
Başbakan Erdoğan bir iftarda şöyle konuşmuş: ''Güçlü olmaya mecburuz. Çünkü dünya güçlülerin dünyası ve bunların mantığı yanlış çalışıyor. Haklı olan güçlüdür değil, güçlü olan haklıdır tezi ile bunlar dünyada zulmediyorlar. Sömürüyorlar. Öyleyse biz hem haklı hem güçlü olacağız.''
Acizane küçük bir katkı yapmak istiyorum bu sözlere. Haklıların güçlü olduğu bir dünya isteyenler salt güç peşinde koşmazlar, sahip oldukları şeyler zaten onları güçlü kılar.
Sovyet Rusya devrimcileri ''kapitalist dünya''nın karşısına daha insani değerlerle çıkmışlardı. Onlar da Batı gibi güçlü olma derdine düştüler, Batı atom bombası yaptıysa, onlar da yaptılar. Kıyasıya süren bir yarış zamanla aldatmacaya dönüştü, insanı, toplumu unuttular. ''Soğuk Savaş'' ateşi karıştırmaya yarayan maşaydı. Casusluk romanları yazarı John Le Carre, İngiliz gizli servisinden George Smiley''e şunları söyletmişti 1991''de yayımladığı kitabında:
''Soğuk savaşı sona erdiren insandı. Silah, teknoloji, ordular ve seferler değil. Sadece insan. Ve Batılı insan da değil. Doğudaki yeminli düşmanımızın kurşunlara ve coplara aldırmadan sokağa dökülüp artık yeter diyen insanı. Kürsüye çıkıp da hiçbir şeyleri olmadığını itiraf edecek cesarete sahip olan da onların imparatoruydu. (..) Tarih bir gün bize kimin kazandığını söyleyecektir. Ortaya Demokratik bir Rusya çıkarsa, o zaman Rusya kazanmış olacaktır. Batı kendi materyalizminde boğulup kalırsa, o zaman yenilen taraf Batı olacaktır.''
''Soğuk Savaş'' denilen güç gösterisi taraflardan birinin ''ben artık yokum'' dediği gün bitti.
George Smiley ABD ve İngiliz ortaklığına ise şöyle değiniyordu:
''Soğuk savaş korkarım bizde bir tür vekaleten sömürgecilik yarattı'' Bir yandan ulusal kimliğimizin hemen hemen tümünü Amerikan dış politikasına terkettik. Öte yandan sömürgeci kimliklerimiz hakkındaki görüşümüzle kendimiz için bir zaman kazandık. Daha da kötüsü, Amerikalıları da aynı şekilde davranmaya özendirdik.''
''İngiliz tecrübesinin Amerikan çöküşündeki etkisi'' başlıklı yazısında Michael Lind ise güç gösterisinin ekonomik boyutlarını irdeliyor.(Bak: www.dunyabulteni.com). ''Kısa vadeciliği(az zamanda çok zengin olmak)'' eleştiren Lind, İngilizlerin sulbünden gelen Anglo-Sakson finans modelini(paradan para kazanmak) alıp üretken sanayi temellerinden koptuğundan bahisle Amerika''yı kötü bir geleceğin beklediğine dikkat çekiyor. Zira sömürgelerini kaybeden İngiltere bir gecede birinci sınıf bir güçten orta çaplı bir ulus devlete dönmüştür. Amerika''nın Anglo-Sakson dünyası dışındaki başarılı uluslardan öğreneceği şeyler olduğunu kaydeden Lind, ''Bugünkü zenginlik, uzun vadede zenginlik üretme kapasitesiden daha az önemlidir'' diyen Friedrich List''in mantığına dikkat çekiyor.
Başbakan Erdoğan''ın sözlerine dönecek olursak, kısa vadede güçlü olmak yerine, uzun vadede, milleti, toplumu güçlendirmeye yönelik işlere öncelik vermek gerekiyor. Güçlü milletlerin bireyleri daha özgüvenli, daha üretken, aydınları ve bilim adamları ise daha cesaretli olurlar. Sünnisiye alevisiyle, Türküyle Kürdüyle milleti güçlendirmenin yollarını aramalıyız. Böylece bugün zaafımız olarak gördüğümüz şeyler yarın kuvvetimiz olur.
Kısa vadede güçlü olmak yerine uzun vadeye yayılan akıllı bir stratejiyle dünya sahnesinde hak ettiğimiz yer alabiliriz. Ekonomi açısından da geçerli bu söylediğim. ''Güçlü görünmek'' yerine ''güçlü olma kapasitesi''ne sahip olduğumuzda ''haklıların güçlü olduğu dünya''yı kurabiliriz. Bu sözleriyle Başbakan Erdoğan''ın güçlü olmak yönünde irade beyanında bulunması önemli. Acaba güçlülerin haklı olduğu dünyayla aramıza mesafe koymayı gerektirecek ''karar anı'' geldiğinde aynı iradeyi gösterebilecek miyiz? Bunu yapabilmek için toplumu yeniden kurmamız gerekiyor, ama nasıl?
Nerede diktatörlük var, orada sefalet ve yoksulluk diz boyu. Suriye, Tunus, Mısır, Yemen böyleydi. Bir avuç insan ülkenin kaynaklarını emer durur. Yoksul Arakanlılar da Myanmar''daki askeri vesayet rejiminin kurbanları. İngiliz sömürgesi döneminde Myanmar Hindistan''ın eyaletiydi. Hindistan(Pakistan)denilince aklıma gelen ilk isim Muhammed İkbal oluyor ''Cebrail''in Kanadı'' kitabında diktatörleri anlatan ''Dilenci'' başlıklı bir şiir yer alıyor, paylaşmak istedim.
Bir zamanlar,'' devlet Kürt meselesinde adım atmıyor'' diye eleştiriler yapılırdı. PKK ve yancıları da ''bakın biz barış istiyoruz, devlet sorunun varlığını bile kabul etmiyor'' diye veryansın ederlerdi. Bir zaman sonra hem ''Kürt sorunu''nun varlığını kabul edildi, hem daha önceki dönemlerde lafını etmenin bile yargılanma konusu olabileceği demokratik açılımlar gerçekleşti(Kürtçe tv gibi..) Başta Güneydoğu olmak üzere ülkemizde olumlu havalar esmeye, ''galiba bu iş bitecek'' cümleleri çoğalmaya başladı. O da ne! Örgütün kendisi çözümün önünde engel olmaya, açılımları sabote etmeye başladı. Her açılımda örgüt elini yükseltti, silahları konuşturdu ve aslında çözüm diye bir derdinin bulunmadığını açık etti.
Zaman zaman kamuoyunu aldatmaya yönelik olumlu açıklamalar geldi'' Kandil''den. Örgütün tiynetini bilmemize rağmen ümitlendik. Derken kamuoyunun olumlu havasını tersine döndüren saldırılar gerçekleşti. Boş yere, örgütün şu kanadıydı, bu kanadıydı diye yorumlar yaptık. Daha kısa bir süre önce Kandil''de Murat Karayılan ile görüşen gazeteciler olumlu izlenimlerini yansıttılar bizlere. ''Galiba bu sefer silahlar susuyor'' diye sevindik sevinmesine ama meğer örgüt bu sırada daha kanlı ve daha sarsıcı saldırılar için harıl harıl yığınak yapıyorlarmış. İnandırıcılığını yitiren bir örgüt çözüme ortak olabilir mi hiç?
Ortada anlaşılmaz bir durum yok aslında, örgüt kürtlerin örgütü olmaktan çoooktan çıkmış çünkü. Aksi olsa, kürtlerin hak ve hukukunu savunan bir örgüt şu kadar genci bile bile ölüme gönderir miydi?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.