“Evvel zaman solcuları görünüşte de olsa halktan yanaydı. Sözlerini nispeten makul kılan şey, ezilenlerin tarafında olduklarını söylemeleri, emperyalizme karşı mazlum milletlerin mücadelesinden yana saf tutmalarıydı. Berlin Duvarı ve Sosyalist Blok ile birlikte onların devleti “egemen sınıfların baskı aygıtı” olarak gören tezleri de yıkıldı.Tamam, başlı başına amaç haline getirmenin, kutsallaştırmanın âlemi yoktu ama devletin büsbütün egemenlere ait olduğu kabul edilebilir değildi. Sermayenin uluslararasılaşması,
“Evvel zaman solcuları görünüşte de olsa halktan yanaydı. Sözlerini nispeten makul kılan şey, ezilenlerin tarafında olduklarını söylemeleri, emperyalizme karşı mazlum milletlerin mücadelesinden yana saf tutmalarıydı. Berlin Duvarı ve Sosyalist Blok ile birlikte onların devleti “egemen sınıfların baskı aygıtı” olarak gören tezleri de yıkıldı.
Tamam, başlı başına amaç haline getirmenin, kutsallaştırmanın âlemi yoktu ama devletin büsbütün egemenlere ait olduğu kabul edilebilir değildi. Sermayenin uluslararasılaşması, kapitalizmin tüm dünyayı kapsaması sürecinin tamamlanması, devletler sistemi ile finans kapitalin saf egemenlik arzusu arasındaki gerilimi iyice görünür kıldı. Kıran kırana kavga, aslında bu ikisi arasındaydı. Karl Marx, sadece Nietzsche’ye değil Hegel’e de kaybetmişti. Devletin egemen sınıfın temsilcisi değil kolektif aklın tezahürü olduğu fikri, daha gerçeğe yakındı. Evvel zaman solcularının kimisi, kaybettiklerini anlayıp bilerek ve isteyerek kimisi de olanı biteni asla anlamaksızın tamamen eski tepki verme refleksleriyle devlete karşı en zenginlerin safına yerleştiler…
Arada bir siyaset felsefesiyle ilgili yazılar kaleme alıyorum. Genellikle devletin neliği ve niteliği, Müslüman bir toplumda güçlü bir demokrasi kurma imkân ve ihtimalleri hakkında konuşmaya çalışıyorum. Marksist Sol’un nedense hiç yaşanmamış gibi davrandığı büyük travmasından bahsettiğim de oluyor. Yukarıda sözünü ettiğim dünyanın yaşadığı temel çelişkiyi ise sadece bir yazımda (http://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/en-zenginlere-hizmet-eden-eski-tufekler-2020622) gündeme getirdim. Dünyada yaşanan olayların dinamiklerini, reel-siyaset sahnesinin arka fonunu düşünürken devletler sistemi ile finans kapitalin dünya egemenliği arasındaki ölümcül kavgayı da hesaba katmak gerektiğini belirttim. Kendi adıma epey zamandan beri öyle yapmaya çalışıyorum.”
18. ve 19. Yüzyıl’ın belirleyici dönüşümlerini özetleyen Max Weber’in vardığı sonuca göre, modern kapitalizmin doğuş anı, işletmenin haneden kopmasıydı. Modern toplumu oluşturan büyük dönüşümdeki birinci kopuş böylece başladı. 19. Yüzyıl, mücadeleler sonucunda sendikaların yaygınlaştığı, kapitalizmin acımasız bir kar hırsıyla, çalışanlara hayatı zindan eden uygulamalarına kısıtlamalar getirmeye, çeki düzen vermeye girişilen bir çağ oldu. Devlet ve hukuk aracılığıyla, çocuk emeği yasaklandı, çalışma saatleri kısaltıldı, güvenlikle ve hijyenle ilgili düzenlemeler yapıldı. Zayıfları güçlülere karşı korumaya gayret edildi.
“Bugün içinden geçtiğimiz süreç, ‘Büyük Kopuşun ikinci perdesidir.’ Sermaye, ulus-devletin başvurduğu hukuki/ahlaki gardiyanlığın çok daha kısıtlayıcı, eziyetli ve rahatsız edici çerçevesinden, yeni bir ‘tarafsız bölge’ye, yani varsa bile çok az kuralın ticari girişimlerin özgürlüğünü sınırladığı, kısıtladığı veya engel olduğu bir alana kaçmayı başarmıştır. Yeni (küresel) işletmelerin göç ettiği yeni alan, son iki yüz yılın standartlarıyla değerlendirildiğinde gerçek anlamda sınırlar üstü bir alandır… Tarih kendisini tekrarlamaktadır fakat bu sefer çok daha geniş bir ölçekte tekrar etmektedir. İş dünyasının politik ve ahlaki denetimden kurtulmasıyla açığa çıkması ve büyümesi muhtemel sefalet ve perişanlık da tekrar etmektedir… Bir kez daha iş dünyası kendisini yerel bağlardan (bu sefer hanelerden değil ulus-devletlerden) kurtarmıştır. Bir kez daha kendisine, kendi kurallarını nerdeyse tamamen özgürce koyabileceği ‘sınırlar ötesi bir bölge’ oluşturmuştur. Görünüşe göre egemen ulus-devletlerin temsil ettiği mevcut eski rejim,… demokratik denetimden kaçan iş dünyasını bırakın durdurmayı yavaşlatmakta dahi acizleşmektedir” (“Kuşatılmış Toplum”, Çev. A. E. Pilgir, Ayrıntı Yay. 2018).
Adaletten ve toplumdan yana olanlar, (eleştirelliklerini sürdürmek kaydıyla) kolektif aklın temsilcisi olan devletten yana tavır koyarken Marksist Sol’un despotizme karşı çıkma adına aslında tekelci burjuvazinin sınıfsal tavrına savrulma nedeni işte bu süreçte gizli.