|

Asaf Hâlet’in bütün harfleri

Asaf Hâlet Çelebi’nin bütün eserleri Everest Yayınları’nda toplanıyor. Bir sanatçıyı bütünlükle tanımanın imkânı külliyat yayınlarından geçiyor. Şairin kitapları yanında Hakan Sazyek’in derlemesiyle yazıları da hacimli bir eserle karşımızda.

Yakup Öztürk
04:00 - 15/03/2021 Pazartesi
Güncelleme: 05:09 - 15/03/2021 Pazartesi
Yeni Şafak
Asaf Hâlet Çelebi
Asaf Hâlet Çelebi

Asaf Hâlet’i tanımak, ondan haberdar olmak için üniversite yıllarını beklemedim. Bu sebepten kendimi hep talihli sayarım. Üsküdar’dan Cağaloğlu’na uzanan edebiyat meclislerinin kapılarını henüz bir lise öğrencisi iken aşındırmakta bir an bile tereddüt etmedim. Türk şiirinin bu kendine mahsus sanatçısı alışık olmadığımız biçimde mahdut bir külliyat bırakarak 1958’de öte âleme göçmüştü. Selahattin Özpalabıyıklar’ın YKY’de hazırladığı Bütün Şiirleri kitabının arkasına Seyhan Erözçelik’in düştüğü, okurun şiirlere nüfuzunu kolaylaştıran notları da elbette işime yaramıştı. (Bu baskı şimdi Everest Yayınları’nda) Olabildiğince kapalı, yer yer letrist bu şiir, kavram dünyasından olsa gerek beni kendisine doğru çekmişti. Orhan Okay’ın “Beylerbeyi’nde Bir Garip Çelebi” yazısı da bu tanışıklığın bir hatırasıdır. Asaf Hâlet’in Cihangir’de lalalar arasında geçen çocukluğuna rağmen Beylerbeyi ile yâd edilmesinin nedenleri vardı. Asaf Hâlet, sekiz yaşında iken, muhtemel ki devrin getirdiği ekonomik sıkıntılardan dolayı ailesi ile Beylerbeyi’ne göç etmişti. Neredeyse yarım asır, vefatına kadar burada yaşamış, burada sırlanmıştı. Kabri, Beylerbeyi sırtlarındaki Küplüce Mezarlığı’ndadır. Sonraki yıllarda Beylerbeyi’nden Çengelköy’e her yürüyüşümde Yalıboyu’nda, caddenin tam ortasında, basamak basamak merdivenle çıkılan Şair Asaf Hâlet Sokağı, önünden tazimle geçtiğim bir yer oldu. O sokakta şimdi Asaf Hâlet’ten kalan bir bina ne yazık ki yok ancak Hakan Sazyek’in kitaplıklarımıza armağan ettiği şairin bütün yazılarını bir araya getiren derlemesi İstanbul’un köşe bucağını her dem taze satırlarla bugüne taşıyor. Orada, Beylerbeyi de bütün ruhu ve cismiyle parlıyor. “Beylerbeyi Sarayına Dair İntibalar” yazısı, belki de yakın zaman önce ziyaret ettiğim bu sarayın üzerimde bıraktığı ağırlığı biraz olsun hafiflettiği için bana sevimli göründü. Asaf Hâlet orada, Cihangir’deki evin pencerelerinden çocukluğunda seyrettiği Beylerbeyi Sarayı’nı, sonra özel bir izinle, duvarları boyasız, ıssız saray koridorlarında bir başına nasıl dolaştığını anlatır. Şair, Cihangir’deki pencereden bakarken II. Abdülhamid, bu koridorlarda son nefesini vereceği günü bekliyordu. Yazının ikinci yarısı ise şairin gözünden son Osmanlı padişahının trajedisini vefa ile yankılıyor. Elektronik rehberin kulağımda bıraktığı sızıya akraba bir vefaydı bu. Sarayı ziyaret öncesi okunabilir.

ŞAİRİN SOSYAL HEDEFİ OLUR MU?


Türk şiiri, Cumhuriyet’in ilk yıllarında iki güçlü sarsıntı geçirdi. Biri malum Orhan Veli’den geldi, diğerinin yegâne mimarı Asaf Hâlet’ti. Ondaki tesir, yıkmak üzere değil boşlukların ortadan kaldırılarak binanın daha kuvvetle zemine oturması içindi. “Cüneyd”, “İbrâhîm”, “Nûrusiyâh”, “Ayna”, “Harpût”, “Sema-ı Mevlânâ”, “Sidharta” ve daha nicesi “Tennure giymiş ağaçlar” gibi döne döne okunan şiirler oldu. Her şiir yeni bir tartışmayı, tehzili getirse de o, Benim Gözümle Şiir Davası başlığıyla tefrik ettiği poetikasında neyi teklif ve tespit ettiyse şiirini de o uğurda yazdı. Bu anlayışını şiir ve poetikasında bırakmayarak düzyazılarına da taşıdı. Sazyek’in derlemesinden gidişatı kronolojik bir biçimde takip etmek mümkün. Asaf Hâlet için şair sosyal hedefi olmayan biridir. O, kendini dinlemeli, kendini bulmalı ve kendisine benzeyenler için yazmalıdır. Bu nedenle kitlelerin peşinden gideceği bir manzume Asaf Hâlet nazarında şiir olamaz. Toplumculuk, sanatın değil siyasetin meselesidir. O, halis şiir taraftarıdır ancak bunun için bir “ruh ânı” ve tabiat gerekir. Belki bu nedenle, kadın mutfakta yağ kızartırken, sokaktan satıcıların cıyak cıyak sesleri gelirken, odayı pis kokular doldurmuşken Bach’ın dinlenemeyeceğini söyler. Asaf Hâlet’in, pislik edebiyatı diye yakasını bırakmadığı, romancısını en çok da şairin hırpaladığı bir edebiyattan söz edilmelidir.


Bir tek Asaf Hâlet’te değil, Türk edebiyatında gerçekçilik iddiası altında insanın ve toplumun her türlü acizliğini anlatan metinlere tepki, bir dönem en az bu edebiyat kadar başka yazarlarda da yaygın görülmüştür. Asaf Hâlet gibi entelektüelin şiirini yazan bir sanatçının ortalıkta dolaşan birtakım müstekreh yazı ve manzume numunelerini diline dolamadan durması zordu. Nitekim “Pislik Edebiyatı” başlığıyla bir yazı yazacak kadar bu vadiye girmişti. Roma edebiyatından, Rönesans’ın büyük isimlerine; bizde Nef’î ve dahi Sürurî’ye kadar yazılanlara sözü getirmişti. Kendi çağdaşı Afif Yesari’den dinledikleri, Nurullah Ata’nın pislik edebiyatı denen şiirleri okuması şairde bu cereyanın korkunç seviyelere çıktığı inancını uyandırır. Nedir bu korkunç seviye? Asaf Hâlet’e göre bu nevi herzeler, aklıselime, zevkiselime, ahlak ve ananeye, ilme, irfana ve bütün müesseselere düşmandır. Kabalık, ego, bayağılık ve her türlü maddî ve manevî sefaletin propagandasını yapar. Bununla insanlık namına mücadele etmelidir. Mektep zabıtası gibi şair ve ahlak zabıtası da bir an önce teşkilatlanmalıdır. Asaf Hâlet, bu teşkilatın ilk azalarından olabilir. Metin Eloğlu’nun Düdüklü Tencere kitabı üzerine yazdığı bir yazı bu iddiamızı destekliyor. Onun, şairin adını bile anmaya tahammülü yoktur. “Böyle bir kitaptan bahsetmek benim için zül, muharriri için de bir şereftir.” diye başladığı bir yazıdan bunu beklemek anlamsız olurdu. Düdüklü Tencere, Asaf Hâlet’in gözünde sistematik olarak cehalet, kabalık, tembellik, pislik, serserilik propagandası yapan, “mâlûl bir ruh hâletinden doğmuştur.” Sadece Eloğlu’nun sevgilisine seslenerek kaleme aldığı bir bentte geçen belsoğukluğu değerlendirmesine küçük bir itirazım var. Şair, sevgilisi için iki eşek yükü şiir yazmış, dört kamyon rakı içmiş, gurbete düşmüş ama hepsini sineye çekmiştir. Bir tek belsoğukluğundan muzdariptir. Asaf Hâlet, şairin belsoğukluğunu “eğer bu sözlerden yanlış anlamadımsa” sevgilisinden aldığını yazar. Şair, uğrunda dört kamyon rakı içtiği sevgilisinden değil, sevgilisinin verdiği ızdırabı dindirecek başka kapılardan bu hastalığı kapmış olmalıdır.

ASAF HÂLET, DİVANLAR ARASINDA


Edebiyat tarihi çalışmalarının önünde türlü engeller var. Süreli yayınların tek tek elden geçmemesinden birtakım evrakın özel arşivlerde olmasına kadar aşılması gereken sorunlar hâlledilmedikçe edebiyat tarihine bütünlükle bakmak mümkün değil. Bu manzara pek çok yerde tekrar edildi. Neyse ki Asaf Hâlet’in yazdıklarının bir arada yayımlanması gibi sanatçı ölçeğinde bütünlüklü çalışmalar yapıldı. Bu sayede, şairin mevlevîliğe ve İstanbul’a dair çalışmaları ulaşılabilir hâle geldi. Dîvân Şiirinde İstanbul bu külliyat içerisinde hassaten dikkati hak ediyor. Kitap, bir antoloji ve bütün antolojiler gibi ardındaki büyük emeği hazırlayandan çalıp götürüyor. Fatih’ten Münif Paşa’ya kadar geniş bir aralıkta cilt cilt divanları tarayarak İstanbul semtlerinin klasik Türk şiirindeki resmini çıkarıyor. Asaf Hâlet, bir akademisyen değil. Yaptığı bu çalışmanın somut bir karşılığı yok. Verdiği emeği karşılayacak bir iltifata mazhar olduğunu da düşünmüyoruz. O, İstanbul’un kadim Türk kültürü içerisindeki yerini henüz gözlerini açtığı Cihangir konağında görebilmiş, bu şehre ait mirasın yok olmasıyla geleceğin de kör bir karanlığa savrulacağını fark etmiş olmalıdır. Klasik şiir, parça bütünlüğünü esas alır. Yani anlam, şiirin bütününden çıkmaz. Her beyit kendi içerisinde anlamını saklar. Bir sonraki beyte geçtiğinizde bambaşka bir dünya ile karşılaşırsınız. Bu her zaman böyle olmasa da kahir ekseriyetle böyledir. Nitekim şair de bu müşkülü önsözde vurgular. Divan şiirinde İstanbul’u anlatan onlarca şair oldu. Kimileri bir beyte kafiye olsun diye İstanbul semtlerine uğradılar ancak Muhibbî mahlası ile divan tertip eden Kanunî’nin yazdıklarında İstanbul’a dair tek bir kelimeye rastlanmadığını tespit etmek dahi Asaf Hâlet’in çalışmasını kıymetlendirir. Şair, Abdülhak Hâmid’den kendi zamanına kadar yeni bir antoloji hazırlamak tasavvurundan da bahsediyor ya bu mümkün olmamıştır. Yine de Seyyid Vehbî’nin “Var ise aklın sana benden nasihat Vehbiyâ / Âlem eyle geçmeden vakt-i safha-yı Üsküdar” beytini bize hatırlatmıştır.

#​Asaf Hâlet Çelebi
#Everest Yayınları
#Hakan Sazyek
3 yıl önce