|
"Basın özgürlüğü–Basın mensubu özgürlüğü"…

"Al ona vur ötekine" dedirten ve birlikte düşünüldüğünde komik duran, bu nedenle de ikisini de çaptan düşüren haberler aynı gazetede ve üstelik "özgün yorum"a (!) tabi tutularak, yazılmışsa okuyucuda "yakaladım sizi!" duygusu uyanıverir. (Meraklıysanız bir göz atın) Dünkü Taraf"ta birbirini döven bu iki haberin başlıkları şöyle:

Birinci haber: Erdoğan ABD"ye uçarken, Obama"ya yakın CAP (Center for American Press) "Türkiye"de Basın Özgürlüğü" raporu yayınladı. Esed rejiminin suç dosyasıyla ABD"ye giden Erdoğan"a, Obama"nın da elindeki dosyadan Türkiye"deki basın ve ifade özgürlüğünü sorabileceği belirtiliyor. (Tuğba Tekerek"in haberi)

İkinci haber: ABD"yi sarsan telekulak skandalı. ABD Adalet Bakanlığı"nın dünyanın en saygın haber ajanslarından AP"ye (Associated Press) ait 20 telefon hattını dinlediği ortaya çıktı. Obama ve ABD sistemi demek basın özgürlüğünden bu kadar anlıyormuş, diye düşündüren skandalın Obama yönetimine ağır darbe vuracağı yorumu yapılıyor, haberde.

Nasıl ama? Kelin merhemi olsa başına sürecek...

Dünyanın en zor işidir ilkeli olmak... Dünya görüşünü anlamlı kılan ya da değer katan en önemli vasıflardan biri, omurga sağlamlığıdır.

İki haberin de içeriğini tartışmak niyetinde değiliz. "Basın özgürlüğü ile basın mensubu özgürlüğünü birbirine karıştırmamak gerekir. Özgürlüğü kısıtlananlar basın mensubu oldukları için değil suç işledikleri için bu durumla karşı karşıyadır" görüşü ile "Bir basın mensubu ne olursa olsun, her türlü şüpheden âri tutulmalıdır, ayrıca bunlar siyasi görüşlerinden takibata uğradılar " diyenlerden hangisinin haklı olduğu çok yakında ortaya çıkacaktır… Mesele, bu haberlerdeki üslupla ilgili, içerikle değil. Yorumla ilgili. Tüm bu haberlere son bir "tuşe" ve "anlayışla" bakma durumunda olan kişi medyada "sınırsız özgürlük"ten yana olmalı, yoksa "dokunmamazlık" etmezdi...

Vakıfbank ve Ziraat"ten riskli iletişim…

İki kamu bankasından iki ilginç iletişim olayı… Biri VakıfBank"tan, diğeri Ziraat Bankası"ndan… Ziraat Bankası, hergün önünden geçtiğimiz 4"üncü Levent"ten Kanyon"a doğru gelirken sağda herhalde kendisine ait olan arsanın üzerine kocaman bir levha asmış. Diyor ki: "Bu arsa satılık değildir!"... Fıkra gibi… İletişim açısından büyük olanak sağlayan bu mekânın, Ziraat"ın ana mesajları için değil de, malumu ilan etmek adına sıradan bir ifade için kullanılması yazık olmuş. Herhalde o arsayı satın almak için tahaccüm yaşandı. Demek ki, Ziraatçiler de böyle bir çözüm bulmuşlar… Dedik ya yazık olmuş…

Peki Vakıfbank"ın Dinazorlu Taş Devri reklamına ne demeli?… Bize biraz kendi ayağına ateş etmek gibi geldi… Bütün dünya ve bankacılık sektörü ileri teknolojiye, hizmete ve modernliğe vurgu yaparken yanlış anlaşılma tehlikesine her zaman açık bir taş devri filmi ile Vakıfbank risk almış. Dikkat çekici olduğu kesin. Ancak ilginçlikle her zaman "doğru" sonuca ulaşılamayacağı da malum… Ya "ima, cinas, kinaye, ihsas, istihza, istihfaf" gibi yaklaşımların pek kolay çalışmadığı kamu algısı bu ifade biçimine gereken iltifatta bulunmazsa?..

Cündioğlu ve "demir leblebileri"...

Tembelliğin insan hayatında nasıl da büyük bir ayak bağı olduğunu bana asıl düşündürten yazar Bertolt Brecht olmuştur. "Yedi Ölümcül Günah" adlı oyununda "Her türlü yükün başlangıcı tembelliktir" diyordu.

Tembellik düşünceleri de işgal edebiliyor ve gayet güzel uyuşturabiliyor da. Takılıp kalıyorsunuz bir yerlerde. Hoşunuza gitmiş ve size çok iyi gelmiş, tıpatıp beyninize uymuş bir fikirle yıllar boyu idare etmişsiniz ama üzerinize üzerinize gelip de bu fikir kalıbıyla çözemediğiniz meseleler karşısında "yeniden üretim" devreye girmediğinde tıkandığınızı da hissetmişsinizdir.

"Yeniden Üretim" konusunda çağın tüm gereklerini aşmış bir düşünür olarak gördüğüm Dücane Cündioğlu"nun Hürriyet"te Pazar günü yayımlanan tam sayfalık "Tanrı"yı Şehre Çağırmalı" başlıklı olağanüstü zihin açıcı yazısını, büyük bir ilgiyle okurken, uzun yıllardır anlatmaya çalıştığımız "yeniden üretim" kavramının, bir ustanın içinden çıktığı inanç dünyasıyla bağını hiç koparmadan nasıl da uyuşmaya hazır beyinleri yeni sorularla dürtüklemeye ve sağlığına kavuşurmaya yönelik çabalarına tanıklık etmenin keyfine vardım…

Size Cündioğlu"nun internetteki blogundan okuyabileceğiniz yazısından tadımlık bir paragraf sunalım:

"Cumhuriyet dindarlığının dünyasını sadece Cami şekillendirdi, hâlâ da şekillendirmeye devam ediyor. Anlamı hazla buluşturamadığından olsa gerek genellikle neş"esiz ve hülyasız. Had ve hududdan ötesini bilmeyen bir dindarlık bu! Güya yüzünü geleceğe dönmüş ama şimdi"siz ve burada"sız, yıldızlara gözünü dikmiş yürürken çakıltaşına basıp düşen bilgeler misali. Mısır"dan, Pakistan"dan, İran"dan yapılan beylik çevirilerce ideolojik ufku belirlenen Cumhuriyet dindarlığı, yıllardır Tanrı"yı şehre nasıl davet edeceğini düşünüyor. Sadece camilerde toplanmayı biliyor, derneklerde, kurs binalarında, bir de gençken göçmenliğin bütün faturasının kendisine çıkarıldığı bekar odalarında."

Cündioğlu yine demir leblebileri atmış ortaya… Özü değil ama içeriği bizi aşar. Mutlaka tartışılacaktır. Biz de heyecanla izleyeceğiz. Ne olursa olsun, mağlubu olmayacak bu tartışmanın sonucu her şıkta iyi olacaktır…

11 yıl önce
"Basın özgürlüğü–Basın mensubu özgürlüğü"…
Kara dinlilerle milletin savaşı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!