Bir çevirmenin portresi: Seniha Bedri Göknil

04:0015/02/2025, Cumartesi
G: 15/02/2025, Cumartesi
Yeni Şafak
Seniha Bedri Göknil
Seniha Bedri Göknil

“Seniha Hanım 1901 yılında, Nafia Nazırı ve Sadaret Müsteşarı Giritli Ziya Bey’le Dilistan Hanım’ın kızı olarak İstanbul Erenköy’de bir köşkte dünyaya geliyor. Dame de sion’u bitiriyor. Köşk komşuları o dönemin ilim ve maneviyat büyüklerinden Erbilli Esad Efendi ailesidir. Efendi, tekkelerin açık olduğu o yıllarda Kelamî Dergahı Şeyhi’dir.”

ALİM KAHRAMAN

Çevirmenlerin milletlerin kültür hayatına katkıları düşündüğümüzden de fazladır. Buna rağmen ön plana çıkmadan, perdenin arkasında kalarak mütevazı bir hayat yaşamaya razıdır her biri. Çoğunu bir isim olarak bilir ancak okuyucu. Yazarların hayatları merak edilir, izlenir. Bazan bu merak abartılır da. Çevirmenler ise kendi köşelerinde yaşarlar, büyük emeklere mal olan çalışmalarını seslerini çıkarmadan sürdürür; bir ömür geçirirler. Kimdir, nasıl bir hayatı olmuş, hatta ne zaman doğmuş ne zaman ölmüştür, çoğu zaman bilmeyiz, işin doğrusu okuyucu olarak fazla merak da etmeyiz. Zihnimize takılmazlar, hayal meyal hatırlarız onları.

Seniha Bedri Göknil adını ilk defa fakülte yıllarımda, sahaflardan aldığım bir Kral Lir (King Lear) çevirisi dolayısıyla tanıdım. Kitabı, yazarı (Shakespeare) dolayısıyla satın almıştım. Seniha Bedri, o güne kadar adını duyduğum bir isim değildi, çevremde de isminden bahseden biri olmadı. Gerçi ben de merak ederek kimseye sormamıştım. Başka çevirileriyle de karşılaştım daha sonra. Bunların bir kısmı 1940’lı yıllarda Maarif Vekaleti’nin klasikler çevirileri arasında çıkmıştı.


GOETHE NİŞANI ALMIŞ

Yıllar sonra; akşamları bilgisayardan eski gazeteleri taradığım bir gün, bir gazetede, Goethe çevirileri dolayısıyla, Alman hükümeti tarafından Seniha Bedri Göknil’e Goethe nişanı verildiğini okudum. Gazetenin yazdığına göre 15 Aralık 1932 günü Seniha Hanım evinde bir çay ziyafeti tertip etmiş, ziyafette hazır bulunan Alman konsolosu, Alman kültürünün tanınmasına olan katkısından dolayı kendisine bu nişanı vermiş. 1935 yılı gazetelerinde Faust çevirisi ve bu çevirinin sahnelenmesi dolayısıyla Seniha Bedri Göknil’i takdir eden bazı haber ve yazılara da rastladım. Bir çevirmenin portresi bir ucundan aydınlanmaya başlamıştı benim için. 2018 yılında YKY’den çıkan Zehra İpşiroğlu’nun annesi Nazan İpşiroğlu’yla yaptığı söyleşi kitabını okuyordum, orada, Seniha Bedri Göknil’in Nazan Hanım’ın annesi, Zehra İpşiroğlu’nun da anneannesi olduğunu öğrendim. Farklı bağlamlar içinde ayrı ayrı tanıdığım kültür insanları arasında ortaya çıkan, öğrenince de beni şaşırtan bu tür akrabalık ilişkileri çok olmuştur hayatımda. Bu da onlardan biriydi. Nazan İpşiroğlu adını eşi Mazhar İpşiroğlu dolayısıyla biliyordum. Mazhar İpşiroğlu ise Tanpınar’ın günlükleriyle gündemime girmişti. Tanpınar’ın Edebiyat Fakültesi’nde hoca olduğu yıllarda Mazhar Bey de fakülte dekanıdır. Ayrıca Tanpınar İpşiroğlu’nun evindeki akşam buluşmalarının da konukları arasındadır. Yani aileyi de tanımaktadır. Günlükler boyunca tekrar tekrar adı geçenlerden biridir Mazhar İpşiroğlu (45 yerde).


MANEVİ KİMLİĞİNE DİKKAT ÇEKİYOR

Tüm bunlara rağmen Şefik Can’ın Hatıralar kitabını ve Zehra İpşiroğlu’nun “Anneannem” yazılarını okumamış olsaydım bu portre yazısı ortaya çıkabilir miydi bilmiyorum. Şefik Can, Seniha Hanım’ın başka bir yönüne, manevî iç alemine bir pencere açıyor.

Seniha Hanım 1901 yılında, Nafia Nazırı ve Sadaret Müsteşarı Giritli Ziya Bey’le Dilistan Hanım’ın kızı olarak İstanbul Erenköy’de bir köşkte dünyaya geliyor. Dame de sion’u bitiriyor. Köşk komşuları o dönemin ilim ve maneviyat büyüklerinden Erbilli Esad Efendi ailesidir. Efendi, tekkelerin açık olduğu o yıllarda Kelamî Dergahı Şeyhi’dir. İki aile yakınen görüşmekte, Seniha Hanım, Esad Efendi’nin kızıyla dostluk ve arkadaşlık yapmaktadır. Efendi, evladı gibi gördüğü Seniha Hanım’ı, Şam Valiliği yapmış olan Ahmet Nedim (Göknil) Bey’in oğlu Nedim Bedri (Göknil) Bey’le evlendirmiştir (1920). Şefik Can’ın belirttiğine göre Seniha Hanım’ın içine ilahî ateş daha bu yıllarda düşmüştür.


ÇEVİRİYE MUHSİN ERTUĞRUL YÖNLENDİRİR

Bedri Bey’le Seniha Hanım evlendikten sonra Ayazpaşa’ya taşınırlar, iki kızları olur; Ulya (1921-2014) ve Hatice Nazan (1923-2015). Nazan, söz etmiştik, evlendikten sonraki adıyla Nazan İpşiroğlu.. Ulya Güzel Sanatlar’da Sedat Hakkı Eldem’in öğrencisi oluyor. Onun da yönlendirmesiyle Zürih Üniversitesi’nde sanat tarihi okuyor (1947-1950). İslam mimarisi üzerinde uzmanlaşıyor. Sanat tarihçisi Adolf Max Vogt ile evleniyor ve Zürih’e yerleşiyor, orada vefat ediyor.

Seniha Bedri Göknil, Erenköy’deki baba evinden ayrıldıktan sonra, yukarıda da yazdığım gibi İstanbul’un edebiyat ve kültür çevrelerine giriyor. Ailecek yakınen görüştüklerinden biri Muhsin Ertuğrul’dur. Onun da teşvikleriyle, sahneye konulmak üzere tiyatro oyunları çevirmeye başlıyor. Çeviri faaliyetleri 1960’lara kadar devam ediyor (eserlerini çevirdiği yazarlar: Friedrich Schiller, Henrik Ibsen, Peter Weiss, Ludwig Fulda, Gustav Freytag, Edmund Morris, Hermann Sudermann, Gerhardt Hauptmann, William Shakespeare, ve büyük Alman düşünürü Goethe). Eşi Ahmet Nedim Bey tütün tüccarıdır, daha sonra Demokrat Parti’den milletvekili olmuştur. Mutlu bir evlilik hayatı olan Seniha Hanım 1958 yılında eşini kaybedince (eşi 63, kendi 57 yaşındadır bu sırada) adeta ayaklarının altından yer kayar. Onu bu boşluktan, o yıllarda yaptığı bir Konya seyahati kurtarır. İzleyici olarak katıldığı Mevlana ihtifaliyle büyük bir değişim geçirir. Nazan İpşiroğlu: “Annem sanki kimlik değiştirmişti. Dünyadan elini eteğini çekti. Ne bir tiyatro, ne bir konser... Kılığı kıyafeti bile değişmişti. Mevlana’yı aslından okumak için Farsça öğreniyordu. Haftada bir ‘Tasavvufi Toplantılar’ adı altında toplanılıyor, şiir okunuyor, müzik yapılıyordu.” diyor. Kızı Nazan ve damadı Mazhar İpşiroğlu, çok başka sulardadır o sıralar. Annenin bu ânî değişimini yadırgarlar. Halbuki bir başka açıdan bakılırsa Seniha Hanım’ın evlilikten önceki yıllarda içine düşen, zamanla toplumca içinden geçilen zorlu süreçlerde küllenen, fakat o külün altında hep varlığını sürdüren “ilahî ateş”in tekrar açığa çıkması olarak da değerlendirilebilir bu durum.

Seniha Bedri Göknil, kızı Nazan Hanım’ın karşı çıkmasına rağmen onların yanından ayrılıp Göztepe’deki kendi evine geçer. O sıralar bir hayli yaşlı olan (90 yaş civarı) Mevlevî büyüklerinden Midhat Bahari’yi tanır ve onun kendi evinde yaptığı sohbetleri Göztepe’deki evine taşır. Çünkü birlikte kaldığı kızları Mithat Bahari’nin sohbetlerini benimsememiştir, bunu gelenlere de hissettirmektedirler.

Seniha Hanım’ın evinde yapılan toplantılara katılanlar arasında Şefik Can, Halil Can, Ulvi Erguner, Abdülbaki Gölpınarlı gibi İstanbul’un ilim, edebiyat ve sanat çevrelerinden seçkin isimler bulunmaktadır. Sohbetin hazırlığı Şefik Can tarafından yapılmaktadır: “Midhat Bahari’nin arzusu üzerine hemen bu göreve başladım. Divan-ı Kebir’den bir gazel seçiyordum. (...) onları karbon kağıdıyla çoğaltıp hem Midhat Bahari’ye hem de dinleyicilere dağıtıyordum. Daha sonra Midhat Bahari bu gazeller üzerinde açıklamalar ve sohbetler yapıyordu. Son demlerine kadar bu böyle devam etti.” Ayrıca sohbetin ardından sohbete katılan musikişinaslar tarafından Mevlevi ayini ve tasavvuf müziği icra edilir. Seniha Hanım’ın titizlenerek hazırladığı sofralarda gelenlere ikramlarda bulunulur.

Burada bir parantez açarak, Seniha Bedri Göknil’in evinde düzenlenen bu sohbetler hakkında bir başka tanığın, Sabri Tandoğan’ın söylediklerini aktaralım: “Yıllarca önceydi. (...) Oraya gittim. Kapıyı elleri beyaz eldivenli bir uşak açtı, sonra Seniha Bedri Hanım beni bütün inceliği ile karşıladı. O güne kadar gördüğüm en güzel döşenmiş evdi. Seniha Bedri Hanımla akıl almaz güzellikte zarif eşyalarla döşeli bir salona geldik. (...) Mithat Bahari Bey ise artık çok yaşlanmış idi ve vücudu iyice küçüldüğü için oturunca yere uzanmayan ayaklarının altına yastıklar bırakılmıştı. Kendisiyle renk dolu, şiir dolu bir sohbet yaptık. Hayatımda ilk olarak orada altın kupada çay içtim.”

O gün Sabri Tandoğan Seniha Hanım’la da sohbet imkanı bulur: “Talebesi olan Seniha Bedri Hanım’la o [Midhat Bahari] istirahate çekilince ricası üzerine görüşmeye devam ettik. Fevkalade kültürlü, zarif, ince bir hanımefendiydi. Hocasından tek şikâyeti (onunla çok sevdiği eşini bir kazada kaybedip, intihar etmeyi düşündüğü bir zamanda dostlarınca tanıştırılmıştı) kusurlarını söylememesiydi. ‘Ne zaman Hocama hatalarımı sorsam, hata da bizde, kusur da bizde, noksanlık da bizde diye cevap veriyor, kendi noksanlarımı bir türlü bulup düzeltemiyorum.’ diye anlattı. Onun bu sözlerini yıllardır düşünüyorum...”

Seniha Hanım’ın kızı, annesinin hayatının son dönemlerindeki seçimlerine karşı çıksa da torununun zihninde kalan anneanne imajı daha farklıdır. Torun Zehra, 2021’de yazdığı (artık o da 72 yaşındadır) “Anneannem” yazısında onunla geçirdiği çocukluk günlerini özlemle anar. Onun “içindeki güneş”ten aldığı payı dile getirir. Şu satırlar da o yazıdan:

“Sen annemle babamın tersine dindardın, namaz kılar, oruç tutardın. Babama göre Allah yok sana göre vardı. Acaba hanginiz haklısınız? Bütün bu denizler, dağlar nasıl olmuş diye soruyorsun. Bunları yapan bir güç olmalı, müthiş bir güç.”

Nitekim artık hayatta olmayan Nazan İpşiroğlu da ölümünden kısa bir süre önce: “Şimdi o günleri düşündüğümde onu anlayamamış, belki de haksızlık yapmış olduğumu düşünerek üzülüyorum.” diyecektir.

Seniha Bedri Göknil adına biraz yakından bakınca çevirmenliği kadar dikkat çekici bir hayat çıktı karşımıza. Hakkında bağımsız çalışmalar yapılmalı.


#İşleyen Saat
#Seniha Bedri Göknil
#çevirmen