|

Üç ayrı kadın, üç ayrı yorum

Söz konusu kadınlar olduğunda tüm kadınların aynı fikirleri taşıdığı zannedilir. Kadın sorunları, kadın hakları denilince de bir konsensüs olduğu düşünülür. 13 Müslüman ülkenin ardından Türkiye'ye geldiğimizde Türkiyeli kadınlar yaklaşım farkları fikirlerini ifade ederken özgüvenleri ve kompleksiz tutumları ile bir çok ülkeden çok daha farklı bir profil ortaya çıkarttılar. Düşünen,üreten,dayatma ve empoze kadın özgürlüğü tanımlarına karşı çıkan veya savunan Türkiyeli kadınlar kendilerin özgü duruşları ile farklarını ortaya koydular. Yola çıkarken rakamlarla başarılarıyla Türkiyeli kadınların farkını ortaya koymak istemiştik ama geldiğimiz yerde Türkiyeli kadınların en büyük zenginliğinin yaklaşım farkları olduğunu anladık. Ve işte bunların içinde üç farklı kadın Yazar Alev Alatlı, medya patroniçesi Vuslat Doğan Sabancı VE vergi rekortmeni bir sanatçı Hülya Avşar. Üç ayrı pencereden kadın sorunlarına farklı bakışlar...

Ayşe Böhürler
00:00 - 28/01/2007 Pazar
Güncelleme: 21:03 - 27/01/2007 Cumartesi
Yeni Şafak
Üç ayrı kadın, üç ayrı yorum
Üç ayrı kadın, üç ayrı yorum

Türkiye'deki kadın meselesine yaklaşım farklarını ortaya koyarken sinemadan sahneye, dergi yöneticiliği, ticaret ve sivil topluma kadar pek çok alanda çalışma yapan bir isim olan Hülya Avşar'la da mutlaka görüşmemiz gerektiğini düşündük. Türkiye'nin en yüksek tirajlı kadın dergilerinden birisinin yayın yönetmenliğini yapıyordu, kadın temalı filmlerde oynuyordu. Peki kadın sorunlarına ne kadar vakıftı? Hülya Avşar her ne kadar medyada daha çok özel hayatı ile yer alsa da uğraş verdiği pek çok alanda başarıyı yakalamış bir isim. Görüşlerini söylemekten hiç kaçınmıyor. 'Kadın severse' dizi filminin setinde yaptığımız görüşmede de öyle oldu. Kendisini muhafazakâr olarak tanımladı, aile değerlerinin korunması gerektiğini savundu, feminizme ve Avrupa Birliği'ne karşı olduğunu vurguladı. Sadece “Başbakan eşi veya bakan olsaydım sivri şeyler yapardım” şeklindeki sözlerini açmasını istediğimizde bundan kaçındı. Geri kalan tüm soruları açık yüreklilikle cevapladı. Ama biz ona sadece kadınları ve Türkiye'yi sorduk, kendisini değil…


Hülya Avşar: Kendimi bir ürün olarak görüyorum
Bir aşiret kızı olarak doğudaki kadınla ilgili töre ve gelenekler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben aşiret kızıyım, daha doğrusu Türk, Kürt hatta Yörüklük gibi birçok unsur var ailede. Fakat ben sıkı bir aşiret ortamında bulunmadım. Hep büyük şehirde yaşadım. Yine de sülalemin çoğu Doğu'da yaşıyor. Korunması gereken gelenek ve göreneklerimiz muhakkak ki var. Aile içerisinde sadakat çok önemli. Fakat benim gibi İstanbul veya Ankara'da yaşayanlar bu kadar katı değiliz. 'İlk, evlenilen kişiyle cinsel ilişkiye girilir' diye katı bir kural olmamalı bence. Böyle maddesel, insanları görsellik açısından hem iyi hem kötü etkileyecek herhangi bir şeyin düşüncelere ve hayat şekline yansımasına karşıyım. Benim için korunması gereken tek şey sadakat.


Feminizme nasıl bakıyorsunuz, feminist misiniz?

