarak ‘dünyayı tarif edişinde” Batı’nın yerini değiştiremez…

Mesela Türkiye, İsveç’in NATO üyeliğini onaylayabilir. Kişisel görüşümü çok yazdım, konuştum, tekrarlamayayım, ‘Finlandiya dahi’ dedim hep, taktik hamle olarak onaylandı, taktik doğrudur, zamanla menfi sonuçları olursa da hatırlatırız. Fakat İsveç meselesinde kamuoyu daha somut çıktılar görmelidir. Şu an böyle bir söz konusu değil.

Şimdi, biz daha Sayın Akar’a, Sayın Çavuşoğlu’na, MİT’teki görevi nedeniyle Sayın Fidan’a teşekkür dahi edemeden, ‘yeni bir kadro’ diyerek, yani; “Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan, Savunma Bakanı Sayın Yaşar Güler, MİT Başkanı Sayın İbrahim Kalın artık görevdedir” diyerek, Türkiye’nin dış politika eğilimlerinde eski Batı yönelimli çizgiyi piyasaya sürmek,
en önce bu isimlere daha mesailerinin ilk günlerinde büyük haksızlık, kimse kusura bakmasın terbiyesizlik olur.
‘HER TÜRLÜ DIŞ ETKİDEN BAĞIMSIZLIK’...
Bu isimler, tıpkı selefleri gibi Türkiye’nin en zor zamanlarında ağır sorumluluklar üstlenmiş, insan omuzunun taşıyacağı ağırlıkların çok üstünde yüklerin altına girmiştir. Buradan da hem başarıyla hem de yüksek tecrübeler biriktirerek başka makamlara yürümüşlerdir. Tecrübeleri içinde en kıymetlisi,
dünyadaki ana aktörlerin karakterlerini tam görmeleridir.
Bu “görme hali” bugün Türkiye’nin dış politikasını ve ulusal güvenliğini oluşturan “
devlet bakışı
”dır…

Esasen, Sayın Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı devir-teslim törenindeki cümleleri kâfidir…

“Devletimizin
her türlü dış etkiden bağımsızlığı
ve milletimizin iradesinin egemenliğine dayalı
milli
dış politika vizyonumuzu sürdüreceğim”…

Nokta.

‘Milli dış politika’ nedir biliyoruz ve yıllardır izliyoruz. “Her türlü dış etkiden bağımsızlık”taki “
her türlü”yü doldurmaya başladığınızda, içine Amerika da girer, Avrupa da girer, Rusya ve Çin de girer. Ama ‘sıralaması’ da böyledir!..

Şimdi kimi dört yıldızlı Amerikalı NATO generallerinin, “Erdoğan’ın artık kamuoyunu takip etme zorunluluğu kalmadı, eli rahattır, Batı’yla yakınlaşabilir” mealinde konuşmaları oluyormuş. Fazla lafa gerek yok, dayak arsızıdır bunlar…

WASHİNGTON’DAN BUNU DA DUYDUK: ‘TÜRKİYE BAĞIMSIZ DIŞ POLİTİKA İZLİYOR’…

14-28 Mayıs seçimlerinin ardından Türkiye’nin stratejik elinin nasıl/ne kadar yükseldiğini paylaştık…

Türkiye’de seçimler-hâlâ-tartışılmaya devam ettiği için yeterince kavranamıyor ama.. Protokol tebriklerin dışında ve üzerinde, Türkiye’ye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik “izdihamı”, bugüne kadar Ankara’yı dışlayan ABD Başkanı’nın birinci sıradan kutlamasını gördük.

Daha ilerisi hatta “ilk” olanı da var…

Sayın Fidan yukarıdaki sözleri sarf ederken, Washington’da, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan da şunları söylüyordu; “Türkiye’nin Batı yanlısı dış politikasını gözden geçirdiği’ yorumlarına katılmıyorum.
Türkiye’nin bağımsız dış politika izlemesi
eksen değişikliği olarak algılanmamalıdır”…

“Türkiye’nin bağımsız dış politika izlemesi”!..

Nereden nereye.. ABD bunu ilk söylüyor. İnanarak söylüyorlar, destekliyorlar, kabul ettiler, engelleme çabalarından vaz geçecekler anlamında yazmıyorum. Sadece “söylettik” diyorum.

Türkiye’nin “eşit ve adil” ilişki talebinden mutsuzluklarını biliyoruz. Türkiye-ABD/Batı ilişkileri hep kendilerine “ilişik” olduğundan, bağımsız politikaları “uzaklaşma” saydılar ve attığımız her adımı çelmelemeye çalıştılar. Şunu da kabul ederiz; bu adımların bir kısmı ‘ABD’ye rağmen ve karşı’ oldu. Şimdi, “bağımsız dış politikamız” olduğunu söylüyorlar. “Eh, bu da bir şeydir” diyebilirsiniz. Evet, artık
karakterimizi
görüyorlar ama siz yine de demeyin…

Türkiye’nin gayet haklı taleplerle de olsa Batı çizgilerinin dışına çıkmasını sindirmeleri için daha zaman var.

DİKKAT: ‘KÜRESEL MÜTTEFİK’ OLDUK!..

İkinci Amerikan vurgusu da yeni ve ilginçtir. Biden yönetimi, Türkiye ile ilişkilerini, sadece “NATO müttefikliği”yle, yani sınırlayarak/daraltarak ve kendi ifadeleriyle “kurumlar üzerinden” kurmaya çalıştı.

Fakat şimdi şöyle söylüyor; “Türkiye NATO ve
küresel ortağımızdır
/müttefikimizdir”…

“Küresel müttefik”?..

ABD-Türkiye ittifakının alanı bir anda
dünya
oluyor? NATO dışında neresidir orası? Ya da NATO’nun görev/coğrafya alanı mı taşınıyor? Ortadoğu’da Amerika’yla birlikte olduğumuzu sanmıyorum. Orta Asya ve Batı Asya’da da yok. Afrika’da da. Anlık gelişmelerin getirdiği zorunlu/sınırlı adımlar oluyor bazen, o kadar. Pasifik olacak hali yok ya!

ABD-Türkiye arasında parça-başı işler var, onlar yürüyecek. Ancak Batı’ya yapışmaya ve transatlantik ittifak içinde Türkiye’nin diğer ortaklıklarına halel getirecek baskılara gönül düşürenler hayal görmesin.

İlaveten, ABD’nin de kendi özel durumu yüzünden Türkiye’nin üzerine yürüyecek dermanı, zamanı yok. Seçim dönemine girildi. Bir yıldan fazla var ama onlar da öyledir. Şimdi biz, ‘hele seçim sonuçlarını görelim’ diyeceğiz…

#Siyaset
#Politaka
#ABD
#NATO
#Nedret Ersanel
1 yıl önce
Size kaç ‘A Takımı’ lazım: Fidan-Kalın-Güler…
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık