|
Tanzimat kafası
Tanzimat kafasını iyi tanımalı. Daha sonraki siyasal gelişmelerin kökeni bu kafa yapısına dayanıyor. Bu bakımdan önemli... Bu nedenle yeri geldikçe ele alıyorum.

Bir kafa yapısını eleştirmek, onu illa da olumsuzlama (negation) anlamına çekilmez, çekilmemeli.
Tanzimat Fermanı iyi niyetle ilan edildi. Besmele'yle başlayan bu ferman, temelde, Osmanlı Devleti'nin kendini inkâr etmesinin başlangıcını teşkil etti. O fermanın ilanına vesile olan, ona öncülük eden kimselerin temelde İslam dini ile bir nizası olduğunu ileri sürmek yanlış olur. Ne var ki, fermanın metnini kaleme alan kafa yapısı, aslında kayda geçirdiği metnin neye yol açacağının farkında değildi. Ferman bir İngiliz Büyükelçisi ile istişare edilerek hazırlandı. Biz, temelde, o büyükelçinin (Lord Stratford Canning) niyetini de sorgulamıyoruz. Mustafa Reşit Paşa, İngiliz Büyükelçisi'ne, biz (Osmanlılar) niçin sanayileşemiyoruz, diye soruyor. Büyükelçi de: “Siz eşitliği kabul etmiyorsunuz, Müslümanlarla gayrimüslimleri eşit hale getirirseniz idari yapınızı düzeltmiş olursunuz, buradan da sanayileşmenin yolunu açarsınız” kabilinden bir öğütte bulunuyor. Reşit Paşa, bu öğütten hareketle Tanzimat Fermanı denilen metni kaleme alıyor ve o tarihte henüz 17 yaşında olan padişaha imzalattırıp ilan ediyor. İşte kafa karışıklığı tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Eğer mücerret eşitlik söz konusu ise, Allah’ın Resulü insanların Âdem'den, onun da topraktan gelmesi hasebiyle bir tarağın dişleri gibi birbirine müsavi olduğunu dermeyan ediyordu; üstünlüğünse takvadan kaynaklandığını beyan ediyordu. Bu açıdan İslam, Batı dünyasından asırlarca önce zaten insanlar arasındaki eşitliğin ve farklılığın kaynağının ne olduğunu biliyor ve uyguluyordu. İşin tuhafı, işbu Tanzimat Fermanı'na ilk itiraz da gayrimüslimlerden geldi. Onlar, fermanda dermeyan edilen eşitlikten memnun kalmadı. Çünkü, diyorlardı, biz Müslümanlarla eşit tutulursak zekât ödemek ve askere alınmak zorunda bırakılırız. İslam hukukunun gayrimüslimleri askere almamasının nedeni eşitlik gerekçesinden neşet etmiyordu. İslam’da zekât da, cihat da ibadet sayıldığı için onlar bu külfete (göreve) iştirak etmekten muaf tutuluyordu. Yani İngiliz Büyükelçisi'nin asla aklına getirmediği ve halen hiçbir demokrasinin ulaşamadığı çok yüksek bir hukukî ilke söz konusuydu.

İşte bu Tanzimat Fermanı'nın inşa ettiği kafa yapısı o tarihten itibaren talihsiz bir neslin ortaya çıkmasının yolunu açtı. O gün bu gündür, Müslüman aydınlar, Batı kavramlarını benimseme çabasına girişti. Fakat gerçekte ne Batı kökenli kavramların künhüne vakıf olabildiler, ne de kendi özgül kavramlarına sahip çıkmayı başarabildiler. Böylece Batı'yı İslam’ın terimleriyle anlayıp değerlendirme yerine, İslam’ı Batı'nın terimleriyle değerlendirme yolunu tuttular. Batı'nın ilmini onun ahlakından yalıtılmış olarak düşündüklerinden, onun ilmini alalım ahlakını almayalım kabilinden talihsiz bir açmazın içine düştüler.

Batı'da özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi kavramları gördüklerinde, bu kavram bizde de var demeyi âdet haline getirdiler. Oysa Batı'da aynı isimle anılan kavramlarla İslam’ın öngördüğü kavramın muhtevası birbirinden farklıydı. Fransa’ya İngiltere’ye tahsile giden Osmanlı aydınları, oradan tam bir kafa karışıklığına uğrayarak yurda dönüyordu. İlk halka Jön Türkler, bir süre sonra onların örgütlediği ve sonunda siyasal bir kuruluşa dönüşen İttihat ve Terakki Partisi... Sultan Abdülhamit Han'ı halleden kadro... Irkçılığı bir siyasal hedef olarak benimsemiş olan kafalar... Eğer niyet sorgulamasına gidilirse, kaideten hiçbir ferdinin kötü niyetle yola çıktığını ileri sürmek mümkün olmayabilir. Cumhuriyet de son tahlilde bu kafa yapısının ürünü olarak ortaya çıktı. Burada kişilerin bireysel olarak dindar veya seküler anlayışa sahip çıkması önem taşımıyor. Aynı yolun yolcuları, bir trende belli bir hedefe doğru yol alıyor; ne ki, yolcuların bazısı trenin sol penceresinden, bazıları da sağ penceresinden bakarak güzergâhı izliyor. Fark bu kadar... Ama kafa karışıklığı tümüne hâkim... Onlardan bazılarının bireysel olarak dindar olması, ahalinin kafasını iyice karıştırmaktan başka bir sonuç doğurmuyor. Bilakis, kafa karışıklığının kökleşmesine medar oluyor.

Bir ilmin butlanı onun müntehasında belli olacağı gibi, bir siyasal görüşün butlanı da onun müntehasında ortaya çıkar. Bazı generallerin, paşaların, şairlerin, başbakanların kişisel olarak dindar olması kamuyu ilgilendirmez; kamuyu onların hangi gayeye hizmet ettiği belirler. Nitekim Tanzimat Fermanı'nın banisi Reşit Paşa'nın dindar olup olmadığını sorgulamıyoruz bu gün. Ya neyi sorguluyoruz? Hangi fasıklıklara yol açmış olduğunu...

Bir de şu var: fasıklar da sâlih bir tasavvurla yola çıkmış olabilir. İttihatçıları böyle bir tasavvur içinde kabul etmek mümkün olsa da, ika ettikleri habaseti görmezden gelmek mümkün müdür?
#tanzimat
#osmanlı
#rasim özdenörenin yazıları
9 yıl önce
Tanzimat kafası
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler