|
Siyasi AR-GE"den haberiniz var mıydı?

Benim şahsen pek yoktu… Bir tesadüfle bu konunun ne kadar önemli olabileceğinin ilk işaretlerini gördüm. Geçen Pazartesi bir çalıştaya katıldım. Davet sahipleri, AK Parti"nin AR-GE"den sorumlu Gn. Bşk. Yrd. Süleyman Soylu ve yardımcısı Şanlıurfa Milletvekili Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu, 5 saat süren bir çalışma düzenlediler. AK Parti"nin ekonomi ve alt yapı alanında elde ettiği başarılar, halk tarafından hak ettiği ölçü ve nitelikte algılanmıyordu. Bunun nedeninin tespit edilmesi; gerçekle algılanan arasındaki mesafenin kapatılması isteniyordu…

Çalıştay dışında vatandaşın birine bu olayı anlatsanız, "Allah gözlerini doyursun!" reaksiyonunu verebilir… Oysa tavır bizce son derece çağdaş ve medenidir. Oy oranlarının %50"nin üzerinde gezdiğini bilmelerine rağmen, gerçek ile algılanan arasındaki mesafeyi kapatmayı istemek, geleceğe yatırımdır; bugünü kurtarmaya yönelik bir talep değil.

Tüm araştırma sonuçlarını da ortaya dökerek meselelerini açık yüreklilikle tartışmaya sundukları toplantıya şu isimler katıldı:

TESK Bşk. Bendevi Palandöken, Binali Kılıç (Netvizyon Ajans Bşk.), Doç. Dr. Can Bilgili, Cengiz Yavilioğlu (Erzurum AK Parti Mv.), Emine Çift (MKYK Üyesi), Günseli Ö. Ocakoğlu (Zaman Gazetesi), Prof. Dr. Kemalettin Aydın (Gümüşhane Mv.), Prof. Dr. Kerem Alkin (İstanbul Ticaret Üniversitesi), Nevzat Ceylan (Bşk. Yrd.), Prof. Dr. Nevzat Tarhan (Üsküdar Üniversitesi Rektörü), Nurettin Özdebir (ASO Bşk.), Osman Arolat (Dünya Gazetesi), Prof. Dr. Seyfettin Gürsel (Bahçeşehir Üniversitesi), Şaban Dişli (AK Parti Sakarya Mv.), bir de bendeniz…

Beş saatte konuşulanları burada özetlemek zor. Ancak bir partinin "Siyasi AR-GE"ye verdiği önem ve açık kapı politikasını gözlemlemek adına olan biten son derece önemlidir, onun altını çizelim ve benim ifade ettiğim bir hususu belirtmekle yetinelim: AK Parti"yi "Maddi" dünyanın talepleri iktidara taşımamıştır. Onu iktidara getiren "Mânâ"dır. Yani üst yapısal bir kimlik ve talep, yani "yumuşak konular" (soft issues). AK Parti "Mânâ"dan uzaklaştığı, iletişimi maddi dünyanın meseleleri üzerinde yoğunlaştırdığı oranda yaptıklarının algılanmasının giderek azaldığını görmek durumunda kalacaktır… Ortada henüz bir tehdit yoktur. Fakat her an oluşabilir…

Süleyman Bey, bu çalışmaları çeşitli platformlarda sürdüreceklerini söyledi. Keşke muhalefet de bir kere, iki kere değil, sürdürülebilir bir şekilde sosyal paydaş ve etkileyicilerle gelecek tasarımını masaya yatırabilse. Çünkü "Mânâ" sorunu onlarda had safhada…

Amerika, vatandaşını arıyor...

Kadıncağız 8 Ocak"ta İstanbul"a geliyor. Gidip Tarlabaşı"nda bir ev kiralıyor… İstanbul"da fotoğraf çekecek… On gün kadar önce evden çıkıyor ve bir daha izine rastlanmıyor… New York"a geri döneceği gün kendisini karşılamaya giden yakınları, alandan elleri boş dönünce polise bilgi veriyorlar. New York polisi FBI"yı arıyor.. O da İstanbul Emniyeti"ni ve ABD Konsolosluğu"nu… Yetmiyor ABD Dışişleri Bakanlığı devreye giriyor. Yakında Obama bizim Başbakan"ı ararsa şaşmayın. "Tayyip Bey, özeli ilginizi istirham edeceğim" falan…

ABD vatandaşı Sarai Sierra"nın "kaybolduğunun" duyulmasıyla birlikte Google"da adının geçtiği haber sayısı 215.000"i bulmuş… Olay tabii ki son derece üzüntü vericidir. Ancak bir o kadar da düşündürücüdür.

Beyoğlu"nda pekçoğumuzun aklından bile geçirmeyeceği tek odalı ev kiralamaktan başlayarak üç gün içinde iki farklı ülkeye giriş çıkış yapmasından, adresine gelen evrak bolluğunu anlatan postacıya kadar filmlik bir mesele gibi duruyor her şey... Öte yandan ABD"nin, vatandaşıyla ilgili gösterdiği hassasiyet… İnanılır gibi değil. Acaba Almanya"da ayda ortalama kaç Türk sırra kadem basıyordur. Ya da çok ağır bir devlet suçu değilse bizimkilere karşı işlenen hangi âdi suç, bizde ve dünyada bu kadar tantana yaratır…

Birinci sınıf vatandaş olmak ve devletinden birinci sınıf vatandaş muamelesi görmek, böyle bir şey olsa gerek. Biz hâlâ "Türkler Kürtler eşit mi değil mi"yi tartışmaya devam edelim…

Vazgeçtiklerinizle "marka" olursunuz

Dün işe giderken birkaç radyo birden geçti haberi… Hava muhalefeti nedeniyle Van"ı iki defa pas geçen Atlasjet uçağı Diyarbakır"a inmiş. Duyduğumda önce "Helal olsun!" dedim, "Pilot hiç risk almamış. Yolcuların güvenliğini düşünmüş!"…

Oysa hikâyenin Diyarbakır"dan sonrası tam bir kendi ayağına kurşun sıkma süreci… Radyoların haberine göre, uçuş ekibi gecenin bir saati önce "Ne haliniz varsa görün!" şeklinde algılanacak bir anons yapmış… Sonra "Tamam, tamam üzülmeyin. Sizi otobüslerle Van"a yollayacağız" demiş… Ardında sessiz sedasız uçaklarına atladıkları gibi ver elini İstanbul…

Çin"in çayını verseler yapmayacaklarınızın listesini bir düşünün... Kurumların da, markaların da eğer bir ruhu varsa, (ki her markanın iyi kötü, heyecanlı ya da serinkanlı (cool), soğuk sıcak vs. gibi sıfatlarla ifade edilebilecek bir ruhu mutlaka vardır) bu ruhun altını çizmek için nelerin asla yapılmaması gerektiğini de adınız gibi bilmek durumundasınız. "Yapmadıklarınızla", "vazgeçtiklerinizle" değerinizin arttığını bilmekten söz ediyorum…

Yolcular tabiri caizse, kafası kesik tavuklar gibi Diyarbakır"da kalakalmışlar. Önce güvenlikçilerle hafif atışmışlar. Sonra polis yetişmiş imdatlarına ve otobüsleri ayarlayıp Van"a doğru yola çıkmalarını sağlamış… Allah"tan da yolda başlarına başka bir sorun gelmemiş. Yoksa iş daha da büyürdü.

Kendi krizini yaratmak istemeyen bir yaklaşım, müşterinin güvenini kaybetmekten çok para kaybetmeyi göze alırdı; tüm yolcuları Van Havaalanı güvenli bir hale gelene kadar Diyarbakır"da misafir eder; sonra da temin ettiği uçakla onları sağ salim Van"a gönderirdi…

Atlasjet"i kurum olarak tanırım. Son derece başarılı bir kuruluştur… Yazık olmuş… İnşallah bir izahları vardır da burada yayınlarız.

11 yıl önce
Siyasi AR-GE"den haberiniz var mıydı?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’