Sadakat romanın yazarı ınci Aral, kadının sadakatsizlik karşısında ne kadar ileriye gidebileceğini anlatıyor ve “Kadının intikamını ateşleyen en tehlikeli duygu ihanettir. İhanet bir kadını gerçekten çileden çıkarabilir. Özellikle sevdiği, güvendiği birinden görüyorsa” diyor.
2007'nin Haziran'ında Kırıkkale'nin Gündoğdu mahallesinde yaşayan Fatma Sungur (34) adlı bir kadın, kendisine şiddet uygulayan, aldatan bir yıllık kocası Özgür Sungur'u öldürüp cesedini dokuz ay boyunca banyonun küvetinde saklamıştı. Ve Sungur'un poliste verdiği ifade şuydu; "Onu öldükten sonra sevdim." Aslında bu haber üçüncü sayfa haberlerinde gördüğümüz cinayetlerden yalnızca biriyidi. Üstelik haber yayınlanmadan önce İnci Aral romanına başlamıştı. Ama Sungur'un kullandığı o cümle, Aral'ın romanına yol gösterdi. Biz de, sadakatsizlikte kadının gidebileceği son noktayı kaleme alan İnci Aral ile bir sadakat portresi çizdik.
Hayır. Romana bu haberden önce başlamıştım.
Haber bana ilginç geldi. Çünkü kocasını öldüren kadın diyordu ki: “ben onu asıl öldükten sonra sevdim.” Bu duygu kitapla dolaylı yoldan bağlantılı aslında. Bir kadının tutkusunun hangi boyutlara varabileceğini anlatıyor.
Ben aşkla tutkuyu birbirinden ayırırım. Aşk; içinde yoğun bir sahip olma isteği ve arzu barındırır. Ama tutku; biraz daha o kişi üzerinde iktidar sahibi olarak, bütünüyle kendi duygularına ve arzularına uygun bir hale getirmeye çalışır. Burada da aşkla başlayan ilişki öc alma isteğiyle, aşk- nefret ilişkisine dönüşüyor.
Aşkla başlayan ve sonsuz bir sadakat umuduyla bağlanılmış bir erkek figürü Ferda. Ama o umuda karşılık veremiyor. Bir de kadının çok yakınındaki biriyle aldattığı için kadının duyduğu sevgiden çok çelişkili bir aşk-nefret duygusuna dönüşüyor. Uğradığı ihaneti hazmedemiyor. Hem o kadından hem de kocasına nefret duygusu geliştirdiği gibi bir bakıma da öc alma ve hesaplaşmak gibi bir tutkuya kapılıyor.
Toplumumuzda gelenek, görenek ve namus anlayışı nedeniyle ve kadının ikinci sınıf olarak kabul edilmesiyle sanki bu üstünlük erkeklere verilmiş gibi görünüyor. Hatta boşandığı kadın bir başkasıyla evlenmeye kalkıştığı zaman gidip iki tarafı da vuran adamlar var. “Seni başkasına yar etmem” diyor. Ama burada kadının da bunu yapabildiğini görüyoruz. Mesela; birkaç yıl önce bir kadın uzun süre birlikte yaşadığı erkek arkadaşını öldürdü. Erkeğe daha fazla hak tanınsa da insan duyguları kadın ya da erkek için farketmiyor.
Evet. Çünkü erkekler kadınları kendi mülkleri gibi görüyorlar. Onun için o mülk uğruna cinayet işleyebiliyor. Kadın da bu duygu bu kadar keskin değil.
Tutkusu çok tehlikeli olabilir. Eğer kadın bir erkeğe çok yatırım yapmışsa ki romanda öyle olduğunu görüyoruz. Maddi ve manevi bütün varlığını ona yatırıyor. Uğradığı hayal kırıklığı da o kadar fazla oluyor.
