|

Hayatı okşayan öyküler: Debbağ

Birgül Yangın Aslanoğlu öykü kitabı Debbağ’da okuru zengin dünyasına davet ediyor. Farklı dünyalardan kahramanlarının yer aldığı hikayelerde Aslanoğlu akıcı bir dil kullanıyor. Kitap Hece Yayınları arasından raflarda yerini aldı.

04:00 - 15/11/2022 Salı
Güncelleme: 00:17 - 15/11/2022 Salı
Yeni Şafak
​Birgül Yangın Aslanoğlu öykü kitabı Debbağ’da okuru zengin dünyasına davet ediyor.
​Birgül Yangın Aslanoğlu öykü kitabı Debbağ’da okuru zengin dünyasına davet ediyor.
İBRAHİM DEMİRCİ

Birgül Yangın Aslanoğlu, öğretmen yazarlarımızdan biri. Halk edebiyatı dalında yüksek lisans yapmış. Tezini kitaplaştırmış: Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço. Geçmişten Günümüze 41 Türk Sinemasında Folklor İzleri adlı bir inceleme, çocuklara yönelik Sinem: Deyimler Prensesi ve ilkgençlik romanı Dedemin Köstekli Saati onun imzasını taşıyor.

Yazarın ilk öykü kitabı Debbağ, Hece Yayınları’nca Eylül 2022’de okura sunuldu. Editörlüğünü Ali Karaçalı’nın üstlendiği 80 sayfalık kitapta 12 öykü var. Her öykünün başında bir epigraf yer alıyor: Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Virginia Woolf, Franz Kafka, Arzu Özdemir, Jorge Luis Borges, Oğuz Atay, Anton Çehov, Bilge Karasu. Bülent Ortaçgil ile Çiğdem Talu da şarkı sözleriyle birer öyküye destekçi kılınmışlar. Peyami Safa ve otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu da adları anılmadan bir öykünün desenine işlemiş, işlenmiş. “Sait Faik Abasıyanık’ın anısına” sunulan “Adanın Sevdalıları”nı da anmak isterim. “Çığlık’taki Muamma” adlı öykü ise Norveçli ünlü ressam Edward Munch ile belki ondan daha ünlü olan “Çığlık” tablosu çevresinde örülmüş bir çeşit dertleşme, belki hesaplaşma. Burada adlarını andığım özel adların hiçbiri, bir entelektüel gösteri öğesi, sentetik bir gösteriş malzemesi izlenimi uyandırmıyor; öykülerin yakışıklı ve pekiştirici bir süsü olarak karşımıza çıkıyor.

Kitabın ilk öyküsü Debbağ’da deri ustası Sabri’nin hüzünlü macerasını okurken hayvan derisinin işlenme aşamalarına ilişkin bilgiler de ediniyoruz. Küçük ve değersiz şeylerden sandığımız “zırnık”ın deriyi tüylerinden arındırmak için kullanılan kimyasal maddelerden biri olduğunu öğreniyor veya hatırlıyoruz. Sağlığı bozulduğu, verimliliği azaldığı için işinden atılan Sabri, öykünün sonunda deri işlemede kullanılan köpek dışkısının peşine düşüp kanatlanacaktır.

HAYATIN İÇİNDEN

“Dublaj Aşkına Foley”, Türk sinemasının çeşitli oyuncularının ve neredeyse bütün dublaj sanatçılarının geçit törenine çıktığı bir öykü. Bu arada “kurmacanın cilveleri” de hatırlatılmış olur: Kahramanın bir ilâna “dört dakika kırk iki saniye” baktığı kim bilir kaç kez tekrarlandıktan sonra şu cümleyle karşılaşırsınız: “Telefonunu eline aldı, bugün fotoğrafını çektiği, dört dakika kırk iki saniye boyunca baktığı aslında tam olarak kaç dakika baktığını bilemediği ilanı dikkatlice okudu.” (s. 17).

“Korkunun Kokusu”, babaannesinin anlattığı masallardan korku kapmış olan, mahallenin “Gülle Ütücüsü” Ahmet’in, marangoz babasının yanında çalışırken “İmamın Kayıkçısı”na dönüş(türül)mesini sergileyen dokunaklı bir metin.

“Zeki Müren Göbeği”, gönlünün istediği Halim yerine babasının istediği Mestan ile evlenmek zorunda kalan, biri oğlan biri kız iki çocuk anasıyken kocasını, sonra da annesini kaybeden Necmiye ile tanıştırır bizi. Tijen Hanım’ın evinde temizlik yapmaktadır: “Kırdığım vazoyu unutturmalıyım Tijen Abla’ya. Ay aman Tijen Hanım’a.” (s. 27) Necmiye, “sadece dantel ördüğü an mutlu hisseder” kendini. “Zeki Müren göbeği” dantel modellerinden biriymiş: “Kimi bu motife aspirin diyordu belki öreni rahatlattığı, derdi tasası ne varsa alıp götürdüğü için. Kimi bir avuç altın diyordu, el emeğine paha biçmek için.” (s. 30). Bu satırları okurken kimi kadınlarımızın neredeyse kırk beş yıl önce televizyon dizisi Kökler’in etkisiyle kakaolu keke “Kunta Kinte” adını vermiş olduklarını hatırladım.

BİR KÖPEĞİN HİKAYESİ

“Barak Dansı” üç ayrı anlatıcının söz aldığı üç bölümlük bir öykü. İlk anlatıcı, bir köpek. Kadıköy’de bir apartmanın bodrum katında tek başına yaşayan sokak müzisyeni, akordeon ustası Münir’in korona günlerinde sahiplendiği bir köpek. Aralarında büyük bir dostluk ve bağlılık oluşmuş: “Münir, dansımı çok sever. Barak Dansı adını verdiği bestesi bir Çingene müziğinin ezgileri gibi. Barak havası ile ilgisi yok bizim dansın. Barak cinsi bir av köpeğiymişim ya ben, hiç ava çıkmayan. Anlayacağınız soyumdan geliyor bestemizin ve dansımızın adı. Figürlerse bize özel.” (s. 33) Öykünün ikinci bölümü “Ortağım”ın anlatıcısı, köpeğine “Ortağım” adını vermiş olan Münir’dir. Verdiği ada itiraz edenlere karşı çıkarak başlar söze ve şöyle devam eder: “O hayatımın ortağı, iş ortağım, ev ortağım, diğer yarım. On bir yıldır birlikteyiz. Birlikte yaşlandık.” (s. 34). Burada “Koronanın üzerinden on bir yıl geçmedi ki!” demekten kendimi alamadım. Bölümün son cümlesi şu: “Gözleriyle öyle bir baktı ki bir an dayanamayıp ‘Haydi sen de gel!’ diyecektim ama onkoloji servisine almazlardı ki onu.” (s. 36). “Gökkuşağı” bölümünün anlatıcısı, yazar.

“Gelişi ürpertici bir gök gürültüsü ile olan sağanak yağmur pastoral bir senfoni gibi ığıl ığıl yağıyordu. Ortağım, pencerenin önünde huzursuz bir bekleyiş içindeydi. Adımları takip etmekten yorgun düşmüştü. Açlığın ve susuzluğun da etkisi vardı ama Münir’in gecikmesi, yokluğu, kaygısını daha da artırmıştı.” (s. 37). Münir’in önce şapkası düşer yere, sonra kendisi. Başından akan kan, yağmur sularına karışır. “O an bir aydınlanma oldu Ortağım’da. Birden olanca gücüyle koşup pencereden geçti ve Münir’e sımsıkı sarıldı. Cam kırıkları etrafa saçılırken bir Çingene ezgisine benzeyen bestelerini duydu ikisi de. Başlarını gökyüzüne doğru usulca kaldırdılar ve Barak dansı yaparak gökkuşağına doğru yükseldiler.” (s. 38)

“Sen bu o-yun-dan çık”ta Iraz’ı tanımanın yanı sıra kerpiç yapımının inceliklerini de öğreniriz.

“Devrik cümlelerin mahkûmu”, otobiyografik öğeler de içeren bir metin. Yazarın kendisini de cesurca eleştirebiliyor olması kayda değer.

“Çakır Yeşili Gözler”de Alamancı Bekir Amca’nın macerasını okuruz. Bu metinde “ekmeğin karneyle verildiği günler”i (s. 59) yadırgadım. İkinci Dünya Savaşı yıllarının gerçeğiydi o.

Son öykü “Kerzik”, bu adı taşıyan bir kadının ağzıyla yazılmış sevimli bir metin. Kerzik, adını değiştirip Züleyha yapmaya gelmiştir Nüfus Müdürlüğüne. Ippılı’nın karısı Kerzik’i ilkin Yusufgil istemeye gelmiştir çünkü.

#Birgül Yangın Aslanoğlu
#Debbağ
#Hece Yayınları
1 yıl önce