|
Tefsirler arasında

Madem Ramazan’da, yani Kur’an ayındayız, bunu Kur’an ile daha fazla meşgul olmamıza vesile edilebiliriz. Günlük ibadetlerin, zikirlerin, duaların yanı sıra özel olarak bir tefsiri okumaya yönelmemiz de bu vesilenin en hası olacaktır.

Tercihlerini bu yönde yapanlar, yani bir tefsiri okumayı düşünenler için, bir kaç hatırlatmada bulunmak istiyorum.

Bu hangi tefsirlerin, hangi nedenle önce alınmasına dair bir öneri değil, ki bu benim işim de değil. Zira, ben de kendi inancımı daha iyi öğrenmeyi arzulayan normal bir okurum ve bu manadaki önceliklerimi de bu yolla yine –dert benim derdim olduğu için- kendim belirliyorum.

Diğer bir söyleyişle, ilgili hatırlatmadan maksadım tefsirleri karşılaştırmak, birbirlerine göre artılarını eksilerini mukayeseli olarak belirlemek, tefsir reklamcılığı yapmak, futbol takımı tutar gibi tefsirci tutmak değildir. Herkesin okuduğu ya da okuma imkanında eşit olduğu birkaç tefsir üzerinde, malum okur kimliğimle duracağım.

Kendi zamanımızdan ve mekanımızdan baktığımızda, Türk-İslam Aklı/anlayışı/idraki ile en iyi örtüşen tefsir,
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’
ın
Hak Dini Kur’an Dili
adlı tefsiridir. Bu tespitimiz, konuya tefsir uzmanı ya da araştırmacısı gözüyle bakmadığımız için, normal okur cihetinden açıktır ve dolayısıyla tartışmaya da kapalıdır.

Tefsirin ilk sahibi Peygamber Efendimiz’in kendisidir. Ayet ve hadislerdeki iç bağı, karşılıklı irtibatı bilenler için Efendimiz’in buyurduğu hemen her şey aynı zamanda Kur’an tefsiri olarak da okunabilir. Keza, Reşit Halifelerin, ilmi bizzat Peygamber Efendimiz’den öğrenmiş olan güzide zatların, Kur’an esaslı sözleri ve uygulamaları da yine tefsir cümlesindendir.

Hz. Ali’
ye nispet edilen, “ilim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” sözüne göre düşündüğümüzde,
nokta
vurgusunu Kur’an esasında bir müminin ihtiyacı olan bilginin en saf şekliyle Peygamber Efendimiz’in kendisinde ve kendi zamanında tezahür ettiğini, bunu takiben alim olarak sadık varislerden başlayarak ilerleyen zamanda gittikçe artan malumatın saf bilgiyi örttüğünü görebiliriz.

Bu derken, Kur’an’ı kendi zamanının anlayışına ve dolayısıyla diline / idrak düzeyine göre tefsir edenleri minnet ve rahmetle yad ettiğimizi, onlara borcumuzun her devirde baki olduğunu altını çizerek belirtelim. Ancak, en azından kendi zamanımızın, Hz. Ali’nin sözünü teyide hizmet edecek şekilde, birçok olumsuz örneğe zarf teşkil ettiğini söylemeden de geçmeyelim.

Bundan hareketle, Peygamber Efendimiz’in zamanıyla, onu izleyen sonraki iki asrın anlayışını içeren, tam yani Kur’an ayetlerinin her biri için toplu olarak yapılmış tefsirleri okumayı, Hak Dini Kur’an Dili’nden hemen sonra ikinci sırada (kişilerin okuma maksadına göre belki birinci sırada) konu edinebiliriz.

Bu manada zikredebileceğimiz ilk tefsir ise, zorunlu olarak,
Mukâtil b. Süleymân
’ın
Tefsîr-i Kebîr
’i olacaktır.

Zorunlu olarak diyorum çünkü, bu tefsir Peygamberimiz’in devrine en yakın zamanda yapılmış ilk tam tefsirdir. 150/767 tarihinde vefat ettiği tahmin edilen Mukâtil’in hayatını Kur’an hakkında çalışmaya adadığı da yazdığı eserlerinin konularından anlaşılmaktadır.

Abdullah Mahmud Şehhâte
’nin tetkiki,
M. Beşir Eryarsoy’
un tercümesi ile
İşaret Yayınları
arasından çıkmış olan bu tefsir, ayetlerin meallerinde bile Mukâtil’in kendi kelimelerinin korunmaya çalışılması bakımından bir tercüme güvenine sahiptir. Gerçi bu yanıyla, metnin Arapça’sının da tercümesiyle birlikte verilmesi elbette çok daha iyi olurdu ama, dilimize bu şekliyle de olsa kazandırılmış olması yine de az bir iyilik değildir. Vesile olanlardan Rabbimiz razı olsun.
İmam Şâfi
rahimehullah’ın “İnsanlar tefsirde Muktâil’e muhtaçtırlar.” sözünü esas alarak söyleyecek olursak, okuruna kazandıracağı sair zenginliklerin yanısıra, mezkur tefsirin, Kur’ani terimlerin Müslümanlar tarafından ilkin nasıl anlaşıldığının bilinmesi bakımından son derece değerlidir.
Bir karşılaştırma yapmak isteyenler için, Fatiha suresinin ilk ayetindeki
el-âlemin
ibaresini buna örnek olarak verebiliriz.
Muktâil’in tefsir yönünden eleştirildiği en önemli husus ise, İsrailiyat’a mahsus birtakım bilgileri kullanmakta bir sakınca görmemesidir. Örneğin,
Taha
suresinin 38. ve 39. ayetlerinde Hz. Musa’nın annesinin ve onu Nil’de taşıyacak sepeti yapan kişinin isimlerini zikretmiştir. Bu hususun bizim zamanımız bakımından bir eleştiri olarak görülüp görülmemesi de ayrı bir konu olmakla birlikte, örnekten de anlaşılacağı üzere Muktâil’in tutumu akideye mahsus değildir, daha çok kıssalarla ilgilidir.
#Tefsir
#Kuran
#Ramazan
#İbadet
3 yıl önce
Tefsirler arasında
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler