|
İmajlar yıkılır, algılar yıkılmaz…

Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül"ün tespiti son derece doğru aslında… Ancak doğru okunursa bir başka gerçekliğin de altını çizmekte. Ne demiş Sayın Cumhurbaşkanı (dünkü bizim gazeteden):

"Gezi eylemleri nedeniyle Türkiye"yi eleştirirken ölçülü olunması gerektiğini söyleyen Gül, "kolay değil imaj yapmak için 10 sene uğraşırsınız, imajı bir haftada yıkarsınız" diye konuştu."…

60"lar ve 70"lerin başında tüketim toplumunun patlama yaptığı günlerde zirve yapmış olan İmaj kavramı, iletişimin ustası Prof. Dr. James Grunig"in tespitine göre Latince "imitare" (sahte, taklit) sözcüğünden türemiştir ve bilginin internet ortamında hızlı ve yaygın dolaşımıyla bizim halkımız da dahil herkes tarafından "mış" gibi yapmak, olmayan özellikleri varmış gibi göstermek, olarak algılanmaktadır.

İmaj yönetimi köksüz, kısa dönemli parlamalar için kullanılır hale gelmiştir. Jet Fadıl, Ciguli, Bayhan gibi, ya da dramatik bir biçimde sonuçlanan televizyon macerasıyla akıllarda kalan rahmetli Ata Türk (ve Allah selamet versin konuşkan annesi) gibi kısa vadeli çıkışların dışında herhangi bir iletişim stratejisi için etkisini tamamen yitirmiş, kırılgan, uçucu bir "görünürlük" (publicity) oyunu olarak tarihin tozlu rafları içinde yerini almıştır…

Eğer siz, hâlâ imajınızı yönetmekle meşgulseniz, o zaman o imajın her an, herhangi bir kriz karşısında, genelde bir haftaya bile kalmadan camdan kuleler gibi tuzla buz olması mukadderdir…

İmajı değil algıyı yönetiyorsanız, o zaman kalıcı itibar algısı yaratma şansınız var demektir… İsviçre"de bizdekine benzer gösterilere sık sık rastlanır. Benim bildiğim kadarıyla İsviçre polisi yasa dışı eylem yapanları hiç de öyle kadife eldivenlerle falan okşamaz…

Aynı şey ABD polisi için de fazlasıyla geçerlidir… Occupy Wall Street gösterileri sırasında yaşanmış olanlar hatırlardadır (O günlerde ölümlü olay olmadığını sananlara küçük bir Google yolculuğu tavsiye olunur)…

Brezilya için de geçerlidir bu durum, İngiltere için de, Fransa için de… Peki bunlardan hangi birinin "imajı" yıkılmıştır, dersiniz? Söyleyelim. Hiçbirinin. Çünkü bu ülkeler, "Algılama Yönetimi" ile meşgullerdir, imaj yönetimi ile değil… ABD"nin dünya literatürüne kazandırdığı (!) Public Diplomacy (kamu diplomasisi) bizde kurumsallaşalı şunun şurasında birkaç sene olmuş… Tam devreye girdiği söylenemez…

Hal böyleyken tabii ki 10 yılda oluşturulan "imaj" bir haftada yıkılır… Sayın Cumhurbaşkanımız haklıdır…

İlkeli siyasetin irfana ihtiyacı var.

Malum, bütün parçalardan fazladır ve böyle olmasına rağmen, her birimiz hayatı hayata göre değil de, "kendimize göre" okumaya meyilliyizdir. Dibinde durduğumuz kocaman fili, gördüğümüz ya da dokunduğumuz kadarıyla tarif etmek gibi. Diğer yandan dünya görüşlerimiz içinde sarsılmaz biçimde yer edinmiş, tutunmuş küçük ya da büyük saplantılarımızın izin verdiği ölçüde olan bitenleri değerlendirmeye çalıştığımızı da hiç aklımızdan çıkarmayalım.

İşte bu nedendendir ki, "Hakikat ile gerçeklik hiçbir zaman tam anlamıyla birbirinin aynı olamaz"… İşte bu nedenledir ki, Peygamber efendimizin yaradana yakarışlarının başında "Rabbim bana eşyayı (şeyleri) olduğu gibi göster" sözlerinin yer aldığını hatırlamak bile gerçeklik karşısındaki yalnızlığı düşündürür insana.

