|
Benim 28 Şubatım

İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü''nde doktora öğrenciliğimin son demlerini yaşıyorum. Bir yandan ailemin geçimini sağlamak için dershanede yarı zamanlı çalışırken, öte yandan doktoramı tamamlamak için çırpınıp duruyorum. Sosyoloji müktesebatımın coşkulu, politik ve dolu dizgin akan havasıyla Türkiye toplumuna ilişkin ilgi duyduğum bütün davaları yazıp duruyorum.

1997 yılında doktoramı bitirdim ve üniversiteye geçmek için tereddüt etmeden dershaneciliği( ki o zamanlar dershane imkanları oldukça iyiydi) bıraktım. Benim gibi biri için para, İstanbul''da düşünmek, okumak, yazmak ve bilim yapmak için araçtan başka bir şey değildi. İstanbul''a bunlar için gelmiştim. Sakarya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü''ne Yrd. Doçentliğe atanmak için başvuruda bulundum. Her şey planladığım gibi giderken, 28 Şubat oldu. Sınava girmeme rağmen sonucu bir türlü açıklanmıyordu. Başlangıçta bana Elazığ muhabbetleriyle ''gakkoşluk havaları'' çeken dönemin Genel Sekreteri Z. D., bu defa aradığımda randevu bile vermiyordu. Prof. Dr. İsmail Çallı, dönemin Demirel icazetli kudretli rektörlerindendi. Etrafta beni soruşturup duruyordu ve nihayet benim günlerce Sakarya''ya gidip gelmeme rağmen bir sonuç çıkmadı. Hiç sınava girmemiş muamelesi çekildi bana. Noter tasdikli yaptığım başvuruda rektör yardımcısı, ellerinde imtihan yapıldığına dair hiçbir bilgi olmadığı yönünde cevap yazdı. Oysa sınav evraklarını( İngilizce sınav tutanaklarını) ellerimle Marmara Üniversitesi''ndeki bir hocaya götürmüştüm. Yolda da ''bir kopyasını alsam mı, ne olur ne olmaz'' diye içimden bir düşünce geçmesine rağmen, bunu yapmayı kendime yakıştıramadığım için vazgeçmiştim.

28 Şubat olmuştu, ben üniversitede bilim yapmak için dershaneciliği bırakmıştım ve şimdi işsizdim. Bir yıl işsiz kaldım. Evliydim ve dört çocuğum vardı. 1999 yılında bu defa Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü''ne başvuru için bir yaz gününün kavurucu sıcaklarında kalkıp Diyarbakır''a gittim. Akşam, dönemin Sosyoloji Bölüm Başkanı ile evinde görüşüyorum. Hoca, ''Burada JİTEM var, şu var bu var, bu nedenle size ne karşı olurum ne de destek'' mealinde şeyler söyledi. Bunun üzerine tereddüt etmeden kendisinden izin alarak beraber olduğum arkadaşla evinden ayrıldım. ''Benimle beraber olmayacaksanız neden sınava gireyim'' deyip başvuru yaptığım halde sınava girmeden İstanbul''a döndüm .

2001 yılında bu defa Fırat Üniversitesi''ne başvurdum. Memleketime hizmet etmek istiyordum. Yine doktora tez hocamın selamıyla BBP''li bilinen şair bir öğretim üyesine uğradım. İmam Hatip Lisesi''nden olduğumu söyleyince ''İmam Hatiplilerde de irticaya bulaşanlar var'' demesiyle şaşkına döndüm. Kendimi mürteci hissetmemi sağlayan bir mesajla karşılaşınca afallamıştım. Ama pes etmiyordum. Üniversiteye girmek ve orada bilim yapmayı aklıma koymuştum bir kere. Fırat Üniversitesi''nde de sınava girdim. Sınav esnasında alınan yoklamada herkesin adı okunurken benimki okunmadı. Bu bana verilen açık bir mesajdı: Seni yok sayıyoruz. Sen yoksun! Bana çok dokunan bu mesaj karşısında, yoklamada yeniden adımı okutturdum sınıfta. Elbette sonuç hezimetti!

Bir yıllık İngiltere tecrübesinden sonra üniversiteye girme mücadelemi sürdürüyordum. Prof. Ümit Meriç hocamın evine uğramıştım. Hal hatırdan sonra bana bir şeyler okumak istedi elindeki Kur''an''dan. Tevafuken Yusuf süresi çıktı. Yedi yıllık çileden sonra, yeni bir ferahlık dönemi başlıyor anlamı çıkıyordu okuduğu yerden. Tam da öyle oldu.

Bir akşam üstü yorgunluk ve yılgınlık içinde eve döndüğümde hanım, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi''nden rektörün beni aradığını söyledi. Oysa ne Dumlupınar aklımdaydı ne de rektörü tanıyordum. Sonra Cevdet Dadaş adında bir arkadaş tanıdık biri aracılığıyla beni sosyoloji bölümüne önermiş. Cevdet Dadaş ile bir defa telefonda konuştum. Sonra, yüz yüze görüşemeden elim bir trafik kazasında rahmetli oldu. Ancak beni bir vesileyle DPÜ Sosyoloji''ye taşımıştı. Yardımcı Doçentlik sınavının yazılı bölümüne girdikten sonra, mülakat için Fen-Edebiyat Dekanlığı''na uğramıştım. Dekan hanımın bana sorduğu ilk soru şuydu: İmam Hatipli misin? Ben de ''Elazığ''daki Lise''denim'' dedim. Bu ifadeyle hem yalan söylememiş hem de doğruyu konuşmuştum. Çünkü okuduğum İmam Hatip Lisesi, Elazığ''daki liselerden biriydi.

Bütün üniversite kapıları yüzüme kapanmıştı. Neden? Oysa hiçbir örgüte, cemaate, silahlı eyleme ve siyasal partiye dahil olmamıştım. Elbette bir partiye ya da legal örgüte ve cemaate dahil olmak da suç değil. İmam Hatip Lisesi mezunuydum; düşünen ve yazan bir İslamcıydım. Bunlar akademinin kapılarının yüzüme kapanmasına yetmişti. Doktorayı bitirirken 32 yaşındaydım, şimdi 47''deyim. 28 Şubat nedeniyle üzerimde dolaşan lanetli akademik bakışlar, işsizlik ve dışlanmalardan öte şimdi yedi yıl geç profesör oluyorum. Üstat Cemil Meriç''in içimde yankılanıp duran çığlığı: ''Ezdiler!''

12 yıl önce
Benim 28 Şubatım
Mesuliyet
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak