|
Bir referans olarak Türklük

Malum süreç başladığından itibaren, kimlikler, adlandırmalar, ortak paydalar, referans çerçevesi gibi her şey yeniden tanımlanıyor, harmanlanıyor. Bir yanda tarihi geçmişe referans verilerek başlatılan sürece meşruiyet ve gerçekçilik sağlanmaya çalışılırken, diğer tarafta kültürel ve sosyal anlamda ortak paydalar üretilmeye çalışılıyor.

Medya, siyaset, aydınlar katında kullanılan dile bakılacak olursa; sanki birbirine benzeyen iki topluluk ilk defa karşılaşmışlar aidiyetlerini, soy kütüklerini, coğrafyalarını keşfetmeye çalışılıyor gibi bir izlenim bırakıyor. Özellikle sürecin kazasız sonuçlanmasını isteyen resmi ve gayrı resmi çevrelerde başta din olmak üzere, kültürel, tarihi, sosyal, siyasi anlamda ortak paydalar hatırlanmaya hatta "icat edilmeye" çalışılıyor.

En çok başvurulan referans çerçevesi "Osmanlı geçmişi, Osmanlı dönemi"nde" ile başlayan cümleler kurarak anlamlı, reddedilemez gerçeklerle temellendirme çabaları öne çıkıyor. Gerçekten "Osmanlı zamanında" da şeklinde kurulan cümleler her zaman gerçeğe tekabül ediyor mu? Oysa bu topraklardaki ortaklığın en az bin yıllık bir mazisi var ve bunun en az 400 yılı doğrudan Osmanlı yönetimi altında sürdürülen beraberlikten söz ediyoruz.

Gerçek olan şu ki Osmanlı tecrübesi tümüyle yok sayılarak, ötekileştirerek Asya ve Avrupa"nın en önemli tecrübesi tarihin çöpüne atılarak modern dönemde yeni bir model geliştirmeye kalkışıldığı için birliktelik hikayesi yarım asır geçmeden çöktü. Yeniden birliktelik inşa edilecekse bu ortak tasavvur etrafında, geliştirilecek yeni bir ruh ve heyecanla olabilir. Ortak tasavvur oluşturulurken elbette tarihi tecrübenin reddi değil imkanları yeniden gündeme taşınmalı. Ancak bu mevcut paradigma ile yüzleşmeden, eklektik şekilde Osmanlıdan modellemeler üretilerek olamayacağı da çok açık. Bir tarafta mevcut paradigmanın tabii sonucu ortaya çıkan sorunları çözerken sebep sonuç ilişkisini atlamak, yani hesaplaşmayı ertelemek diğer tarafta bu yapı üzerine eklektik Osmanlı unsurları eklemek de sorunu ne kadar çözebilir. "Yeni Osmanlıcılık" adına kulağa hoş gelen tarihi referans alan modellemeler yerli yerine oturtulamadığında yeni sorunlar ortaya çıkaracağı muhakkak.

Bu süreçte yapılacak en büyük yanlış, teritoryal anlamda ulusdevlet yapısını korumaya çalışırken, hem Misak-ı Milli hem Çanakkale göndermeleri ile emperyal sonuçları olabilecek, bölgedeki başka projelere kapı aralayacak, sorunu daha da büyütecek yaklaşımlar olabilir. Mevcut paradigma sadece sınırlar içindeki unsurların kimlik sorunlarıyla ilgili sonuçlar üretmediği gibi, etnik aidiyeti ne olursa olsun vatandaşın devletle ilişkisi ve sistemin doğasına dair temel sorunlarla hesaplaşmayı gerektirmektedir.

Kimlik genelde başkaları tarafından yapılan tanımlama üzerinden inşa edilir. Tıpkı Türk ve Türkiye kimliği de bize öteki üzerinden gelen bir tanımlama. Tarihi referans alacaksak, Osmanlı yönetimi altındaki ülkesine Türkiye demediği gibi Türk ve Türkiye adlandırması daha çok Avrupalıların Osmanlı için kullandıkları bir adlandırma oldu. Ne Türk ne de Türkiye bugün anlaşıldığı çerçevede anlaşılıyordu; ulus ve ulusdevlet tanımlamasının üstünde bir anlama sahipti. Tıpkı daha yarım yüzyıla geçmişi olmayan yakın tarihe kadar balkanlarda çocuklara verilen ilk dini bilgilerde " Türklüğün şartları"nın öğretilmesi gibi..

Hatta paradigmaya aykırı olarak, Balkanlardan gelen Müslüman ahalinin Türk kabul edilmesi gibi, içerdeki acımasız laiklik uygulamalarının tersine bir referans sistemi devreye sokulması gibi. Daha sonra bu Türklük tanımı tarihi ve kültürel çerçevesinden arındırılıp seküler etnik ulus kimliğine dönüştürülecektir.

Türklüğün sadece Türkiye"ye mahsus olması Anadolu Türklüğünü Türk dünyasından koparılmasına da katkıda bulunduğu gerçeği ayrıca göz ardı edilmiştir. Yakın zamanlara kadar Doğu Türkistan ve Batı Türkistan diye bir coğrafi tanımlamayı okur yazar herkes hatırlar. Özellikle Sovyet sömürgeciliği altındaki Türki topluluklar Türklük ortak kimliğinden giderek uzaklaştırılmasında Sovyetlerin etnik kimlik politikalarının önemli etkisinin olduğu bir vakıa. Ancak bu kopuşu destekleyen psikolojik unsurlardan biri de Türklüğün Türkiye"dekilere ait sayılması, dolayısıyla ortak bir kimlik olmaktan çok rakip bir devletin kimliği algısına indirgediğini de düşünmekte yarar var.

Burada sorun isimde değil isme yüklenen anlamla alakalı. Sorun tarihten eklektik referanslar bularak süreci meşrulaştırıcı söylem arayışında mıyız yoksa bu coğrafyanın toplumsal kültürel gerçekleri üzerinden yeni bir ortak tasavvur inşa etmek kaygısında mıyız. Türk ve Türkiye adlandırılmasına bu çerçeveden bakıldığında, etnisiteye indirgenmiş her tanım sadece Türklerle Kürtleri değil Türklerle Türkleri de ayrıştıran/parçalayan bir işlevi olabileceğini hatırlayıp, tıkanan siyasal anlayışla yüzleşmeden yeni bir gelecek inşa etmenin imkansızlığını görmeliyiz. Aksi takdirde bölgedeki yeni, emperyal projeler için ortak tarihi, kültürü alet etmiş oluruz.

11 yıl önce
Bir referans olarak Türklük
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’