"Ortayolculuk" önerisinin bir anlamda omurgasız uzlaşma ile eş anlamlı olması nedeniyle suni ve rahatsızlık verici bir yaklaşım olduğunu; ancak ilişki yönetiminin vazgeçilmez payandalarından biri olan "uzlaşma kültürü"nün sahici bir arzudan kaynaklanması nedeniyle "her derde deva" niteliğinin altını çizmekten geri durmamak lazım.

Uzlaşma, her türlü ilişki yönetiminde amaçlanan ne ise, oraya odaklanılmasını sağlayacak olan zemini hazırlayacak yegane yöntemdir. Ve elbette kendi adınıza elinizde artı olarak ne görüyorsanız bunları gözler önüne serip, bazılarından vazgeçmesini becerebilmek demektir bir bakıma.

Örneğin ev halinizi, arkadaş çevrenizi düşünün. Daha sağlıklı bir ilişki adına zaman zaman nelerden vazgeçmek durumunda kaldığınızı... Ve, yukarıdaki paragrafta anlatmaya çalıştığımız, kemikleşen ön kabullerinizi, saplantılarınızı... Aslına bakacak olursanız, dünya görüşlerimizin içine sızıp, sızmakla da kalmayıp düşüncelerin içinde rahatlıkla akabileceği damarlarda yapışıp kalarak deveranı inkıtaya uğratan işte bu "tasallut" ölçeklerindeki tutkallardan kurtulmak, zorunlu bir vazgeçiş olarak pekala sıhhatli bir "taviz" olarak görülebilir.

Kendimize göre "okumak"tan, kendimiz için okumaya doğru bir adım atmak hepimize iyi gelebilir.

Herkesin herkesi, fikri düzeydeki tartışmaların "akıl fikir dairesi"nden çıkmaması için siyasi iletişimin ve ilkeli siyasetin ihtiyacı olan irfana davet etmesi, geleceğimiz açısından ciddi bir önem taşıyor. Bütün parçalardan fazladır çünkü.

Peride Celal hanımefendinin ardından...

"Tam bir İstanbul hanımefendisi"ydi rahmetli Peride Celal. Türk edebiyatının çok özel yazarlarından biriydi. 80"li yıllarda yayımladığımız Sanat Olayı dergisi için özel olarak yazdığı bir hikâyesini kapakta değerlendirmek istediğimizi söyleyip, evinde özel fotoğraf çekimleri yaptığımızda hem çok şaşırmış hem de epeyce eğlenmişti. Edebiyat dünyasında sonunda "kapak kızı" olmayı başardığını söylüyordu.

Rahmetli Attilâ İlhan önermişti Peride Hanım"ın "Düşten de Öte" adlı hikâyesinin kapaktan sunulmasını. 50"li yıllara kadar tefrika edilen romanlarıyla "aşk ve piyasa romancısı" olarak merkez edebiyatın içine hiç alınmamıştı. Sonrasında ise eserleriyle yazarlığını tartışılmaz bir şekilde kanıtladı.

Peride Hanım"ın yerini edebiyat tarihçileri değerlendirecek. Diğer yandan edebiyattaki yerini belirleyecek olan tüm değerlendirmeler bir yana, unutulanların arasına karışma tehlikesinden önemli ölçüde korunmasını sağlayacak olan yapıtlarındaki kadın kahramanlarında ne kadar kendisini bulabileceğimizi ise hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. O çok güçlü ve güçleri oranında duyarlı, kendilerini ele vermemeyi başaran ağırbaşlı ve deli kadınlar...

Benim bu satırları yazmaktaki amacım, rahmetli annemin sık sık söylediği "İnsanın ruhu yüzüne yansır" özdeyişini bana hatırlatan ve gelişmiş bir duygu dünyasına sahip olduğunu hissettiğim ender insanlardan biri olarak saydığım ve sevdiğim bir hanımefendi yazarımızı bu yazı aracılığı ile uğurlamak. (Örneğin bestekâr Neveser Kökdeş hanımefendiyi veya yazar Sevgi Soysal"ı, Peride Hanım"la birlikte anıyor olmamın nedenleri üzerine de ayrıca düşünmem gerekecek. Galiba her türlü çelişkide, acılar karşısında her daim ağırbaşlı kalmasını bilen, kendisi olmaktan çıkmayan, şirretleşmeyen, ölürken de susmasını bilen erdemli kadınlar için geçerli olan bu saygının temelinde, insanlığa yine bir cinsilatif tarafından örnek olunmasının da rolü vardır.)

Huzur içinde uyuyun Peride Hanım.

11 yıl önce
İmajlar yıkılır, algılar yıkılmaz…
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi