|
Avrupa’nın ayarı nerede kaçtı?

Modern coğrafya bilimi insanlığın bilgi dağarcığına çok şey katmıştır. Buna hiç şüphe yok. Medyûn-u şükrânız. Lâkin coğrafya bilgilerinin şekillenişi, aynı zamanda yeni bir coğrafî bilinç oluşturmaktan da geri kalmamıştır. Sorunlu olan da budur. Açalım…

Modern bilimlerin
nesnellik
üzerine kurulduklarını biliyoruz. Bu, bir bakıma, bilimin ele aldığı her olguyu nesne mertebesinde görmesini zarûrî kılan bir bakıştır. Mesele tek başına tabiat veyâ daha genel mânâda eşya âlemi olduğunda bir sorun yoktur. Sorun,
gayrı maddî dünyâların aynı işlemin konusu hâline getirilmesinde
başlıyor. İsterseniz bir misâl üzerinden gidelim: Yağmurun nasıl yağdığını modern bilim bize açıklıyor. Bu bilgiden kim rahatsız olabilir ki? Tam tersine, yağmur veyâ diğer hava olayları hakkında bilimsel bilgi sâhibi olmak, pratik düzlemde insanlığa büyük bir fayda sağlar. Burada kaybeden ve yeni bilgiden rahatsız olanlar, yağmuru yağmur tanrısının kaprisleriyle açıklayan pagan ruhbanlar veyâ belki şâirler olabilir. Bu rahatsızlığa bakılıp geçilebilir.
Bilimsel bilgilerin
dünyânın büyüsünü çözen
bir tesiri olduğunu pekalâ biliyoruz. Burada iki şeyi ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Büyü kaybı ve mânâ kaybı. Her büyü, dünyâyı bir şekilde mânâlandırmadır aslında. Cehâlet, büyük ölçüde, maddî varlıkları kuşatan büyülerde ısrarlı olmaktır. Gelin görün ki,
varlık dünyâsı, kolaylıkla maddî -maddî olmayan ayırımını kaldırmıyor.
Maddî temeldeki her açıklama, maddî olmayan tekmil açıklama tarzlarını geriletiyor ve boşa çıkarıyor. Bir raddeden sonra bu, kaçınılmaz olarak bir mânâ kaybına, varlık karşısında büyüyen bir yabancılaşmaya yol açıyor. Yâni diyalektik işliyor. Bilgilerimizle yabancılaşmayı aşmak niyetiyle yola koyulmuş, belli bir mesâfe kat etmişken, savrulup bilgilerimizle daha fazla yabancılaştığımız bir âleme sürüklenebiliyoruz.
Sorunların başa gelinmez noktaya geldiği evre,
tabiat bilimlerinde uyguladığımız metodları beşerî meselelere yansıtmak
hırsımızdır. Nesnel metodlarla insanı veyâ insanla alâkalı sırları aydınlatacağız derken insandan biraz daha yabancılaştığımız bir noktaya sürükleniyoruz. Coğrafya bu sorunları berrak bir şekilde tâkip edebileceğimiz bir kesişim alanı. Mekânla olan ilişkilerimizde bunu çok berrak bir şekilde görebiliyoruz. Aklıma ilk düşen kavramlardan birisi şu mâhut
Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu
gibi kavramlardır. Coğrafyanın modern mânâda bilimselleşmesinin mahsûlleridir bunlardır. Coğrafî mekânların tesbitinde kullanılan ve yön bildirimleri sağlayan kelimelerin isimlendirmede kullanılması, bu
mekânların, zengin çeşitlilikler ve derinlikler taşıyan, mânâ yüklü târihsel birikimlerinin zımparalanmasını
ifâde ediyor. Keşke bununla da sınırlı kalsa.. Bu nesnel coğrafî ayırımlar, aynı zamanda son derecede sakat bir yeni mânâlan-dırmanın kapılarını açıyor. Târihsel tecrübelerin konusu olan mâna örüntülerinin dışında, tamâmen
fantastik, gerçeküstü bir mânâlandırma
bu. Geri kalmışlığı, uygarlık yoksunluğunu ifâde ediyor ve içinde derece derece önyargıların yüzdüğü, yargılayıcı bir zihin kabûlüne karşılık geliyor.
Benzer bir kavramsal savrulmanın sosyolojide de yaşandığını düşünüyorum. Tıpkı Ortadoğu gibi,
orta sınıflar
kavramlaştırması da yüklü bir târihsel birikimin zımparalanmasına, içinin boşaltılmasına işâret ediyor. Ama bir farklılık var. Dünyâyı jeokültürel olarak Batı ve Doğu olarak taksim ederken, bir öz tahkimât ve dışlama yapıyorlardı. (Hoş bu ayırımı son demografik gelişmeler boşa çıkarmadı değil). Ama orta sınıf kavramlaştırması dramatik bir şekilde seyrediyor ve bu kavramlaştırmayı yapan çevreleri doğrudan ve içeriden vuruyor.
Orta sınıf târihi, bir
burjuvalaşma
sürecinin içinden geliyor. Çileli yollardan geçerek
insanın kendisini başaran
(selfmade man),
kendi şahsiyetini vücûda getiren ve sınıfsal kültürlenmesini sağlayan, hatırı sayılır bir dünyâ görüşü olan
sosyal bir oluşumdu bu. Pek çok açıdan eleştirilebilir; ama özünde saygıdeğer olduğu teslim edilmelidir. Burjuva dünyâsı tarihsel-kültürel bir kategoridir. Ama zaman içinde, bilhassa konvansiyonel Marksizm’in tesiriyle burjuva kavramı dejenere olmuş,
maddîleşmiştir
. Bu maddîleşmeye, itaatkâr babyboomer nesiller üzerinden, yeniden bölüşüm süreçlerinin kapsamında,
sefil durumdaki aşağıdakilerin burjuva standartlarına eklemlenmesi
mânâsına gelen yaygın bir demokratikleşmenin eşlik ettiğini biliyoruz. Neticede, iddialı kültürel derinlikler taşıyan burjuvalaşma süreçleri yavan, nihâî tahlilde
tüketim örüntüleri temelinde , geçinme endeksleriyle ölçümlenen yavan bir orta sınıflaşma
tarafından teslim alınmıştır. Bununla da kalmamış, orta sınıfların büyümesinin istikrârın ve düzenin sigortası olduğunu imleyen yaygın bir bakış ortaya çıkmıştır. Modern sosyolojide yapılan orta sınıf analizlerinde bunları rahat bir şekilde tâkip edebiliyoruz. Hâsılı,
orta sınıflaşma maddî bir süreç ve kültürel olarak burjuvalaşmanın bastırılması, sönümlendirilmesidir.
Son krizlerle berâber bu sınıf da hızlı bir erime sürecine girdi. Mesele bunu nasıl karşıladıklarıyla alâkalı.. Hemen belirtilere (semptonlara) bakalım: Şaşkınlık, ne yapacağını bilmezlik, hiddet, yolsuz, yordamsız bir kıyam hâli..Demogog liderlikler, partilemeleriyle mâruf Sanna Marin’ler, donuk Magdelena Andersson’lar, Olaf Scholz’ler ..Kitleleri ise Sarı Gömlekliler ve türevleri.. İşte Avrupa’nın ayarının kaçtığı yerler…
#coğrafya
#orta sınıf
#maddi
#Magdelena Andersson
2 yıl önce
Avrupa’nın ayarı nerede kaçtı?
Kripto uzmanlarının şüpheli ölümleri unutuldu!
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!