Öncelikle şunu söyleyeyim: Hiçbir şekilde feminist değilim. Feminizmi çok da kabul edemiyorum. Allah rahmet eylesin Duygu Asena'yla bu konuda yıllarca tartışmalarımız da oldu. Günaydın gazetesinde yazıyordum. 'Feminizmi kollayan herkes icraatı olmayan lezbiyenlerdir' şeklinde bir yazım çıkmıştı. Çok ağırdı ama bu yazdıklarıma daima inanmışımdır. Bence kadınla erkek arasında manevi anlamda bir takım duygu farklılıkları olmalı. Kadın her zaman bir erkeğin koruması altında olmalıdır, bence bir erkek, bir kadın ilişkisinde muhakkak bir sahiplenme olmalıdır. Bir erkek, erkek olmalıdır, evin içinde hep bir kişi bir adım önde olmalı. Çocukların aile içerisinde muhakkak bir kişiyi daha farklı görmeleri gerekiyor. O zaman saygınlık oluyor diye düşünüyorum. Feminizmin hırstan doğan bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü feminizm dendiği zaman bir şey beni itiyor. Halbuki onun adı başka bir şey olsa belki daha mantıklı gelecek.


Peki 'kadınla erkek eşittir' fikrine katılıyor musunuz?

Feminist değilim ama bence eşittir. Ben de çalışıyorum, o da para kazanıyor. Fakat bu demek değildir ki erkek de kadınla ev içerisinde aynı hareket edecek. Açıkçası ben böyle bir erkekle yapamam. Ben hala eşine hizmet eden bir kadınım. Onun için çok fazla feminizme yakın duramıyorum. Bu kadın hareketi meselesinde de beni hiçbir şekilde engellemiyor. Çünkü onun da, savunmamız gereken tarafları var savunmamamız gereken tarafları var.


Aile sizin için ne ifade ediyor?

Kadın, aile içerisindeki davranışlarıyla aile dışı davranışlarını ayırmalı. Kadın çalışmalı, Başbakan olmalıdır. Kadın da düşündüğünü söylemeli, çekinmeden hareket edebilmelidir. Fakat kadın evin içinde aile olmalıdır. Kadın toparlayandır, erkek istese de bunu yapamaz. Çünkü elini taşın altına koyan ve birçok erkekten çok daha akıllı kadınlar var. Ben kendimi birçok erkekten hem politikada hem de iş hayatında çok daha akıllı görürüm. Bundan iki ay kadar önce şehit düşen askerler ve anneleriyle ilgili bir yazı yazdım. İçimden geldi. Her kafadan bir ses çıktı: “Sen kim oluyorsun da bu işe el atıyorsun.” Ben sadece bir sanatçı değilim ki anneyim, vatandaşım ve kadınım. Duygularımı tabii ki söyleyeceğim, tabii ki taraf olacağım.


Sizce Türkiye'de kadınların en önemli sorunu nedir?

Kadınların en çok ekonomik anlamda sıkıntı çektiklerini düşünüyorum. İkinci olarak ise ilgisiz bulabilirsiniz ama kadınların en çok aldatılmaktan şikayetçi olduklarını okuyorum. Dergiye gelen mektupların çoğunda kadınlar aldatılmaktan yakınıyorlar ve “Sizin gibi kendi paramızı kazansaydık, sizin gibi güçlü olurduk” diyorlar. Yani aslında sorun yine ekonomik.


Kadın haklarını savunmak aileye zarar veriyor mu?

Öyle bir şey ki görsellik çoğaldı, yaşamadan çok şey görüyor insanlar. Şehirli kadın kendini geliştirdikçe ailedeki düzen bozulmaya başlıyor. Köydeki kadın kendini geliştirmedikçe, erkek görsellikle karşı karşıya kaldıkça arada uçurum çoğalıyor. Ve bu da yavaş yavaş çok eşliliklerin artmasına, evliliklerin bitmesine, hatta aile kurulmasını engelleyen sebepleri ortaya çıkarıyor. Sadece iki kişiden oluşan evlilikler bana göre zaman içerisinde yok olacak. Çünkü dediğim gibi kadının para kazanması da problem, eşinin yükselmesi de problem. Bir türlü dengeyi kuramamış durumdayız.


Türkiye'nin modernleşmesine ve Avrupa Birliği sürecine nasıl bakıyorsunuz?

Bu AB'ye girme isteği ve çabalarımız, hani altyapısı sağlam olmadan üstte yapılan süslemeler var ya bunlar bizi çok etkiledi. Bu hem aileyi, hem ülkeyi, devleti ve pekçok şeyi derinden yaraladı diye düşünüyorum. Yanlış. Erken buluyorum, ikincisi de sömürge olacağımızı hissediyorum. Çünkü hazır değiliz. Süs var, makyaj var. Makyaj silindiği zaman altından neler çıkacak kim bilir? Kendi kazdığımız kuyuya düşeceğiz sanki. 'Haydi gelin deseler' tökezleyeceğiz. Haydi gitsek özgürlüğümüz kısıtlanacak.


Peki Türkiye'de bir değişimin olması gerekmiyor mu? AB bu değişimde etkili değil mi?

AB ile kendimizi kurtarabileceğimizi düşünmüyorum. Bir kere Hükümet kim olursa olsun, başımızda kim varsa, istikrarlı bir şekilde ikinci kez iktidara gelmediği sürece, halk da hükümetine, devletine inanıp güvenmediği sürece adam olmamız mümkün değil. Biz önce bu istikrarı sağlamalıyız. Ben bir tek şeye inanıyorum: Yanlış bile olsa kararımın arkasında durduğum an onu doğruya çevirebilmişimdir. İstikrar ama sadece istikrar bana hep doğru yolu göstermiştir.


Ülke meseleleriyle yakından ilgilisiniz. Siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?

Siyasete girmeyi düşünmüyorum çünkü kıymetimin bilinmeyeceğini biliyorum. Sanatçı olduğum için söylediğim hiçbir şey inandırıcı olmayacak, en son beni dinleyecekler. Açıkçası bu duruma kendimi düşürmek istemiyorum. Bazı konularda kesinlikle provakatörlük yapacağım ama…


Hangi konularda? Siz iş kadınları derneği içinde de yer alıyorsunuz…

Türkiye İş Kadınları Derneği (TİKAD) zaten bunun ilk adımlarından biriydi. Herhalde en çok üyesi olan derneklerdeniz. Bir takım sosyal sorunları kendi çabamızla halletmeye çalışıyoruz. Ama TİKAD asla sadece kadın hareketi değil, içimizde erkekler de bulunabilir. Buna her zaman açığız. Yine de sesimizi duyurmakta zorlanıyoruz. Benim popüler oluşum sayesinde yaptıklarımızı duyuruyoruz ama bu da bana çok gerçekçi ve samimi gelmiyor.


Bu ülkede en çok neyin değişmesini isterdiniz?

Türkiye'yi yöneten insanların, bakan, milletvekili, başbakan ya da hanımları olabilir, dünyayı şaşırtacak büyük bir cesaretle hiç kimsenin beklemeyeceği bir değişim yapıp gündeme gelmesi, Türkiye'nin, Türk kadınının neler yapabileceğini göstermesi lazım. Ben bir başbakan eşi ya da bir bakan olsaydım, inanın Türkiye adına kendimi feda edip çok sivri şeyler yapardım diye düşünüyorum. Yönetici kadınların daha cesur ve sivri olmaları şart. Bu dönem böyle bir dönem. Bu dönem geçtikten sonra istedikleri kadar sivri olsunlar işe yaramayacak.


Türkiye doğu ve batı arasında köprü olan bir ülke. Siz kendinizi daha çok nereye ait hissediyorsunuz?

Ben kendimi hem doğulu, hem de batılı olarak tanımlıyorum. Düşünce yapısıyla doğulu, yaşam şekliyle ise batılı olarak tanımlıyorum. Son derece muhafazakar bir düşünce tarzım var. Yaptığım sporu, giydiğim dekolteyi ise çok seviyorum. Dolayısıyla bu anlamda da batılı bir kadınım. Bunları da çok iyi birleştirmiş biri olarak aslında politikacı olacakken yanlışlıkla sanatçı olmuş ve bu şekilde idare etmeye çalışan bir kadın olduğumu düşünüyorum. (Gülüşmeler.)


İstikrarsızlıktan nefret ediyorsunuz. Takımını değiştiren futbolculara bile kızıyorsunuz. Peki neleri seviyorsunuz?

Her krizde Türkiye'nin, Türk insanının elele olması kesinlikle çok önemli. Ben ne Avrupa'da, ne de ABD'de bunu görüyorum. Türkiye'nin en güzel tarafı herkesin kriz anında birbirine kol kanat germesi. Bu arada vergide hep ön sıralarda yer alan bir sanatçı olarak konuşmaya da hakkım olduğunu düşünüyorum ve arsızlık da olsa konuşacağım.


Aile ve kariyer arasında kalsaydınız tercihiniz ne olurdu?

Niye ikisi birden olmasın ki anlamadım. Eşim tarafından aldatılmayan bir kadın olsaydım, ikisini de yürütüyordum.


Kariyer konusunda kadınların birbirlerine daha fazla engel olduğu görüşüne katılıyor musunuz?

Evet. Mantıklı. Kadınlar, kadınların önünü muhakkak ki keserler. Çünkü erkeklerde henüz bu kadar fesat düşünce gelişmemiştir. Yanlış anlaşılmasın ben bu fesat düşüncelerin de zeka ürünü olduğunu düşünüyorum. Ben mesleğimde önüme geçecek birine katiyen izin vermedim vermem de…


Size göre başarınızın arkasında ne var?

Samimi olduğuma inanıyorum. Kabiliyetliyim. Tabii ki çalışkanım. Bir de kendimi insan olarak değil de ürün olarak görürüm. Her sene tekstilde bir ceket geliştirilip kumaşı nasıl daha kaliteli hale getiriliyorsa, ben de kendimi bir ürün olarak görüyor ve her sene ona yeni bir şey katmaya çalışıyorum.



Vuslat Doğan Sabancı: Hürriyet'te dedikoduyu azalttım

Babalar, son yıllarda şirketlerinin yönetimini kızlarına bırakıyor. Vuslat Doğan Sabancı, Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan'ın kızı. Ve bugün medyanın amiral gemisi olarak tanımlanan Hürriyet gazetesi İcra Kurulu Başkanı. Yani kritik ve önemli bir yerde. Eğitimini Amerika'da yapmış. İki yıl New York Times ve Wall Street Journal'da stajyer olarak çalışmış. Aynı zamanda 7 yıldır Uluslararası Basın Enstitüsü'nün tek kadın yönetim kurulu üyesi. Medya dünyası gibi yüzbin oyunun, dengenin, ilişkinin ve cin fikirli adamların ortasında medya patronu olmayı Vuslat Doğan ile konuştuk. Daha çok da Türkiye'ye bakışını…


Bir kadın olarak bugün bulunduğunuz göreve geliş hikayenizi anlatır mısınız?

Anadolu'dan gelen ve dört kızı olan bir babanın çocuğuyum. Aydın Bey, İstanbul'a üniversite okumak için geldi ve buraya annemle evlendikten sonra taşındılar. Kökenleri Gümüşhane'de olan bir aileyiz. Erkek kardeşimiz yok. Bu mutlaka etkili olmuştur, her zaman sorumluluk alacağımız, ayaklarımız üzerinde durmamız gerektiği öğretildi. Babamızın şirketi bugün olur, yarın olmayabilirdi. Çevremizde, toplumda bir kadının özellikle medyada o zamanların Bab-ı Ali'sinde hele Hürriyet'te yöneticilik yapması çok kolay kabul edilebilir şey değildi. Karşımda olanlar da vardı. Ancak Doğan Grubu'nun Başkanı İmre Barmanbek, yıllardan beri Aydın Bey'in sağ kolu olarak devam etti. Babam ve annem çok açık insanlardı, bunları vermek için iyi takımdılar.


Sizin yöneticiliğiniz Hürriyet grubuna nasıl bir katkı sağladı. Bulunduğunuz görevde ne kadar etkin olabildiniz?

Hürriyet'i Doğan Grubu'nun alması 12 yıl evveline gidiyor. Gazetede alt seviyeden, reklam satarak ve ufak ilanlarla başladım. Bugün 10. yılımı doldurdum. Bu dönem içinde Hürriyet şirket olarak çok farklı bir yere geldi. Ekonomik açıdan 1.5 milyar dolarlık bir şirket olduk. Fakat Hürriyet, bir buzdolabı fabrikası değil, daha önemli bir rolü ve sorumluluğu var. Türkiye'nin en büyük ve en etkin gazetesi. Bu gazeteyi yönetirken, sosyal konularda daha hassas ve daha özenli olunması gerektiğini göstermeye çalıştım. Mesela 'kadın' konusu. Özellikle Hürriyet gibi lokomotif, etkin bir gazetede yapılanlar basına hızla yayılıyor.


