|

Bir ‘EKİM’ projesi: Hipodrom

1204’teki Haçlı Seferleri sonrasında Konstantinopolis’te sokaklar dışında neredeyse sağlam yer kalmamıştı. Şehir Türkler tarafından fethedildiğinde zaten Hipodrom’dan eser yoktu, bir kısım eserler de Avrupa’ya kaçırılmıştı.

00:00 - 30/09/2022 Cuma
Güncelleme: 21:15 - 29/09/2022 Perşembe
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv
Av. Murat Türkyılmaz
İBB AK Parti Grup Sözcüsü

Konstantinopolis, Bizans döneminde üç sacayağı üzerinde şekillenmiştir: Toplumu temsil eden Hipodrom, dinî iktidarı temsil eden Ayasofya Kilisesi ve dünyevi otoriteyi temsil eden Büyük Saray. İmparatorluğun emperyal siyasi misyonunun kendini gösterdiği, kent iktidarının ve toplumun ortak sembolik mekanı olan Hipodrom, halkı eğlendirmek, yortu günlerini kutlamak gibi gibi birçok törensel etkinliğin düzenlendiği bir siyasi agora işlevine sahipti. Meşhur araba yarışlarının dahi (Maviler, Yeşiller, Kırmızılar ve Beyazlar) aslında eğlenceden öte siyasi ve dinî iktidar mücadelesinin bir yansıması olduğu tarihen malumdur.

1204’teki Haçlı Seferleri sonrasında Konstantinopolis’te sokaklar dışında neredeyse sağlam yer kalmamıştı. Latinler kenti yağmaladıklarında Hipodrom da nasibini almış ve harap edilmişti. Şehir Türkler tarafından fethedildiğinde zaten Hipodrom’dan eser yoktu, bir kısım eserler de Avrupa’ya kaçırılmıştı. İstanbul’un fethi sonrasında öncelikle Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesiyle şehrin kimliği “Osmanlı şehri” hüviyetine bürünmeye başladı. 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar, Sultanahmet Camii ve Külliyesi, İbrahim Paşa Sarayı, Ticaret Mektebi Binası, Defter-i Hakanî Binası, Alman Çeşmesi, Firuzağa Camii ve niceleri inşa edildi.

TÜRK–İSLAM İZLERİ SİLİNMEK Mİ İSTENİYOR?

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yapmış olduğu açıklama ile “Hipodrom’un gün yüzüne çıkarılması için çalışmaların başlatıldığı hatta ilgili kurullara bu konuda müracaat yapıldığı” bilgisi paylaşıldı. Hazırlanan tanıtım videosunda ise tam da yukarıda tasvir ettiğimiz Fetih öncesi İstanbul’u resmediliyor ve Osmanlı eserlerinin hiçbiri gösterilmiyordu. Videoda geçen “Hipodrom bir Roma şehrinin olmazsa olmazı” cümlesi de tahayyülün, İstanbul’un Osmanlı eserlerinden izole edilmiş bir Roma kenti olarak şekillendiğini işaretliyordu bize. Bu yaklaşım yakın zamanda restore edilen Yerebatan Sarnıcı söz konusu olsaydı sorun teşkil etmezdi ancak Fetih öncesi İstanbul’unun yani Konstantinopolis’in güçlü siyasi sembollerinden birinin ihya edilmesi sözkonusu olduğunda meselenin kültürel odağından çok politik odağıyla gündeme gelmesi gayet doğal. Hele hele yine Konstantinopolis’in dinî simgesi olan Ayasofya’nın “cami hüviyetiyle” ibadete açılması sonrasında böyle bir teşebbüsü yorumlarken, sanat tarihinden ziyade Türkiye’nin politik süreçlerini dikkate almak zorundasınız.

