|
Çocuklara  ve gençlere neyi, nasıl, nerede  öğreteceğiz?

Bilginin kaynağı değiştikçe bilgiye erişim ve bilginin değeri farklılaşır. Bu önermeyi lütfen dikkatle hafızamıza kaydedelim.

Tolstoy’un
İtirafları
’nı okudunuz mu? İtiraflar Tolstoy’un kendi hayatından damıttığı, hataları ile yüzleştiği, gençliği ile hiç perdesiz buluştuğu bir anı kitabı. İnce bir kitap. İnce kitapların çoğunda olduğu gibi dikkatle, azar azar okunması gereken bir kitap.

Mesela öğrenmek ve öğretme bahsinde şu söyledikleri çok önemli:

“Öğretme hevesimi tatmin için kendimi nasıl da paralıyordum. Oysa ruhumun derinliklerinden çok iyi biliyordum ki, ben gerekli herhangi bir şeyi öğretemezdim. Çünkü neyin gerekli olduğunu kendim bilmiyordum ki. Bir yıl boyunca kendimi okulla ilgili faaliyetlere verdikten sonra ikinci defa yurt dışına gittim. Niyetim, eğer insan kendisi bilmiyorsa başkalarına öğretme yeteneğini kazanması için ne yapması gerektiğini öğrenmekti.” (İtiraflar, s. 20)

Tolstoy’un neyin gerekli olduğunu bilmiyordum ifadesi bugün her birimiz için geçerli değil mi?

Dillere düşmüş bir cümlemiz var: Eğitim şart.

Şart olan bu eğitimin muhtevası konusunda anlaşmamız mümkün mü? Anlaşmaktan vazgeçtim, “eğitim şart” diyenler, bizzat kendileri eğitimden neyi kast ettiklerini berrak bir şekilde anlatabilme, ifade edebilme ehliyetine sahip mi?

Öğretmek ve öğrenmek bahsini Tolstoy hayatı boyunca düşünmeye devam ediyor. Çocuklarına neyi öğreteceği ve nereye kadar onların öğretmeni olabileceği meselesini hayatının merkezinde tutmaktan hiç vazgeçmiyor. Tolstoy’un büyük oğlu Sergey’in anılarında bu bahis önemli bir yer tutuyor. Çocuklar belli dersleri annelerinden belli dersleri de babalarının gözetiminde öğreniyor. Evde eğitmen olduğu halde ebeveynleri onların aynı zamanda öğretmeni. Ama daha da önemlisi, Tolstoyların köydeki evlerinde en iyi öğrenmenin öğretirken öğrenme olduğu ilkesi yürürlükte, Tolstoy’un büyük çocukları köyün çocuklarına öğretmenlik yapıyor.

Neden meseleyi Tolstoy’un anılarına dayanarak açmayı tercih ettim?

19. yüzyılın çalkantılı hayatında çocuklara ne öğreteceğiz sorusu ne kadar can yakıcı bir soru ise 21. yüzyılda da o kadar can yakıcı olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.

19. yüzyıl, matbuat modernleşmesinin başladığı, imparatorluklardan ulus devlete geçişin hızlandığı, köyden kente göçün arttığı bir yüzyıldı.

21. yüzyıl, dijital modernleşmenin tarihte benzerine rastlanmamış bir hızla bütün kurumları alt üst ettiği, ulus devletlerin sınırlarının eriyip küresel ekonomi karşısında varlıklarının tehlikeye düştüğü, iç savaşlar ve kuraklık yüzünden her geçen gün yeni mülteci dalgalarının ortaya çıktığı/çıkacağı, milyonlarca insanın yersiz-yurtsuz kaldığı/kalacağı bir yüzyıl. Dünyanın bir yerinde açlıktan bebekler, çocuklar ölürken başka bir yerinde obezite dolayısıyla insanlar sağlığını ve hayatını kaybediyor.

“Ne yaparsam doğru olur?” sorusu ebeveynlerin, özellikle de babaların çocukları ile iletişiminde sürdürülemez idealler olarak ortaya çıkıyor.

Birkaç yıl önce yayınlanan bir babalar günü reklamı ile, bir zamanlar annelerin “Akşama baban gelince söylerim” ihtarıyla çocuklarını hizaya getirdiği anlayışın son kullanma tarihinin geçtiği ilan edildi. ()

Popüler kültür kodları ile inşa edilen “yeni baba” imajı, her geçen gün yeni bir sürüm üzerinden güncelleniyor. Popüler kültür kodları ile inşa edilen “yeni baba” modeli uygulanabilir olmaktan ziyade “seyredilebilir, paylaşılabilir” olma özelliğini merkeze alan bir “sahne babası” inşa ediyor.

Bu konuda her kesimin kafası karışık. Kafa karışıklığı, doğru olan nedir sorusu ile yanlış olan nedir sorusunu birbirinin içine hapseden bir karmaşa inşa ediyor.

“Ne yaparsam doğru olur?” sorusu hayatın her aşamasında karşımıza çıkarken bu soruya birlikte cevap arayabileceğimiz kişi ve kurumların sayısı giderek azalıyor.

Çocuklara, gençlere kazandıracağımız en büyük hazine, öğrenmeyi öğretmek, öğretirken öğrenmek. Fakat bu çok kolay değil. Neden mi?

Eğitimli ya da eğitimsiz, günümüzde ebeveynlerin çocuklarından en çok duydukları cümle şu: “Ben özgür bir bireyim. Sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin/öğretemezsin.”

Ya da şu: “Sen anlamazsın. İşler senin zamanındaki gibi değil.”

“Sen anlamazsın” diyen henüz 13 yaşında, “senin zamanında” denilen ise henüz 44 yaşında.

Gündelik hayatın her sahnesinde, markette, sokakta, metro ya da minibüste kulak misafiri olduğum bu cümlelere, en son bir akademisyenin sosyal medya hesabından paylaştığı şu cümle ilave oldu:

Murat Arıcı:

“Üniversite hocasıyım, 20 küsur yıllık felsefeciyim, fakat 14 yaşında LGS’ye hazırlanan oğlumu, bazı akademik şeyleri ondan daha iyi bildiğim konusunda bile ikna edemiyorum. Ne bilgi birikimine ne de deneyime inancı yok. Pes edip eşit konumda olduğumuza inanmama ramak kaldı.”

Yazıya başlarken aklınızda tutun dediğim önermeyi burada tekrarlayayım en iyisi: Bilginin kaynağı değiştikçe bilgiye erişim ve bilginin değeri farklılaşır. Bu önermeyi lütfen dikkatle hafızamıza kaydedelim.

Çocuklara ve gençlere ilk öğreteceğimiz husus, sosyal medyanın bilginin kaynağı olmadığı, bilgiye ulaşmak için sadece bir vasıta olduğu gerçeği. Sosyal medya üzerinden bilgiye ulaşabilmek için öncelikle sahih bilgi ile dedikodu, teyit edilmiş bilgi ile rivayet orasındaki farkı her birimizin tekrar tekrar gözden geçirmesi gerekiyor.

#Tolstoy
#Murat Arıcı
#eğitim
٪d سنوات قبل
Çocuklara  ve gençlere neyi, nasıl, nerede  öğreteceğiz?
Büyükelçilere verilen dosyada neler var?
Târih tekerrür mü ediyor?
Polis devletinin gücü
Bak şu Erdoğan yalakasına
Ne olacak bu anne babaların hali?