Medya dünyasındaki erkek hakimiyeti hep görmek istediği, gözlerine hoş gelen kadını ilk sayfalara taşıdı. Hürriyet de böyle bir gazeteydi. Siz bir fark getirebildiniz mi?

Fark ettim ki birçok meslektaşımla anlaşamıyoruz. Kadın meselesine sadece çıplak fotoğraf, güzel ve çirkin kadın düzleminde bakıp daha derine inemiyorlar. Bunun üzerine 'kadın grubu' kuruldu. Ferai Tınç bayraktarlığını yaptı ve Hürriyet, diğer medyayı da takip eden, gerekli gördüğü yerlerde eleştirel ve kritize eder hale geldi. Aile içi şiddet meselesi ile ilgilenmemiz bunun uzantısıdır. Grup toplantılarından çıkan bir sonuçtur bu.


Size göre Türkiye'deki en önemli kadın sorunu nedir?

Şiddet, en önemli kadın ve insan hakları sorunudur. Eğitim de özellikle Doğu'da ciddi sorun. Birçok aile ekonomik koşulları el vermediği için erkek çocuklarını okula göndermekle yetiniyor. Bunun da üzerine gidilmeli. Siyaset çok önemli, ama maalesef siyasete katılım çok az. Diğer ülkelerde de az. Hepsi birbiriyle ilintili. Eğitim oldukça, sorunlar azaldıkça siyasete de katılımın artacağından eminim.


Türkiye'yi doğu ve batı arasında nerede görmek istersiniz?

Doğunun ya da batının bir parçası olmak yerine Türkiye kendi durduğu yerde başarılı olmalı. Şahsen, beni batıda bir şirkete koysanız, doğudaki bir şirkete göre daha rahat çalışırım. Çünkü aldığım eğitim ve iş deneyimim şu ana dek tamamen batıya yönelik.


İş dünyası da sonuçta erkeklerin hakimiyeti altında. Nedense buralarda başarılı olan kadınlar hep biraz erkekleşme parantezi içinde değerlendirilir. Siz kendinizi nasıl görüyorsunuz?

İş kadını olmak, erkek gibi olmak demek değildir. Buna şiddetle karşı çıkıyorum. Zaman zaman bu tuzaklara ben de düştüm. Kendimi ispat etmek için özel hayatımı ihmal ettim ama iş kadını olmak illa siyah pantolon, ceket ve beyaz gömlek değildir. Kendi kimliğini, anne ve kadın olarak koruyup iş dünyasında başarılı olmaktır. İki çocuk annesi olarak, yoğun bir iş temposunu götürmek tabii kolay değil. Bir insanın kendi içinde hesaplaşmaları, gelgitleri oluyor.


Ailenizi ataerkil olarak tanımlayabilir misiniz? Din ile ilişkileriniz nasıl? Bu ülkede dindar kadınlara yönelik bir baskı olduğunu düşünüyor musunuz?

Çok bağımsız ve demokratik bir ortamda yetiştim. Kurduğum aileye ataerkil diyebilmem mümkün değil. Dinle ilişkim çok kendi başıma yaşadığım ve topluma da yansıtmadığım bir ilişki. Türkiye'de dini inançlarını daha özgürce yaşamak isteyen kadınlar sıkıntı duyuyor olabilirler. Başımı bağlamak istiyorum ve bağlayamıyorum gibi sıkıntım yok. Onun için asla baskı hissetmedim. Bunu doğal karşılıyorum ve insan hakları açısından önemsiyorum, insan istediğini giyinebilmeli, inançlarını istediği gibi yaşayabilmeli. Fakat bunun politikleştirilmesine, simgeleştirilmesine karşıyım.


Biraz da siyaset… Türkiye'deki değişimi nasıl yorumluyorsunuz?

Tek parti iktidarı karar mekanizmalarını daha hızlı çalıştırdı. Türkiye uzun zamandır atmadığı adımı attı. Ecevit döneminde başlatılan bir adımdı aslında ama bunu tamamladı. Önümüzde daha çok adımlar var. 10 yıl gibi bir süreçten bahsediliyor. En önemlisi bizim iç politikadaki istikrarımız. İstikrar olursa ve her parti bunu önüne önemli bir hedef olarak koyarsa Türkiye hedeflerine kilitlenir, kilitlenince de başarılı olur.


Bildiğimiz medya dünyasının kaotik bir yapısı vardır, çok güçlü isimler bile burada dönen oyunlara uzun süre dayanamaz. Medya patronunun kızı olmanın dışında burada sizi güçlü kılan faktörler neler oldu?

Bab-ı Ali hızla değişiyor. Çok Bizans oyunları oynanır ve herkes birbirinin ayağını kaydırmaya çalışırdı. Hürriyet'in başına geldiğimden bu yana bunu kırmak ve paylaşımcı, açık bir yönetim anlayışı getirmeye çalıştım. Çok da etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü bizim dalaverelere ayıracak zamanımız yok. Bir aile havası yaratmaya çalıştım ve şiddetle karşı çıktım dalaverelere. Kimse bana, odamdan çıkan birisini eleştiremez. 'Yanında eleştir ya da eleştirme' derim. Dinlemem. İsimsiz mektuplara asla cevap vermem. Bu nedenle Hürriyet'te koridor fısıltıları çok azaldı. Söylenenleri kontrol ederim, birine sorarım. Temkinliyim. Kimseyi kolay kolay harcamamak ve yanlış adım atmamak lazım. Kolay kandırılacağımı sanmıyorum, bilakis erkekler, o kadar çok kendi kendilerine türetip, kendi kendilerine pişirip yiyorlar ki, işlerine öyle geldiği için öyle söylüyorlar. İş dünyasında erkekleri çok daha saf ve naif görüyorum.


Alev Alatlı: Türk erkeği melek gibidir

İçeride, dışarıda herkes “kadın sorunu var” derken bunun tam tersini söyleyen bir aydın, Alev Alatlı… Kadın meselesine kendi sokağından baktığını söylüyor. “Türkiye'de kadın meselesi yok, erkek meselesi var” iddiasını haklı çıkarırcasına suskun kalan erkekleri yine bir kadın olarak kendisi savunuyor. Alev Alatlı ile bu röportajı büyük bir hayalin ürünü olan Kapadokya Üniversitesi'nin bahçesinde yaptık. Anadolu'nun ortasında Mustafapaşa köyünü doğal sesleri içinde bir üniversite yapmak yeterince çılgın ve bir o kadar da anlamlı, Alev Alatlı da öyle.


Türkiye kadın sorunlarının yumak olduğu bir ülke, siz bu sorunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadının ayrı bir faktör olarak ele alınmasını yadırgayan biriyim. Dünyanın neresinde olursa olsun kadın, yaşadığı kültürün ayrılmaz bir parçası. O yüzden uluslararası kadın dayanışması filan bana hep sakat gelmiştir. Çünkü kadının ortak tarafı varsa o da çocuk doğurmasıdır. Mesela Madam Merkel, Sudanlı bir çocuğa süt annelik yaptığı zaman kadın olarak görebiliyorum. Şimdi bu temel ortak nokta işlemediği sürece geri kalan bana biraz moda akımı gibi geliyor. Bunun altında yine batı çıkışlı bir feminizm olduğunu düşünüyorum.


Türkiye'de toplumun ataerkil bir toplum olmadığını söylüyorsunuz…

Türk toplumunun ataerkil olduğu şeklindeki anlayış doğru değil. Tersine biz anaerkiliz. Biz kadın-erkek ilişkisi deyince, işte karı- koca veya sevgili ilişkisi filan anlıyoruz. Oysa buradaki ilişki anne ile oğul arasındaki ilişkidir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de annedir hakim olan. Bu hakimiyet ömür boyu da sürer. Hiçbir gelin, sevgili ve eş de erkeğin annesinin otoritesini yok edemez. Töre cinayetlerine bakın. Hiçbir annenin kızının önüne atladığını koruduğunu göremezsiniz. Silahı oğluna veren annenin kendisidir. Töreyi kadın korur.


Töreyi koruyan, kadını ikinci sınıflığa mahkum eden yine kadın mı?

Kimse bana kadının ikinci sınıf olduğunu söyleyemez. Töreyi koruyorsunuz. Kraliçe sizsiniz. Neyin ezilmesi? Kadın evinde kesinlikle iktidardır. Dahası 1923'ten itibaren yasal olarak, ondan evvel fiili olarak evinin dışında da egemen olmaya başlamıştır. Öğretmenlerin ezici çoğunluğu kadındır. Bütün bunlar kadınların toplumu şekillendirmede egemen olduğunu gösterir.


Kadının siyasette yokluğu karşımıza geri kalmışlığımızın bir göstergesi olarak getiriliyor…

Siyasette kadın niye olsun. Kendi egemenlik sahası içinde meseleyi götürüyorsa, siyaseti aşağılayamaz mı? Kadının egemen olması için siyasette olması mı lazım? Birisi bir şeyi yapmak istemiyor diye suçlayamazsınız.


Kadınların şiddete maruz kalmasına ne diyorsunuz, boşanmanın suç olarak algılanması da mı yanlış kriterdir?

Şiddet her toplumda var. En gelişmiş dedikleri Amerikan toplumundaki şiddetin ölçüsünü verin ben de size Türkiye'dekini vereyim. Yani Türkiye, Müslüman'dır diye mi dövüyor? Yok canım. Şiddet başka bir unsur, bunu karıştırmamak lazım. Ve Türk erkeği diğer erkeklerle karşılaştırıldığında melaike gibidir. Kaldı ki Darülaceze'ye gidin sorun, yaka paça sokağa atılmış kaç tane erkek var.


Kadınların ikinci sınıf muamelesi gördüğü doğru değil mi?

Buna katılıyorum. Ama kulvar değiştirdik. Hem bu töreyi tutan kadın. Hakimiyet onda. Aşağılayan da biz değiliz, dışarıdan bakan. Bu bizim hakimiyetimiz. Bugün evli olsam, kocamdan dayak yesem de karakola filan gitmem. Hiçbir kuvet beni karakola götüremez. Sopadan hoşlanmamdan değil, kol kırılır yen içinde kalır. İtirazım kendi yaşam biçimimizin bize bir türlü bırakılmaması.


Erken evlendirme, şiddet ve namus cinayetleri… Bunları nasıl çözeceğiz?

Neyi çözeceksin Allah aşkına? Çözecek bir şey yok ki. Ben dert nedir onu anlamıyorum. 13 yaşında evlendirdiğin kızın kocası 14 yaşında. Hayat beklentisinin kısa olduğu dönemler insanlar daha erken evlendirilir, töreler de bunu devam ettirir. Zamanla aşılacak şeylerdir. Şu da var, 18 yaşına giren çocuğun cinsel istekleri var. Müslüman toplumda ne olacak bunların hali? Cinsel ihtiyaçlarını karşılayacağı bir kız mı bulsun? Kıyamet kopar. Evlendiriyorsunuz, makul değil mi?


Oğullarını okula gönderen aileler kızlarını göndermiyor…

Bizim geleneğimizde, erkek çoluğunu çocuğunu geçindirmekle mükelleftir. O sorumludur, kadın değil. İmkanlarım tek çocuğa yetse erkeği okutmayı tercih ederim.


Çile çekmek daha çok kadın için kullanılır…

Çünkü erkek daha naiftir ve kendine yediremez çile çekiyorum demeyi. Bu ülkenin erkeklerinin çok aşağılandığı, horlandığı kanısındayım.


Erkek hem aldatıyor, hem de yalan söylüyor…

Hayatım, gözünüzü seveyim kaç tane? Ne olur istatistik verin. Ben size günde 800 nüfus alan bir İstanbul'dan bahsediyorum, siz bana Reina'nın… Hepsini toplasanız 800 ya çıkar ya çıkmaz zaten.


İslam'ın kadın üzerinde baskı olduğunu iddialarına ne diyorsunuz?

Tümüyle yalan. Acı olan şu ki bizim ne müderrisimiz, ne imamımız Hıristiyanlığı, Yahudiliği biliyor. Bilmediğimiz için de böyle palavraları yutuyoruz. Tersine İslamiyet sorumluluğu insanoğluna vererek batının ancak aydınlanmada gelebildiği bireyselliği baştan koymuştur.


Batı feminizmine karşı olmanızın nedenleri neler?

Karşı filan değilim. Sadece öykünülmesine, dayatılmasına karşıyım. Ve bunun getirdiği yıkıma karşıyım. Unisex meselesi, kadına benzetilmeye çalışan erkekler, metroseksüellik... Bütün bunların müthiş tahripkar olduğunu düşünüyorum. Erkeği kadınlaştırmanın kimseye yaramayacağını düşünüyorum son tahlilde. Çünkü hayat yiğit tanımı üzerine kurulur. Kadının da vardır yiğidi.

17 yıl önce