Yunanistan ile bir süredir artan gerilim ve karşılıklı restleşmelerin olduğu bir iklimde Yunanistan’ın köklerine ve medeniyetine gönderme yapan bir projeyi İstanbul Büyükşehir Belediyesi niye üstlenir? Ayasofya’nın ibadete açılması sonrasında Batı medyasında geniş yer bulan ve sert açıklamaların olduğu bir “meydan okuma” sürecinde Hipodrom Meydanı Projesi Batı’nın rövanşist duygularını okşayacak şekilde gündeme niye getirilir? Bu sorular elbette İBB Miras’ın

salt tarihî ve sanatsal duyarlılığıyla açıklanamaz. Meselenin politik arka planı ve güncel siyaset bağlamında şifrelerini sorgulamak gerektiği çok açıktır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun dördüncü yılına girdiğimiz iktidar sürecinde yürüttüğü iletişim stratejisine bakıldığında, kenti değil daha çok kendini merkeze aldığı ve kişisel siyasi ikbal hesapları uğruna İstanbul’u çoğu zaman bir mücadele ve mübadele alanı olarak kullandığını görüyoruz. Kendisine yüklenen “kahraman” misyonunun gereği olarak suni gündemlerle, hesaplaşma ve kavga alanları oluşturmakta; hiç değilse gündeme gelmek adına “şoke” edici algı operasyonlarıyla “Ben de varım” mesajını taze tutmaya çalışmaktadır.

İSTANBUL’UN KRONİKLEŞMİŞ SORUNLARI DURURKEN…

İstanbul’un ulaşımdan çevreye, kentsel dönüşümden alt yapıya kadar acil ve kronikleşmiş ihtiyaçları “ekmek” kadar önemliyken Sn. İmamoğlu’nun Hipodrom’un gün yüzüne çıkarılması gibi “pasta” nevinden projelere odaklanmış olmasının, sahanın gerçekliğinden uzak fakat yakın siyasi geleceğinin gerçekliğine odaklı bir politik teşebbüs olduğunu söyleyebiliriz. Kısa süre önce gündeme gelen Fehime ve Hatice Sultan yalılarının satılma teşebbüsü ve bu teşebbüsün “haksız ve hukuksuz bir şekilde” yüz akı kurumlarımızdan biri olan Türk Hava Yolları’nın itibarsızlaştırılması üzerinden yürütülmesi; Gazi Osman Paşa Yalısı kalıntılarının ortadan kaybolması ve şaibeli ekonomik ilişkiler; Rumelihisarı Camii ve Çevre Düzenlemesi projesi üzerinden yürütülen tartışmalar ve son olarak Hipodrom Projesi gibi olaylar silsilesi birlikte değerlendirildiğinde İstanbul üzerinden hem içeride hem de dışarıda ciddi bir siyasi PR çalışması yapıldığı görülüyor.

Türkiye’nin bağımsız ve fail dış politikasının, çok boyutlu yürüttüğü uluslararası ilişkilerinin, Batı’nın ileri karakolu olma misyonundan vazgeçmiş yerli ve millî siyasi pozisyonunun, hasılı öz kimliğine yakınlaşan Yeni Türkiye fikrinin emperyal odakları rahatsız ettiği muhakkak. Böyle bir siyasi atmosferde, dışarıya “şirin” görünme ve içeride de “gündemde kalma” şeklinde okuduğumuz EKİM siyasetinin ortak kültürel hafızayı tahrip edecek bir noktaya gelmesi, fantastik bir çabanın ürünü olarak değerlendirilse gerek. Aslında Hipodrom’un değil “Eski Türkiye” kalıntılarının yeniden restorasyonunun hedeflendiği büyük ve tehlikeli bir projeden, daha doğrusu bir rüyadan, Ayasofya’dan yankılanan ezanların dahi uyandıramadığı derin bir uykudan söz ediyoruz…

#Konstantinopolis
#Bizans
#Hipodrom
#Ayasofya
#İstanbul Büyükşehir Belediyesi
#Ekrem İmamoğlu
2 yıl önce