|
Bir dönen devran hikayesi: 28 Şubat

“Postmodern darbe”
yakıştırması yapılan 28 Şubat üzerinden 24 yıl geçti. Bu bir açıdan, 24 yıldır her yıl Türkiye tarihinin bu utanılası gününün anılmış olması demek oluyor. İlk yılı fiilen yaşanmış bir hadise olduğuna göre toplamda bu kara gün 23 defa anlaşılmaya çalışılmış, ibretler çıkarılmaya çalışılmış, mağdurları hayırla anılırken failleri vicdanen de olsa yargılanıp mahkûm edilmiş demektir.
Bu 23 yılın her biri diğerinin aynısı gibi yaşanmadı.
İlk birkaç yıl, sonraki beş on yıl ve tabii ki daha sonraki yıllar arasında gerek ananlar açısından gerek anılanlar açısından ciddi farklar oluştu. Sadece bu 23 anma yılının her biri arasındaki farklar bile yeterince ibret almak için yeterli veriler sunuyor bize aslında.
Bu 23 yılın ilk 6 yılı 28 Şubat darbecilerinin mutlak iktidar günleriydi.
Tabii onların iktidar yılları aynı zamanda bütün zayıflıklarının, zavallılıklarının, beceriksizliklerinin, tutarsızlıklarının, yolsuzluklarının ve en kötü niyet ve duygularının gözler önüne serildiği yıllardı. İktidar olmak zannedildiği gibi her bakımdan insanların gönlüne taht kurabilmek demek değil. Güçle elde edilen, silahla meşrulaştırılan gücün kalplerde hiçbir karşılığının olmadığını en iyi örnekleyenlerden biridir 28 Şubat iktidarı.
Refahyol hükümetinin sadece 6 aylık ilk yarısında bile ekonomide ve toplumda ciddi bir toparlanma, yolsuzluk hortumlarının kesilmesiyle kamu gider dengesinin ciddi bir iyileşmesine tanık olunmuştu.
Aslında darbenin bir telaşla kotarılmaya çalışılmasının en önemli sebebi de buydu.
Biraz daha gecikilse merhum Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi toplumda oluşturacağı büyük memnuniyetle bir daha hiç iktidarı bırakmayacak, sonraki seçimleri de kazanmayı garanti edecek bir performans ortaya koyuyordu.
Laiklik işin en aşağılık bahanesiydi.
Laiklik istenildiği zaman yenilmek üzere yapılmış helvadan bir put gibiydi. Şimdi onu bir darbeye katık yapıp yemenin zamanıydı.
28 Şubat başörtülülerden, İmam-Hatip, Kur’an kursu hatta meslek liselerine kadar uzanan bir neslin kendileri için yarattığı tehdit dolayısıyla Firavuni bir refleksle yok edilmesi girişimine dönüştü kısa sürede.
Çatırdayan bir iktidarın alternatifi haline gelmiş bu yeni kentleşmiş nesillere karşı alınması gereken önlemler Firavun’un doğacak ve kendisini tahtından edecek Musa’dan korkusundan farksızdı, aldıkları tedbirler de Firavun’un tedbirlerinden farksız.
Yüzbinlerce İmam-Hatipli, meslek liseli ve başörtülü öğrenciyi okul sisteminden dışlayan bir soykırım mekanizması 28 Şubat’ın nasıl bir tanrılık iddiasında olduğunun da işaretiydi.
Bu tanrılık iddiası, bu kibir ve istiğna hali bu iktidarın 1000 yıl süreceği iddiasını rahatlıkla telaffuz ettirebiliyordu.
28 Şubat 1000 yıl sürecek sözü, bu akıl dışı uygulamalarda bir yumuşama uman toplumun kendisine karşı sergilenen despotluğun en veciz özetiydi.
Bu sözün telaffuz edildiği dönem ise artık dışlanan ve bastırılan kesimlerin, korkulan nesillerin, korktuklarını başlarına getirmelerine ramak kalmış olduğu dönemdi. Nitekim 3 Kasım 2002 yılında tam da o korktukları şey başlarına geldi. Önlem alınmazsa bu nesiller (yani İmam-Hatip ve Meslek lisesi mezunlarının oy verdiği partiler) en 15 yıl içinde iktidarı ele geçirecek diye kehanette bulunmuşlardı.
Aldıkları tedbirler sayesinde bu süre 6 yıla kadar kısaldı ve yasakladıkları nesillerin öncüsü Recep Tayyip Erdoğan partisiyle tek başına iktidara geldi.
Tam bir kendi kendini doğrulayan kehanet örneğiyle.
Ne var ki, bu yeni iktidarın ilk yıllarında 28 Şubatçılar saldıkları köklerden aldıkları iktidarı uygulamaya devam ettiler.
Hatta bir süre onlar iktidar AK Parti iktidardaki muhalif olarak çalıştı. Bu esnada da 28 Şubat’ın yıldönümleri yaşandı. Yavaş yavaş hiçbir sahip çıkanı kalmamacasına, bir süre sonra darbecinin darbeciyi tanımadığı günlere kadar.
2010 yılından itibaren artık 28 Şubat’ın ve darbecilerinin yargılanmasının konuşulduğu dönemlere geldik. O dönemde 28 Şubat’ı yapanlar darbeden mütevellit suçları birbirlerine atma telaşına girdiler.
Arada “bir daha asla olmaz” dediğimiz darbeler başka kılıklara girerek, başka bahanelerle ve başka kurum ve aktörlerin marifetiyle tekrarlanmak istedi.
7 Şubat 2012, 2013 Gezi Hadiseleri, 17-25 Aralık Yargı-Medya darbesi ve en son 15 Temmuz başarısız darbe teşebbüsleri 28 Şubat’a atfedilen “postmodern” nitelemesini de kısa sürede eskitti.
Tabii ki 23 yıldır tekrarlanan bir anmanın faydaları veya işlevleri üzerine de konuşmanın zamanı gelmiş olmalı şimdi.
Bu kadar akıl-dışı,
bu kadar insanlık dışı, bu kadar İslam düşmanı, Türk düşmanı, millet düşmanı uygulamalar bu ülkede yaşandı ve bunu bize yaşatanlar hala aramızda, siyasetin aktif özneleri ve bize demokrasi, insan hakları dersleri vermeye kalkışıyor.
Pişkin pişkin yaşanmış olanları yaşanmamış gibi rol yapmaya çalışıyorlar. Bugün apaçık darbe teşebbüsü ve silahlı terörle iltisak dolayısıyla yürütülen yargı işlemleriyle 28 Şubat uygulamalarını aynı kefelere koymaya çalışıyorlar.

Onların bu tür kaçamakları yine pişkin suçluların tipik davranışı da, 28 Şubat günlerinde o zulümlerin mağduru olanların bizzat kendilerinin veya çocuklarının bugün olayın vahametinden yeterince ibret aldıklarını söylemek mümkün mü?

Kendilerinin bizzat yaşadıkları olaylar çocukları için tarih artık. Ama o yaşanmışlığın tevarüs ettireceği bilinç bu kadar mı olmalı?

28 Şubat’tan sonra geçen 24 yıl Allah’ın vadettiği günlerinin deveranının en net, en mucizevi bir biçimde görülebileceği sahnelerle dolu.

28 Şubat’ın birincil hedefi Erbakan’ın bir 27 Şubat günü vefat edip (28 Şubat’ı atlayarak) bir 29 Şubat günü ebedi aleme milyonlarca insanın katılımıyla, olağanüstü bir itibarla uğurlanması bir ibret. 28 Şubat’ın faillerinin veya yandaşlarının hiç kimsenin hatırlamadığı vefat sahneleri ise bambaşka bir ibret.

28 Şubat bir gündü demişti Merhum Necmettin Erbakan, İlahi günlerin içinde bir lahza gibi demiş geçmişti.

Mekânı cennet, makamı pürnur olsun.

#28 Şubat
3 yıl önce
Bir dönen devran hikayesi: 28 Şubat
Adalet ve sömürgeci Batı’nın bilinçdışı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!