İhanettir. Bu bir kadını gerçekten çileden çıkarabilir ve o fitili ateşleyebilir. Üstelik ihaneti sevdiği, güvendiği ve mutlu olduğu birinden görüyorsa. Asla bağışlanamaz. Hiçbir kadının ihaneti bağışladığını görmedim.
Çünkü iki insan arasında bir mahrem var. İhanette o mahrem bozuluyor. Bir de bu dışarıdan gelen biri tarafından bozuluyor, paramparça ediliyor. Özelinize saldırılıyor. O zaman çileden çıkarsınız. O yüzden ihanet belleğe çok keskin çizgilerle kazınır ki yıllarca unutulmaz.
Kitapta öldürme olayı tam olarak net değil. İntihar da olabilir, cinayette olabilir. Aslında kadını diğerlerinden ayıran hiçbir özelliği yok. Bu herkesin başına gelebilecek bir şey. Başarısız bir evlilik yaşanıyor son noktada…
Bu toplumsal bir olgu. Kadınlar aileyi, yuvayı ve kurdukları düzeni korumak için daha fazla gayret sarfediyorlar. Bunun için bazı şeylerden vazgeçebiliyorlar. Çocuk evlilikte önemli bir faktör. Kadınları bu tarz duygusal koruyucu yanları var. O yüzden erkeklerin yaptığı hataları bir çok defa affedebiliyorlar.
Ben hiç eleştirmem ki kahramanlarımı (gülüşmeler). Diğer roman kahramanlarımı da Azra'yı da eleştirmiyorum. Çünkü ben insanlık hallerini yazıyorum.
Çünkü sadakat kavramının giderek çözüldüğünü görüyorum. Günümüzde hem çok tartışılıyor hem de tehlikeli bir konu. Bu kavramı herkes kendine göre tanımlayabilir ve sınırları farklıdır. İnsanların sosyal ve kültürel konumlarına göre değişir. Mesela; sosyete veya yüksek gelirli kesim için o kadar da kesin kurallar olmadığını görüyoruz. Herkes kendi hayatını yaşayabiliyor. Bana göre burada ilginç olan, orta sınıfın sadakat kavramının çözülmeye başlaması.
Yaşadığımız zamanın getirdiği sanal özgürlük ortamında iletişimin gelişmiş olması bazı olguları değiştirdi. Mesela; aşk kavramı değişmeye başladı. Daha çabuk tüketilir hale geldi. Romantizim hor görülmeye başlandı. Sanki tarih öncesine ait duygularmış gibi bakılıyor. Halbuki ben öyle bir aşkın da hala yaşanabileceğini göstermeye çalışıyorum.
Evet. İletişim önemli bir faktör. Çünkü insanlar birbirlerine çok çabuk ulaşabiliyorlar. Her dakika telefonlaşıyorlar, internetle haberleşiyorlar. Ben aşkın bir keşfetme tutkusu olduğuna inanırım. Bir insanı bir süreç içerisinde tanımak için çaba sarfedersiniz. Ama bugün birbirini özlemeye zaman yok. Bu yüzden merak kalmıyor. Birden bire bitiyor. İşin doğrusu acıyorum ve üzülüyorum. Aşkın güzelliği unutulmaya başlandı. Çünkü aşk bir hedef koyarak ağır ağır yaklaşmanın…
Evet, o mesafeye adım adım yaklaştıktan sonra birbirlerine kavuşurlar.
Aslında normalde yoktur ama günümüzde erkeklere iltimas geçiliyor. Mesela; “bir tek kişiyle hayat geçer mi?” diyebiliyor. Evet, insanlar belki buna uygun bir doğaya sahip olmayabilirler. Ama eğitimle, kültürle, bilgiyle kendi insani zaaflarına ve güdülerine de sınır koymayı öğrenmeleri gerekir. Yoksa büyük bir karmaşa olur.
Sadakat, kendiliğinden yaşanan bir duygudur. Siz birlikte olduğunuz insanı değerli buluyorsanız, seviyorsanız ve hayatınızı onunla yaşamayı güzel olacak diye kabul ediyorsanız sadakat gösterirsiniz. Eşinizse yuvanızı ve kurulu düzeninizi korumak için özen gösterirsiniz. Burada sınır budur. Eğer bu söylediğiniz değerde bulmuyorsanız o zaman dışarıya yönelmeye başlarsınız.
Söylediğim yanlış anlaşılmasın. O evliliği bitirmek de sadakat sözünü bozmaktır. Çünkü evlilik bir sözleşmedir ve sadakat için de verilmiş önemli bir söz vardır.
Hayır. Sevgi olduğu halde -özellikle erkekler- kendilerini sadakatsiz olmaya hak görüyorlar. “ben erkeğim yapabilirim” diyor. Kadın için öngörülen namus kavramıyla erkek için öngörülen farklı. Erkek bir çapkınlık yaptığında “o kadar da önemli değil” gibi bakılıyor. Bu hiç değişmedi, hep var. Çünkü kadının doğurduğu çocuğun neslinin belli olması için konulmuş bazı kurallar var. İlk çağlardan beridir var bu kural.
Aşk iki insana göre belli bir süre devam eden bir duygu. Ama sonra o ikili ilişki özellikle kurumlaşmışsa sevgiye dönüşür. Aşkın heyecanını aynı düzeyde taşımak zaten çok yorucu olduğu için yavaş yavaş biçim değiştirir. Zamanla köklü bir sevgiye ve birlikteliğin getirdiği arkadaşlığa dönüşür. Ama böyle bir durumda da şöyle istisnai bir durum da olabilir. İnsan tıpkı bir araba kazası gibi aşka tutulabilir. Bazı insanlar bunun önlemini alır, frene basar ve hiç başlamadan bitirir. Bazıları ise o kadar güçlü olmayabilir ve hem evdeki insanı sever hemde başkasına aşık olur.
Açıkçası bir insanın kafasına, beynine, özellerine ve özlemlerine bu denli sahip olunması beni ürkütüyor. Bu kadar büyük bir müdahele olamayacağını düşünüyorum. Sadakat kavramı asla duygulara, en gizli insani yanlarına, zaaflarına el koyarak zorla yaşanmamalı.
Evet. Birlikteliklerde iki tarafın da belli yaşama alanları olmalı ve o alanlar korunmalı.
Tabii. Nasıl ki ben bilgisayarımda bulunan yazdığım romana bakmaması için eşimden rica ediyorsam o da buna uyuyorsa...
Bakmaz çünkü o benim gizli dünyam. Romanı yazarken çok merak eder ama son nokta koymadan okutmam. Özel alanıma girildiği an darmadağan olurum. Onun söyleyeceği bir cümle benim kurduğum yapıyı tümüyle yıkılabilir. Onun için izin vermiyorum.
Hayır. Çünkü ben sadakatin sadece tensel olduğuna inanmıyorum. Zihinsel sadakatsizlik de vardır. Sevdiğiniz kişiyi aldatmamışsınızdır ama zihninizde o kıstırılmışlık hissini, hayatınıza el koyduğunu, sizi birçok şeyden mahrum ettiğini düşünürsünüz ve giderek öfke duymaya başlarsınız. Böyle çiftler vardır, mesela; durup dururken birbirleriyle kavga eder gibi konuşurlar. Çünkü içte birikmiş birşeyler vardır. Zihinsel olarak bitmiştir artık.
Hayır. Belki de çok önceleri geçip bitirmiş olduğum bir konu olduğu içindir. Ama çevremde bu hesaplaşmanın yapılmadığını gördüm. Kalıp halinde bir sadakat levhası var ve buna yüzde yüz uyulması bekleniyor. Erkekten de kadından da ama uyulamıyor. Bunun en çok da orta sınıfta çözüldüğünü gördüm. Üçüncü sayfa haberlerinde ihanetin intikamı, ihanetsizlik olarak alınıyor. Eskiden de vardı ama bu kadar çok değildi.
