|

Toplumsal cinsiyetin aileye etkisi

04:00 - 12/08/2019 Pazartesi
Güncelleme: 02:54 - 12/08/2019 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
TUBA KARACAN - PSİKOLOG

Toplumsal dinamiklerin çok hızlı değiştiği bir dönemden geçiyoruz. Bu hızlı değişim tüm dünyada en çok kadın-erkek rollerini ve buna bağlı olarak da aileyi etkiliyor. Kadınların çalışma hayatına katılmaları, ailede ekonomik dengelerin değişmesi, çocukları bakımıyla ilgili sorumlulukların kurumlara devredilmesi işin yalnızca görünen yüzü. Asıl değişim hane içinde yaşanıyor. Anne baba olmaktan, ilişkide sorun çözme biçimine, çocuklarla ilgili görev paylaşımından, kök ailelerle ilişkilere kadar pek çok konuda, kadın-erkek rolleri yeniden konuşulmayı gerektiriyor.

Kadın erkek rollerinin konuşulduğu her konu kaçınılmaz olarak toplumsal cinsiyet meselesine çıkacağından bugünlerde sıkça duyduğumuz bu kavrama kısaca değinmek gerek. Akademi dünyasında toplumsal cinsiyet kavramına ilişkin pek çok yaklaşım var. Ancak hemen hepsinin birleştiği nokta, dünyaya kadın ve erkek biyolojisiyle geldiğimiz, nasıl kadınlar ve erkekler olacağımızı tanımlayan cinsiyet kimliğimizi, aile ve toplumun şekillendirmesiyle edindiğimiz yönünde. Ebeveynlerimizin ortaya koyduğu kadın ve erkek modelleri, bizimle kurdukları ilişki, içine doğduğumuz toplumsal yapı, bu yapıya ait kültür, hatta yaşadığımız çağın beklentileri cinsiyet kimliğimizi oluşturmada belirleyici oluyor. Kısacası cinsiyet(sex) biyolojik olarak kadın ve erkek olmayı tanımlarken, toplumsal cinsiyet (gender) kadın ve erkek rollerinin toplumsal hayata nasıl yansıdığına işaret ediyor.

TOPLUMSAL CİNSİYET AİLEYİ NASIL ETKİLİYOR?

Geleneksel aile yapısı kadını ev içinde, erkeği dışarıda konumlandırdı. Ancak modern çekirdek aileye geçişte kadın ve erkek rolleri çok daha geçirgen bir hal aldı. Kadınlar hem ev içinde hem ev dışında sorumluluklar üstlenirken, geleneksel yapıda kadınlar için tanımlanmış ev işi, yemek, çocuk bakımı gibi işler artık erkeklerden de bekleniyor. Değişen toplumsal dinamiklerin doğurduğu bu yeni aile tipi aslında hayatın akışı içinde kendiliğinden şekilleniyor. Toplumsal değişim raporları bu kendiliğinden şekillenmeyi doğrular nitelikte. Bugün evli çiftler arasında öğrenimini sürdüren, çalışan, sosyal faaliyetlerde aktif rol alan pek çok kadın ve erkek, rol geçişlerini kendi anne babalarına kıyasla çok daha kolay gerçekleştiriyor.

Genel olarak roller hayat içerisinde edinilir ya da bir önceki kuşaktan devralınır. Bugün yaşadığımız dünyada ebeveynlerimizden devraldığımız rollerle gündelik ilişkilerimizi sürdürebilmemiz çok zor. Çünkü tercih ettiğimiz hayatlarla kendi ebeveynlerimizin yaşadığı hayatlar arasında hayli mesafe var. Hal böyle olunca yeni duruma uygun beceriler geliştirmek kaçınılmaz oluyor. Kaldı ki ev işleri yapmanın, yemek pişirmenin, araba kullanmanın ya da basit tadilat işlerinin üstesinden gelebilmenin bir ontolojisi de yok. Bunlar içinde yaşadığımız toplum ve kültürle ilgili. Buradan bakınca değişenin ya da tükenenin, kadın ve erkek kimliklerinden ziyade kafamızdaki erkeklik ve kadınlık algıları olduğunu görüyoruz. Gözden kaçırdığımız bir başka nokta ise kişiliğimiz. Değerlerimizin de şekillendirdiği kişiliğimiz; aile içi ilişkilerin düzenlenmesinde rollerimizden çok daha belirleyici. Çünkü roller en nihayetinde özümüzü değil, bugünden yarına gerektiğinde değiştirilebilir, revize edilebilir davranış kalıplarımızı içeriyor.

Burada akıllara şöyle bir soru geliyor: Rollerin geçişli olduğu modern aile yapısında cinsel kimliğiyle barışık, kendisinden beklenilen cinsel rolleri gösterebilen nesillerin yetişmesi, mümkün müdür?

Çocuklar, kimliklerini yaşamın ilk 6 yılında oluştururlar. Çocuğun bu ilkel yılları sadece narsisistik doyuma ulaşmaya yöneliktir. Bu evrede çocuk annesiyle bir bütün olma ve annenin aynasında kendini seyretme arzusu taşır. Winnicott iyi anne kavramından bahsederken, anne ve çocuğu bir arada tutan şeyin baba olduğu vurgular. Yani annenin yeterince iyi olmasının koşulu babanın her ikisini de kapsayan olmasından geçmektedir. Lacan’a göre babanın adını koyan kişi annedir. Ancak annenin babayı içselleştirmesi, kabul etmesi halinde baba babalık işlevini yerine getirebilir. Babanın çocuğun dünyasında kabul görebilmesi için annenin kendi ve çocuk arasında bir öteki olan babayı tanımlaması gerekir. Baba kültürdür, toplumdur, yasadır. Yani anneden farklıdır ve bu farklılığa uzanma, farklılıkla ilişki kurma deneyimini yaşayamayan çocuklar anneyle kurdukları narsistik ilişki evresinde takılır kalırlar. İlerleyen yaşlarda görülen narsistik kişilik yapılanmaları, Lacan’a göre psikozlar, bu evrede takılıp kalındığında yaşanır ve eşcinsel eğilimlere en sık narsistik kişilik bozukluklarında rastlanır.

Annelik biyolojik, babalık kültürel bir olgudur. Baba dış dünyadan gelen ilk ötekidir ve kendi dışımızdaki tüm ötekilerle gerçekleştirdiğimiz ilişkileri temsil eder. Bu nedenledir ki bizden olmayan bir ötekinin farklılığını deneyimlemek aynı zamanda; kendinden başkalarının varlığını kabul etmek, empati becerisi geliştirebilmek ve gelecekte de sağlıklı ilişkiler kurabilmek anlamına gelir.

Bir diğer nokta, çocukların cinsel gelişim süreçlerinde kadın ve erkek kimliklerine dair tutarlı davranışlar görmeleri önemlidir. Ancak yemek yapan baba görmek, akşam iş yemeğine katılan anne görmek korkulduğu gibi çocuklarda cinsel kimlik karmaşasına yol açmaz. Çünkü kimlik kazanımında daha önemli olan faktör, ebeveynlerle kurulan ilişkidir. Anne ve babanın kendi cinsinden çocuğuyla ortak paylaşımlarının olması, çocuğun kadın ve erkek kimliğiyle özdeşim kurabilmesinde elzemdir. Ataerkil bir ailede çocuklarıyla sağlıklı ilişki geliştiremeyen baba, erkek çocuklarının cinsel kimlik kazanımında sorunlar yaşamasına sebep olabilir. Aynı şekilde annesiyle yakın ve sıcak ilişki kuramayan, kadınların sürekli aşağılandığını, temel haklardan yararlanamadığını gören bir kız çocuğu kadın kimliğiyle bütünleşmekte zorlanabilir.

Kısacası ailede kadın ve erkek rollerinin net sınırlarla ayrılmış ya da geçişli olması, çocuğun cinsel kimlik gelişiminde birincil belirleyici etken değildir.
Çocuk, ancak anne babasıyla sevgi ve güvene dayalı bir ilişki geliştirebilir, ilk bağ nesnesi olan anneden sağlıklı şekilde ayrılıp babayla temasa geçebilirse, anne baba arasındaki ilişkide kadın ve erkek kimliklerinin değerliliğini içselleştirebilirse kendi cinsiyetinden beklenen davranışları ortaya koyabilir.

Fizyolojik olarak kadın ve erkek hormonları her iki cinste de mevcuttur ve cinsiyet bu hormonlardan birinin baskın olmasıyla oluşur. Psikanalitik kuramcı Jung’a göre her kadının içinde bir erkek arketipi (animus), her erkeğin içinde bir kadın arketipi (anima) mevcuttur. Kadın ve erkek bu sayede birbirlerini daha iyi anlayabilir. Yani kadın ve erkeğin rol paylaşımında bulunmaları ve hayat içinde birbirlerine yardımcı olmaları insan olma özelliklerinin bir gereğidir, yaratılış kodlarında mevcuttur. Eril diye nitelendirebileceğimiz cesaret, mertlik gibi erdemlerin kadında var olması, dişil olarak nitelendirebileceğimiz şefkat, merhamet, naiflik gibi hasletlerin erkek davranışlarında vücut bulması her iki tarafın da cinsiyet özelliklerinin eksikliği değil aksine her iki cinsin birbirini anlama ve destekleme becerisi taşıdığını gösterir.

Ailenin bekası, neslin devamı; sağlıklı kadın-erkek-çocuk ilişkisinden geçer. Yeni kimlik rollerine uyumlanmaya çalışan, geleneksel olanla güncel olan arasına sıkışmış anne babalara bu yönde destek verilmelidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi rol edinilir yahut devralınır. Güncellenip, revize edilebilir; ancak insanın özü değişmez. Rollerin değişmesi özü değiştirmez. İster fert, ister aile olsun eğer özde bireysel hırslarından, tamah ve hasedinden arınmış bir benlik mevcutsa, insan ancak bir ötekini sevmek ve onun tekamülüne yoldaşlık etmek arzusunda olacaktır. Adaletle yaklaşmak, kendisinden önce komşusunun hakkını gözetmek, birbirine insan kardeşi olarak bakabilmek hem ailede hem de toplumda tahrip ve istismarın ortadan kalkmasının teminatı olacaktır. Metafizik bakışla insan ruhu iyiye evrilebilen, bencil arzu ve hırslarından sıyrılabilen, bu sayede huzura erişebilen bir varlıktır. Çünkü insan Yaradan’ın isim ve sıfatlarının aynasıdır ve aynadaki görüntünün berraklığı insanın içindeki özü fark edip, ona temasıyla mümkün olacaktır.

#Tuba Karacan
#Cinsiyet
#Aile
5 yıl önce