|
Başbakan"ın önündeki üç "fırsat alanı"...

Yarının siyasi hayatımız için özel bir gün olacağına dair ciddi bir algı yaratıldı... Denilebilir ki; Başbakan"ın fikri de zikri de ortada. "Farklı" ne söyleyebilir ki?

Ekonomik göstergelerin kıyaslanmasını ezberledik. Duble yollar, sağlık sistemi, finans yönetimi disiplini, dünyanın 16"ıncı büyük ekonomisi olma meselesi ve daha pek çok alt yapı sorununu çözmüş bir Türkiye... Cumhuriyet döneminin tamamında yapılmış işlerden fazlasının şu 10 yılda halledilebilmiş olması ve 2023 vizyonu hedefleri, raylı sistemler, köprüler, tüp geçitler, mahpuslara, engellilere destek, vb...

Bu minval üzerine yapılacak bir konuşma, bırakın 3 saati, hedef kitleyi 30 dakika bile uyanık tutmaya yetmez... Çünkü kanıksanmıştır, seçim sonuçlarının gösterdiği gibi takdir ve teveccüh görmüştür.

O halde ne söylemeli Başbakan? Ben beklentilerimi daha önce de dile getirdim. Bir kez daha anımsatayım. Sayın Başbakan, kendisinin de bizzat ifade ettiği üzere, milletin nabzını tutmayı ciddi boyutta önemsemekte, sürekli araştırmalarla siyasi iletişim stratejisini şekillendirmektedir. Seçmen dalkavukluğu yapmamakta, bazen de seçmenin bir adım ötesine geçebilmektedir.

İşte bu bağlamda Başbakan"ın rahatlıkla büyük fikrin parçası olarak doldurabileceği üç alan siyasi iletişim açısından bomboş durmaktadır: 1. Barış, 2. Canlılığın ve insan hayatının tehdidi (çevre, doğa konuları) 3. Kültür ve sanat alanları dahil adaletin tecellisi, insan hakları gibi üst yapı meseleleri...

Sadece araştırmaya değil, AK Parti kurmaylarının 10 yılda "gol yedikleri" az da olsa beğeni kaybına uğradıkları durumlara bakarsak, bunların kahir çoğunluğunun bu üç alanla ilgili olduğunu görürüz...

Başbakan işte bu üç alanda ona yakışır müthiş yaratıcı ve duygusal üslubuyla, son dönemde altını çizdiği birleştirici ve herkesi kucaklayıcı bir konuşma yaparsa tarihe geçer. Alt yapı konularında elde ettikleri ve edecekleri konuları anlatarak değil...

İkinci "misyon" dönemi tanımlanmalı...

Dün TVNet"in "Son Baskı" programında Veyis Ateş kardeşimizle sohbet ettik. Elbette en önemli konularımızdan biri de yarınki Ak Parti Kongresi idi.

İster istemez 3 Kasım 2002 seçimlerine kadar uzanıp, doğum günüm nedeniyle de hiç unutmadığım bir tarihten söz ettim kendisine: 2002 yılının 14 Aralık gününden.... 3 Kasım seçimlerinin hemen ardından NPQ Türkiye dergisi için "Gelişim mi, Değişim mi, Dönüşüm mü?", "2010 Türkiyesi Özel Sayısı" başlıkları altında bir forum düzenlemiştik. 2002 yılından 2010"u görmeye çalıştığımız bu forumdan, önemi nedeniyle sık sık bahsetmek ihtiyacı duyarım. Geçen yıl bu zamanlarda yayımladığımız "2003"den bugüne bakmak" başlıklı özel sayıda forumun geniş bir özetini tekrar yayımlamıştık. Meraklıları bu iki sayıyı da internetteki NPQ Türkiye dergisi arşivinde bulabilir.

Aralarında rahmetli Halit Refiğ, İlter Turan hoca, Namık Kemal Zeybek, Nesrin Nas hanım, Mehmet Ali Kılıçbay, Caner Tunaman ve Kenan Tekdağ gibi ustaların da bulunduğu katılımcılarımıza şu soruyu sormuşum:

"2010 yılına dair bir projeksiyon yapalım. AK Parti karşıtları, "Bunlar 2010"a kadar tepemizde" derken, yandaşları da "Allah"ın izniyle 2010"a kadar pek çok şeyi düzeltip değiştireceğiz" diyorlar. Siz ne diyorsunuz?"

O dönemde Reklamverenler Derneği Başkanı olan Caner Tunaman şöyle demiş:

"AKP bürokratı, beyaz yakalıyı temsil etmiyor. Müteşebbisleri temsil ediyor. Bu nedenle liberal olmaya mahkûm. Uluslararası sermaye ciddi partner, güvenlik istiyor. Turgut Özal"ın başlattıklarının arkasının gelmesini istiyor."

İlter Turan hocanın yanıtı da kayda değerdi:

"Türkiye uluslararası konumu itibarıyla kendi başına fazla bırakılmayan bir toplumdur. Türkiye"nin yakın ilişkisi olan devletler ve devlet toplulukları Türkiye"de demokrasinin gelişmesine, düzenli işleyen bir piyasa ekonomisinin kurulmasına, bazen bizim siyasilerimizin arzulamadığı ölçüde destek veriyorlar."

Kenan Tekdağ"ın görüşü çok netti: "Kişisel görüşüm AKP"nin tartışılmaz olarak bir geleneğin sürdürücüsü olduğu yönündedir. Başlı başına siyasi bir fenomendir. Türkiye"deki bağımsız İslami siyaset, AKP ile birlikte Doğu"dan Batı"ya bir geçiş yapmaktadır. Gerçek kırılma noktası budur."

Rahmetli Halit Refiğ de, Batı"nın gözünde hakim gücün ordu olduğunu ve Türkiye"ye "Sizlerle anlaşabilmemiz için konuşabileceğimiz bir hakim sınıf yaratmak zorundasınız" dediği yolundaki düşüncesini ifade ediyordu.

2010 Türkiyesi"ne dair 2002 yılından bakarak ben de şu karşılığı vermişim:

"Toplum dinamikleri merkezi bir otorite denetiminden çıkmıştır. Ben önümüzdeki dönemde siyasi iletişim açısından provokasyona gelmedikleri takdirde (AK Parti"nin) bu dönüşümün içinde ve önünde yer alma olasılıklarının olduğu kanaatindeyim."

10 yıl önce yapılmış bu forumda Ak Parti iktidarının kalıcı olmadığını söyleyenlerimiz de vardı. O görüşleri internette okuyabilirsiniz.

Yarınki Kongreden beklenti ise bir "Misyonun" sonuçlanmasının ardından gelecek ikinci misyonun çerçevesinin çizilmesidir. İnşallah bu fırsat kaçırılmaz...

12 yıl önce
Başbakan"ın önündeki üç "fırsat alanı"...
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset