|
Biraz da "Majoritarianism" verelim…

"Sivil İtaatsizlik", "Vicdani Ret", "Şiddet dışı protesto" ve nihayet bir başka ithal kavram daha gündemde. Cahilliğimi bağışlayın. Aşağı yukarı ne denmek istendiğini hissediyordum. Ancak ilk kez her iki dilde karşılığı ve açıklamasıyla Pazar akşamı bir TV programında duydum… Kaynak İngiliz Economist Dergisi… Hani Başbakan Erdoğan"ı bir elinde tespih diğer elinde gaz maskesiyle "Demokrat mı Sultan mı?" başlığı atıp kapak yapan dergi… Son olarak haberlerinden birine de şu başlığı uygun görmüş: "Majoritarianism: Zombie Democracy…"

Bir kabile ülkesinden, ya da bir muz cumhuriyetinden söz etmiyor arkadaşlar… Ya da Brad Pitt"in oynadığı World War Z filmindeki Zombie"leri de kastetmiyorlar… Bizden, Türkiye"den söz ediyorlar… Öyle bir söz ediyorlar ki, İTÜ"nün ikili eğitiminde okuyan oğlum geçici bir süre için bulunduğu New York"dan endişe içinde arıyor beni: "Aman dışarı çıkma baba!"…

"Majoritarian Democracy" ya da "Majoritarianism", Habertürk"te Bekir Ağırdır, Nevzat Tarhan, Fadime Özkan, Ferhat Kentel, Seyfettin Gürsel ve Mazhar Bağlı"nın katıldığı programda konuşuldu...

Türkçe"ye "Çoğunlukçuluk" diye çevirmişler... Söyleyebilene aşk olsun. Ferhat Kentel bile hecelerken zorlandı… Kavram, "Çeviri entelektüalizminin" önemli bir parçası olarak düşünce tarihimizde nadide yerini almış bulunuyor…

Neymiş?

Çoğunluğun oyunu alarak iktidar olanlar, zamanla zalim, gaddar bir diktatörlük uygulamasının içine girip azınlığın bütün haklarını yavaş yavaş gasp etmeye başlıyorlarmış… Böyle bir akım (!) varmış. Bunun da adı "Majoritarianism" imiş. Bizde de olanlar buymuş…

Batı bakalım başka hangi numaralara başvuracak ve de şapkadan hangi yeni tavşanları çıkaracak? Aynı Batı, yıllarca "Oh neyse koalisyon hükümetleri dönemi bitti de istikrar geldi ülkeye. Türkiye"nin bu istikrar ortamında finans sisteminde parayla para kazanmanın cenneti haline geldi. Yaşasın!" diye ellerini ovuşturmuşken, birden iktidarın kendi kontrollerinden çıkabilme olasılığını görüp, bir de Başbakan"ın ele avuca gelmediği hissiyatına kapılınca, tüm yaratıcılığını kullanmaya başladı… "Majoritarianism" de bu numaralardan biri…

Buna bir de ilişki odaklı stratejilerden iletişim odaklı stratejilere geçmekte zorlanan ve "gerginlik" iletişiminden "detant" (yumuşama) iletişimine (en azından Kürt meselesinde gösterilen suples benzeri bir yaklaşımla) geçmekte zorlanan iktidar partisinin mevcut halini de ekleyelim. Ve her tür karar gerektiren işlerdeki ayrıntıları götürüp Başbakan"ın kucağına bırakarak, sonrasındaki gerginliği izlemekle yetinen siyasi kadroların, koşulların gerektirdiği iletişim tavrına geçme inisiyatifi gösteremeyişini, liderlerinin tepkisini seyretmekle yetinmesini de bu tabloya dahil edince, ayağına basıldığı hissine kapılan çevrelerin rahatsızlıkları daha kim bilir ne antin kuntin yaratıcılıklar çıkaracaktır ortaya diye düşünmeden edemiyoruz.

"Anlaşamadığımız konusunda anlaşıyoruz"

Tüm dünyadaki internet ve telefon ağları ile kişisel verilerin ABD ve İngiltere istihbarat kurumları tarafından kayıt altına alındığının ortaya çıkmasından çok, bu ülkelerdeki telekulak skandalının küresel bir insan hakları tacizi olarak yorumlanmaması ve protesto edilmemesi size de tuhaf gelmiyor mu? Bana geliyor.

ABD ve İngiltere gizli servisleri sadece kendi ülkelerini değil, tüm dünyayı fişliyor. Seni, beni, herkesi. Bu skandalı ortaya çıkaran ve ABD"nin acil olarak iadesini talep ettiği eski CIA çalışanı Edward Snowden ise sığınacak, kendisini kabul edebilecek bir ülke arıyor.

"İtibar" kavramı hayatlarının biricik hedefi "saygınlık" olan kişiler için olduğu kadar, kurumlar, ülkeler için de hayati önem taşır. İstihbarat kurumları için "itibar"ın yerine "güç" kavramı gelip oturmuş gibi görünüyor ve post modern dünyanın akıllara durgunluk verebilecek kadar ilkeleri hiçe sayan, omurgasız kaygan zemininde ülkelerin stratejik önceliklerine uygun olarak bodoslamadan gündem değiştiren aksiyonlarla insan zihni paralize ediliyor.

Bu küresel kaos ortamında iletişimin gücüne her dönemden daha fazla ihtiyacımız var.

İnsana düşen görev, yazılan tüm senaryolara sırtını dönerek tasallutlarının esiri olduğu dünya görüşlerini baskın kılmak adına kendisinden olmayanı aşağılamak, hor görmek yerine kalb-i selim duygusuyla "tartışmanın bir parçası olmaya" çalışmak değil midir?

NPQ Türkiye dergisinin "beş benzemez" diyebileceğimiz dünya görüşlerine sahip kişilerden oluşan Yayın Kurulu"nun o çok sevdiğim ilkesini hatırlatmak isterim:

"Anlaşamadığımız konusunda anlaşıyoruz" (We agree that we are disagree)…

Mesele konuşabilmekte. Tartışmanın parçası olmaya

devam etme konusundaki ısrarda. Bir de anlaşamadıklarımıza tahammül edebilsek…

11 yıl önce
Biraz da "Majoritarianism" verelim…
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi