|
Sekülerleşme tezine, aslında ne oluyor?

Dünyamızın her geçen gün daha fazla sekülerleşiyor olduğu yönünde ifade edilebilecek bir tez var. Adı “sekülerleşme tezi”. 19. yüzyıldan itibaren yirminci yüzyıl boyunca bütün sosyal bilim çevrelerini etkisi altına almış bu tez, sekülerleşmeyi insanlığın evriminin bir parçası gibi görür. Modernleşmeci yaklaşımlar da sekülerleşme ile modernleşmeyi özdeşleştirmiş ve sekülerleşmeye modernliğe atfedilen evrimsel niteliğin taşıyıcılığını vermişlerdir.

Modernleşmede mesafe kat edildikçe dinin gerileyeceği tezi ilk zamanlarda toplumsal gelişmelerde karşılığını bularak bir bakıma sahada doğrulanıyordu. Sanayi toplumu gündelik hayatta dine adeta bir alan bırakmıyor ve insanların davranışlarında, bireysel ve toplumsal tercihlerinde, gündelik hayatlarında dine yapılan atıflar gittikçe yok olmaya yüz tutuyordu. Sanayi toplumu olarak örgütlenen gündelik hayatın mesaisi içinde dini ritüeller ve mekanlar gittikçe ya devre dışı kalıyor veya zamanın veya mekanın çeperlerine itiliyordu. İtildikleri bu noktadan tamamen devre dışı kalmaları çok kolay olurdu.

Sanayi toplumunun bu erken tasvirleri içinde dinin konumu tam olarak böyle idiyse de geçen zaman, dinin tamamen geçip gitmek yerine tekrar kendine yeni ve merkezi alanlar açarak hayatın bir parçası haline gelişine tanık oldu. Sadece Türkiye’de değil elbet, bütün dünyada dinin yeniden dönüşü önemli bir sosyolojik gelişme olarak kaydedildi. Sadece Müslümanlar arasında da değil, bütün dünya dinleri için din pozitivizmin kendisine reva gördüğü konuma karşılık kendi itibarını tekrar tesis etti. Bugün toplumların hayatında din hiç kuşkusuz 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın ilk yarısında olduğundan çok daha etkili.

Aksaray Üniversitesi Sosyoloji bölümünden Volkan Ertit, bu yöndeki tespitlere karşı topyekun bir sekülerleşme savunmasına geçmiş. “Din Sosyolojisi ve Peter Berger Bilimsel Yöntemden Muaf mı?” başlıklı yazısında sekülerleşme sürecinin bitmemiş olduğunu ve nihai bir tarihsel sonuç olarak oraya doğru giden çizgiden sapılmadığını göstermeye çalışıyor. Doğrusu, bu yazısı, daha önceden bu konuda yapmış olduğu bir çok çalışmada söylediklerinin özeti gibi. Sekülerleşmenin evrimsel bir gelişme gibi sunulmasına karşı itirazımızı sekülerleşmeye karşı negatif tutumumuzun bir sonucu olarak görmüş belli ki.

Oysa dinin etkili hale geldiğini söylemek, bu yöndeki gelişmelere dikkat çekmek, din lehine çok da müjdeleyici bir durumu ifade etmiyor. Neticede tek başına İslam’ın gelişmesinden bir coşkuyla bahsetmiyoruz ve aynı anda bütün dinlerde veya dini kimliklerde bir uyanış meydana geldiğinde, bunun dünya barışına ve refahına daha büyük bir katkısı olmadığını da görüyor, ifade ediyoruz.

Dinlerin sahneye girmesi aynı zamanda dünyadaki çatışmaların da din temelinde gerçekleşmesini beraberinde getiriyor. Bugün artan Islamofobi veya İslam düşmanlığı Batı’da İslam karşısında daha radikal bir Hıristiyan, Yahudi veya başka ülkelerde Hindu, Budist dindarlığının gelişiminin de bir sonucu oluyor. Bugün Müslümanlara karşı her geçen gün artan nefret büyük ölçüde bu dinlerin mabetlerinde, cemaatlerinde, kiliselerinde beslenip geliştirilirken bu dinlere dayalı kimlik duygusu da, dini duygular da artmaya devam ediyor.

En çok sekülerleştiği düşünülen uluslararası ilişkilerde bile zannedildiğinin aksine çok daha kesif bir dini motivasyon sözkonusudur. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD Başkanı Georg Bush açıkça bir Haçlı Seferinin içinde olduklarını söylemişti. Bu Haçlı seferine belki herkesin değil ama çok sayıda insanın dini duygularla motive olduğunu kim görmezden gelebilir? Üstelik bu Haçlı seferinin Yahudi ve Hıristiyan dünyasının zihinsel arkaplanındaki derin apokaliptik bilinci harekete geçirmiş olduğunu biliyoruz.

Bugün ABD ve Avrupa’nın bütün Ortadoğu politikaları İsrail merkezlidir ve İsrail’in varlık sebebi bir dini motivasyondan başkası değil. Onun Müslümanları hiçe sayan işgalci ve katliamcı politikalarının Müslüman dünyada harekete geçirmiş olduğu kimlik bilinci ve duygusal ruh hallerinin sekülerleşme tezini bir hayli zorladığı çok açık. Esasen bu dünyada İsrail diye bir devlet bu haliyle var olduğu sürece hiç kimse yaşadığımız dünyanın sekülerliğine veya gidişatın sekülerleşmeye doğru olduğuna ikna edemez.

Ertit’in yanıldığı nokta sekülerleşme tezine karşı bütün eleştirinin sadece Peter Berger’in tespitlerine dayanıyor olduğunu düşünmesi. Peter Berger’in dünyanın sekülerleştiği yönündeki tezi ilk sorgulayan sosyologlardan biri olduğu doğrudur.. Yaptığı çalışmada yöntemsel sorunları da olabilir ki, Ertit onun tezlerini ileri sürerken doğru dürüst bir deneysel örnekleme dayanmıyor olduğunu ileri sürüyor. Bana kalırsa bunun hiçbir önemi yok. Berger’in tezinin gücü herkesin görmekte olduğu belli bir realiteyi işaret edebilmesinde yatıyor, o kadar ki, ben şahsen bu konularda ona atıf yapıyor olsam da sekülerleşme ile ilgili görüşlerimi sadece ona dayandırıyor değilimdir.

Mesela ben sekülerleşme tezi çökmüştür demiyorum, sekülerleşmenin evrimsel gelişim çizgisinin bir nihai aşaması gibi görülmesinin yanlış olduğunu söylüyorum. Sekülerleşme tezi niye çöksün, dünya tarihine, toplumların gelişiminde sürekil gidip gelen bir eğilim olarak düşünüyorum. Ertit’in düşündüğünden çok farklı.

Ertit burada da bir yanlış yaparak önce benim söylediklerimle Berger’in söylediklerini özdeşleştiriyor, ardından beni eleştirir gibi Berger’i eleştirmeye koyuluyor.

Aslında bu konudaki yaklaşımımı “İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları”(tezkire yayınları, 2017) isimli kitabımda daha ayrıntılı bir biçimde işlemiştim. Ertit’in o kitabıma hiç atıf yapmadan böyle bir eleştiriye koyulmasını bir kenara not etmiş olayım sadece.

Yine de hazır mevzu açılmışken, konuyu daha iyi açmaya hayırlı bir vesile olsun diyelim ve devam edelim.

#Seküler
#Tez
#Türkiye
3 yıl önce
Sekülerleşme tezine, aslında ne oluyor?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti