|

Sinemanın tarihini yazsam yeniden

David Thomson tarafından kaleme alınan ‘Filmler Hayatımızı Nasıl Etkiler’ kitabı sinema tarihini masaya yatırıyor. Thomson, film izleme deneyimimize, seyircinin filmlerle kurduğu çift taraflı ilişkiye, sinemanın geçirdiği evrelere ve sinemanın ne kadar uçsuz bucaksız bir anlamlar dünyası ihtiva ettiğine dair düşüncelerini okuyucuyla paylaşıyor.

Yeni Şafak
07:00 - 7/11/2015 Cumartesi
Güncelleme: 21:52 - 6/11/2015 Cuma
Yeni Şafak
MURAT ATA


Sinema tarihçisi ve yazarı David Thomson tarafından kaleme alınan 'Filmler Hayatımızı Nasıl Etkiler' adlı kitap The Guardian tarafından belirtildiği üzere “Filmler üzerine yazılmış en iyi kitap” mıdır bilmiyorum ama sinema tarihinin ele alınışı ve incelenme yöntemi bağlamında en ilginç ve ufku geniş eserlerin başında geldiğini iddia edebilirim.



Sinema yazını alanında Amerikan ve Fransız yaklaşımları birbirinden farklı ve çoğu zaman kesişmeyen pencerelerden yorumlarlar filmleri. Fransız yaklaşımının özellikle auteur ve yapısalcı kuramlarla beraber keskinlik kazanan, esas meselenin 'filmin kendisi' olduğu düşüncesinin karşı cephesinde filmlerin kendisi kadar onu oluşturan dış faktörlerin, kişilerarası ilişkilerin hatta kimi magazinel olayların dahi önemsenmesi gerektiğini savunan Amerikan tarzı yer alır. David Thomson, kitabında bu iki yaklaşımı birbiriyle bazen eklektik, yer yer mesafeli ama çoğu zaman daha önce karşılaşmadığınız ayrıntılarla ve bağlantı noktalarıyla birbiriyle kaynaştırıp zenginleştirdiği ve her sayfasında saf sinema sevgisini okuyucuya göstermekten çekinmeyen bir dil inşa ediyor. Thomson'un sinema tarihini başlangıcından günümüze değin kronolojik bir sırayla ve çeşitli tematik bölümler halinde işlediği yapıtı alışageldiğimiz ezberleri bozan; belki biraz zorlayıcı ama filmler, olaylar, kişiler, kavramlar arasında dolaşırken birçok duygunun deneyimlendiği bir okuma serüveni sunuyor. Okuma serüveni çünkü Thomson, sinema tarihine mal olmuş, gönüllere kazınmış ve klişe haline gelmiş kimi özellikleri üzerinden bir imaj oluşturulmuş filmlerin/kişilerin tam anlamıyla iç dünyalarına inerek çoğu gizli kalmış ayrıntıyı gün yüzüne çıkarmayı, o imajların seyirciyle kurduğu ilişkinin şifrelerine ulaşabilmeyi hedefliyor. Ve kronolojik yapıyı ara ara bozan ve sinema tarihinin birbirini etkileyen dönemlerle ve temalarla örülü olduğunu örneklerle önümüze koyan anlayışı kesinlikle farklı bir bakış açısı sunuyor. Yazar, kitabını tabiri caizse sarmal bir kurguyla şekillendirirken, parçaları önce dağıtıp hiç umulmayan yerlerde toplayarak hayret verici yepyeni bir bütüne ulaşabiliyor. Örneğin; yazarın çok değerli bulduğu yönetmenlerden Alfred Hitchcock'un Sapık filmi sadece yönetmenin kariyerinin ele alındığı sayfalarda değil, filmin ilişkilendirildiği birçok temanın yer aldığı bölümlerde farklı farklı yönleriyle ele alınıyor.



SESSİZ SİNEMA DÖNEMİ


Filmler Hayatımızı Nasıl Etkiler bir kitap adı olarak bariz biçimde kişisel gelişim altyapılı bir anlatıyı akla getirebilir fakat dört kısım halinde kaleme alınan Thomson'un eseri, film izleme deneyimimize, seyircinin filmlerle kurduğu çift taraflı ilişkiye, sinemanın geçirdiği evrelere ve sinemanın ne kadar uçsuz bucaksız bir anlamlar dünyası ihtiva ettiğine dair düşüncelerin peşi sıra sürüklüyor okuyucuyu.



Kitabın 'Parıldayan Işık ve Boynu Bükük Kitleler' başlıklı ilk kısmı sinema tarihinin başlangıcından itibaren sinemanın işlevine, ortaya çıkma ve gelişim pratiklerine, seyirciyle kurduğu ilişkinin yapılandırılma ve çeşitlendirilme dinamiklerine yoğunlaşıyor. Sinemanın ilk kâşiflerinden Eadweard Muybridge'in hareketli görüntü üzerine çalışmalarıyla beraber görüntünün seyircide uyandırdığı çeşitli duyguları ve seyircinin görüntülerle kurduğu mahremiyet ilişkisini anlamlandırmaya çalışıyor: “Muybridge'nin görüntüleri bizim için seçilmiş ve çerçevelenmiştir, fotoğraftaki erkekler ve kadınlar bizden haberdar değildir ve seyrettiğimizi kabul etmezler. Doğal olmayan bizim bakıyor olmamızdır. Fakat bugün artık her şeye bakma hakkımız olduğunu, bunun sahip olduğumuz insan haklarından biri olduğunu düşünüyoruz.”



Thomson'a göre sessiz sinema döneminden başlayarak sinema, seyircinin yaşam benzeri yanılsamasının içinde yaşadığı, kimi zaman kendini özdeşleştirdiği, daha önce hiç görmediği bir şeyleri gösterdiği ama her şeyi gördükleri sonucuna varmalarından sakındırdığı, karanlıktaki yalnızlıklarıyla yüzleştirdiği büyülü bir gerçekliğin merkezidir..



USTA İSİMLERE GÖNDERME


Thomson kitap boyunca Amerika'dan Sovyet Rusya'ya, Fransa'dan Japonya'ya değin birçok ülke sinemasından örnekleri incelerken okuyucuyu zihinsel manada incelediği döneme götürebilen, kimi malumatfuruşluk olarak nitelendirilebilecek parça parça dağıttığı detayları mutlaka konuya açılım getirebilecek noktalarda bağlayabilen -Dreyer'in önemli filmlerinden Jeanne d'arc'ın Tutkusu filminin eksik olan kopyasının Norveç'te bir akıl hastanesinde bir hademenin dolabında bulunması gibi- ve efsaneye dönüştürülmüş filmleri/yönetmenleri ilginç ve hınzır sorularla sarsan bir anlatım yakalayabiliyor. Fritz Lang, Alfred Hitchcock, Charlie Chaplin, Murnau, Orson Welles, Howard Hawks gibi usta yönetmenler, yazarın birçok farklı köşeden taarruza uğrattığı, övdüğü kadar çoğu okuyucuyu da ters köşeye yatırabilecek çıkışlarıyla kesinlikle ufkunu açmasına yardımcı olduğu isimlerden birkaçı.





Kitabın 'Günbatımı ve Değişim' başlıklı ikinci kısmı, sinemada sosyopolitik atmosferden gerçekçi biçimde etkilenen daha karanlık bir anlatım dilinin yeşerdiği ve eş zamanlı olarak da televizyonun seyirci karşısına ikinci bir 'ekran' olarak çıktığı dönemin gelişmelerine, öne çıkan yönetmen ve filmlerine yer veriyor. Yazar zaten kitabından ekranlar üzerine bir kitap olarak bahsediyor. Sinemanın büyülü ve kocaman perdesinden, sinemanın türevi olarak pazarlanan, yalnız bizim içinmiş gibi sunulan fakat izleme deneyimini negatif olarak kökten değiştiren televizyonun ekranına ve son olarak da dijital teknolojiyle beraber küçücük ekranlara hapsolan bir tarih çizgisi Thomson tarafından ciddi bir sorunsal olarak görülüyor. Dolu dolu bir içeriğe ve çeşitliliğe sahip bu kısımdan birkaç örnek verelim: Yazar, Fransız Yeni Dalga Sineması'nın ortaya çıkış sürecine, Antonioni'nin dönemin ruh halini özetleyen üçlemesine yoğun bir şekilde eğilirken özellikle Robert Bresson'un sinema-bellek ilişkisi konusunda çığır açan Hiroşima Sevgilim filmini önemine binaen çok katmanlı bir şekilde masaya yatırıyor.



'Film Çalışmaları' adlı üçüncü kısım sinemanın artık kuramsal olarak da ele alınmaya başlandığı 70'li yılların sinemasal gelişmelerine yer veriyor, bu arada televizyonun gitgide artan etkisine de vurgu yapmaktan geri durmuyor. Devlet güdümlü televizyon yayınlarının izleyici üzerindeki tektipleştirici etkisi, gerçekleri gösteriye veya şova dönüştürme tehlikesi, reklamların seyir deneyiminde derin kesikler açması gibi etmenler, yazarın değindiği hassas noktalardan sadece birkaçı. Kitabın en kıymetli yönlerinden birisi de sinema tarihinde değeri çok bilinmemiş Joseph Losey, Robert Aldrich gibi yönetmenlere hem de oldukça geniş analizler eşliğinde yer verebilmesi. Aynı zamanda Stanley Kubrick gibi bir dehanın film yaratım sürecine, uyumsuz ve otoriter kişiliğinin yansımalarına, tarihe yön veren zekâ pırıltılarına yine eşsiz sinema hikâyeleri eşliğinde ulaşabiliyoruz. Cinselliğin farklı şekillerde hikâyelerde yer aldığı filmlerin yarattığı akımın incelendiği bu kısımda, bir köşe taşı konumundaki Paris'te Son Tango filmi özellikle eleştirmen Pauline Kael'in derinlikli eleştirilerinin pusula işlevi gördüğü bir düzlemde geniş biçimde inceleniyor. Konu 70'ler sineması olduğunda akıllara kazınan Martin Scorsese, Francis Ford Coppola, Milos Forman ve Roman Polanski gibi yönetmenlerin sineması da dönem atmosferinin belirleyici etkisi özellikle vurgulanarak ele alınıyor.



SİNEMA DÜNYASINA BİR GEZİNTİ


Kitabın 'Korku ve Arzu' başlıklı son kısmının ruhunu, yazarın bir cümlesi ile özetleyebiliriz: “Seyretmekten hoşlanıyoruz çünkü cazibe fikrini ve onu arzu gibi düşünmeyi seviyoruz. Fakat bu korku da olabilir.” Farklı başlıklar altındaki makalelere yer verilen bu kısımda özel efektlerin ve simülasyonun iyiden iyiye hâkim olmaya başladığı, filmlerin video oyunlarıyla benzeştiği son dönem sinema anlayışına eleştirilerini sunmaya devam ediyor. Yazar, Ucuz Roman'ın komedisini ve zarafetini sonraki filmlerinde bir daha bulamadığını ifade edip Tarantino hayranlarını kızdıracak olsa da asıl olarak meraklanmalarını sağlayacak derinlikli analizler kitabın da sayısız hazinelerinden yalnızca birine tekabül ediyor.



Filmler Hayatımızı Nasıl Etkiler gibi sinema tarihinde tam anlamıyla bir gezinti yapılan, filmden yönetmene, filmin bir sahnesinin çözümlemesinden farklı bir dönem ve coğrafyadaki olayın yaşandığı dönem atmosferine ışınlandığınız, yer yer labirent hissini alabileceğiniz bir eser, doğaldır ki okuyucusundan da belli bir çaba ve birikim talep edecektir. Yazar David Thomson birçok meslektaşının düştüğü bir hatanın kıyısından dolaşarak söz konusu filmleri seyretmemiş okuyucusunun da yolunu kaybetmeksizin bulabilmesi, yeni tanıştığı bu dünyaya kolay uyum sağlayabilmesi adına çok özel ayrıntılarla, yaşanmışlıklarla, filmlerin kilit noktaları hakkında yaptığı tespitlerle bezeli bir anlatım tutturarak dezavantajdan en az yarayla kurtulabilmeyi sağlıyor. Kitapta sözü edilen dönemlere hâkim, filmleri seyretmiş okuyucuların ise benzersiz ve büyük bir iştahla yerlerini alacakları bir sinema tarihi serüveni yaşayacaklarına ise şüphe yok.



Filmler Hayatımızı


Nasıl Etkiler


David Thomson


Alfa Yayınları


2015


775 sayfa



#David Thomson
#Korku ve Arzu
#Film Çalışmaları
#Fransız Yeni Dalga Sineması
#Fritz Lang
#Alfred Hitchcock
#Charlie Chaplin
#Murnau
#Orson Welles
#Howard Hawks
8 yıl önce