Batı kültürünün saldırısı altında bir ülkeyiz. Orada yaşanan herşey bizim içinde mübahmış gibi görülüyor. Eskiden insanın kendi iradesiyle bastırdığı veya kabullenmediği durumlar şimdi farklı. Mesela adam; “Sıkıldım aynı kadınla olmaktan” diyor ve gidiyor. Sadece tek bir cümle söylüyor o kadar. Bağlayan hiçbirşey yok.
İnsani bulmuyorum. Çünkü insan değişen bir varlık. O yemini ettiği zamanki insan olduğunu düşünemeyiz on yıl sonra. Dünya değişiyor, çevre ve ilişki biçimleri değişiyor, bu değişim içerisinde insanın taşlaşmış bir varlık olarak o yemine sadık kalmasını beklemek insafsızlık olur. Ama şu var; aşk bir kavuşamama hikayesidir. Arada sürekli engellerin olduğu, bir türlü sevgiliye ulaşamadığınız bir insanlık durumudur. Ulaşamadığınız sürece o aşk sonsuza kadar sürer. O noktada bir sadakat yemini zaten kendiliğinden verilmiştir. Aşkların bu kadar çabuk tüketilip atıldığı günümüzde yeminin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Üstelik arada yemin olduğunda karşı taraf daha çok yıkılıyor. Ortada bir yemin var çünkü…
Bu konuda kesin konuşmak zor fakat gerçekten çok insafsız, itici ve zalim kadınlar da var. Kadınlık ve erkeklik sabitleşmiş yüzdeyüz tanımlanacak durumlar değil. Çok iyi kadınlar çok zalim adamlara düşebileceği gibi, çok iyi erkekler de çok zalim kadınlara düşebilir. İnsanın doğasını belirleyen cinsler değildir.
Mutlu olmayan bir insanın bir takım nedenlerden ötürü evliliğini sürdürmesi eşi veya beraber olduğu kişiyi zor duruma düşürüyor. Ama bir yandan da yanında huzur bulacağı ve mutlu olacağı başka birini arayabilir. İstese de boşanamayan insanlar biliyorum. Zorla da kimseyi tutamıyorsunuz. Kimsenin kabahati değil, sebep o iki insanın arasındaki uyumsuzluk da olabilir. Kimyasal uyumsuzluk, karakter ve ruhsal uyumsuzluk olabilir. Birbirini anlayamama veya anlamaya yanaşmama daha ilk günden arada doğan bir çelişki olabilir.
Benim tanıdığım çiftler var. İkisinin de kendilerine ait işleri var ve 30-40 yıllık evliler. Çok da mutlular belki birbirlerine aşık değililer ama birbirlerini çok seviyorlar. Çocuklarını büyütmüşler. Huzurlular ve sadakat diye bir şey sözkonusu bile değil aralarında. Zaten onlar o kadar biribirleriyle olmaktan hoşnutlar ki, akıllarına bile gelmiyor. Bir de nasıl ki her ilişki kendine özgüyse sadakat de öyledir. Bu bir anlaşmadır ve anlaşma bozulduğunda ne yapacağının kararını yine çiftin kendisi verir. Ben sadakati tartışmayı açacak cesareti gösteremem. Yaptığım şey sadece farklı yaşamları göstermek.
Para herşeyi kirletiyor. İster kocasının iteklemesiyle, ister kendi açgözlülüğüyle olsun bağışlayamadığım tek şey bu tür ilişkilerde paranın rolüyle davranmaktır. Para teni kirletir, insanı kirletir. Ama tabii insanlar tökezlerler, düşerler ve sonra yine ayağa kalkarlar, yollarına devam ederler. Düştü, öldü ve sonsuza kadar kalkamaz diye bir şey yok. Buna insani umut beslerim her zaman için. En fazla haksızlık ettiğimi düşündüğüm karakter için de aynı şeyi düşünüyorum.






