|
Dün dünde kalmıyor, tarih bugünden geriye tekrar tekrar yazılıyor...
I-

Ortaokul öğrencisi idim, gündüz saatleri boyunca radyonun sürekli açık olduğu bir evde geçti çocukluğum. Halk hikayelerini, pehlivan tefrikalarını, ‘Arkası Yarın’larda Türk ve Dünya klasiklerini, Çocuk Bahçesi’nde çocuk klasiklerini dinleye dinleye büyüdüm.

Çocuk Bahçesi’nde en unutamadığım kitaplardan biri Anne Frank’ın Hatıra Defteri’dir. 16:30’da başlayan, yanlış hatırlamıyorsam 20 dakika süren programı dinlerken kendimi unutacak kadar “Anne” olurdum. Küçük kızın mahzendeki hayatını kendi varlığımı erite erite dinledikten sonra bizim mahzene, “sığınak”a girerdim. Dört katlı sekiz daireli apartmanımızın alt katında “sığınak” ve her daire için odun ve kömür koyacakları bölmeler vardı. “Sığınak”ın boş tutulmasına dair toplantılar yapılır ama yine de gaz sobası yakanlar kullanmadıkları eşyalarını, kömür yakanlar ise odunlarını koyardı. Küçük odalar ancak 3 ton kömürü aldığı için kömürü tutuşturmak için gerekli olan odun “sığınak”ta bir köşeye yığılırdı.

Benim “çocuk bahçem” bitince rahmetli büyükannem ile ertesi gün için odun ve kömür almaya giderdik bodruma. Büyükannem bir köşede odunları elindeki keserle kıyarken ben Kıbrıs Barış Harekâtı Günleri’nin de etkisi ile olsa gerek apartmandaki komşuları zihnimde sığınağa yerleştirir, kendi dünyamı küçük Yahudi kızın hayatına yaklaştırırdım.

1973 yılında radyoda program aralarında 50. Yıl Marşı çalardı: Müjdeler var, yurdumun toprağına taşına/Erdi Cumhuriyetim, elli şeref yaşına/Müjdeler var, yurdumun toprağına taşına/Erdi Cumhuriyetim, elli şeref yaşına

Hatıra dediğimiz nedir? Ya da bizim zamana tanıklığımız?

Üzerimizde iz bırakan hayatlar, o hayatların tekrar tekrar ulaşılabilirliğidir, hatıra ya da tanıklık.

II-

Cumhuriyet’in 100. Yıl kutlamaları için belediyeler, vakıflar, sivil toplum örgütleri çeşitli yarışmalar düzenledi. Birkaç tanesine bendeniz de jüri üyesi olarak davet edildiğim için haberdar oldum. 

Değerli olanı değerlendirememek korkusundan sebep, hayatım boyunca hiçbir jüri üyeliğini kabul etmedim. Jüri üyeliğini kabul etmedim ama Cumhuriyet’e tanıklık etmiş kuşağın hatıraları ile büyümüş olan son kuşağın anılarının muhakkak kaydedilmesi gerektiğini ısrarla dile getirdim.

İnsan söylediğini önce kendisi yapmalı. Yaptık nitekim. Değerli arkadaşım Nazife Şişman ile Gaziantep Belediye Başkanı Sayın Fatma Şahin’in daveti üzerine Cumhuriyet’in 100. yılı için Kadınların Dilinden Dündökümü’nü kayıt altına aldık.

Bu kayıtlar içinden özellikle “kaç kaç günleri”ni dikkatinize sunmak istiyorum.

Akten Köylüoğlu (Doğ. 1939) anlatıyor:

“Dedem, babamın babası Antep harbine katılmış ve otuz sekiz yaşında şehit olmuştur. Babam sekiz dokuz yaşındayken eline silahı almıştır. O anılarını anlatırken çok acı gelirdi bana. Tabii babam çok küçük, bunlar Besni’ye kaç-kaç dedikleri, sadece kadın ve çocukları götürdükleri bir göçme şeyi var, savaş bitene kadar.  Orada yolda giderken dört yaşında bir amcam varmış, o ölmüş, yolda gömmüşler. Ondan sonra halam altı aylık, kucaktaymış, babaannem ata binmezmiş, ata binmediği gibi geride kalıyor.

Yola çıkacakları zaman anneannem bir kemer yapmış kendine, altın bilezik falan ne varsa koymuş. Dedem gelmiş “Ne yapıyorsun sen?” demiş. “Ne yapayım efendim, demiş ev yarım kaldı zaten bitiremedik, hiç olmazsa geldiğimiz zaman evimizi yaparız, şu iki üç altın yanımızda kalsın da başka bir şey kalmasa bile...” demiş. Ama dedem müsaade etmemiş, çıkar onu yere bırak demiş. Çıkarmış bırakmış. O eve bomba düşmüş, çürük fıstıkların arasına düşmüş, patlamamış. Patlamadığı için de geri geldiklerinde bombayı bulmuşlar. Teyzem derdi ki bir çocuk kundağı kadar vardı Fransızların attığı bomba. Onu götürüp bostanların arasında patlattılar derdi. Yani böyle günler geçirmişler.

Sonra işte Besni’deyken dedem burada savaş sırasında yanına bomba düşmüş, atın karnı parçalanmış kendinin üstüne devrilmiş. Atın kemikleri ciğerine batmış, kan kusmaya başlamış. Antep’te tedavi edecek kimse yok, doktor yok. İki katırın arasına sedye yapmışlar ve Besni’ye göndermişler çocukların, hanımın yanına. Besni’ye gelmiş aylarca yatmış ve orada da zaten ölmüş. Oraya gömmüşler dedemi, gelmişler. Artık dönme zamanları olmuş gelmişler. Gittiklerinde kardeşi demiş ki, o da Nuri Kutlar, Antep harbi gazisi, bir paşanın bir çocuğu şehit, bir çocuğu gazi, buna dikkatinizi çekerim. Ve o nerede abim demiş. Demişler ki sen sağ ol demişler. O da olmaz öyle şey ben gidiyorum. Aman Nuri yapma gitme derken Nuri amca ata binmiş, doğru Besni’ye gitmiş. Mezardan cenazeyi çıkarmış, atın arkasına koymuş, almış getirmiş. Ertesi gün “Mısrizadeler kalkın, cenazemiz var” demiş, dedemi gömmeğe götürmüşler. Ve orada tabii daha babam çok küçük yaşta, 8-10 yaşında. Babam 1909 doğumlu, Antep harbi 1920’de bitiyor. 1920’de 11 yaşında bir çocuk. Silahı eline almış, o şekilde, artık oğlum sen kardeşlerine sahip olacaksın demiş dedem ölmezden evvel ona. O şekilde bir hayat geçmiş.”

Soru şu: Kurtuluş Savaşı’na katılan ecdadımızın tanıklığını harflerin bedeninde ne kadar muhafaza altına alabildik?

Her birimiz aile büyüklerimizin tanıklığını muhakkak kayıt altına almalıyız.

III-

Yazıya Anne Frank’ın Hatıra Defteri (kitabın yayım tarihi 1947) ile başlamıştım. Yine onunla nihayetlendireyim. Tarih sadece geçmişten geleceğe giden tecrübi bir yol değil. Tarih aynı zamanda günden geçmişe doğru iz sürülen, neyin önemli neyin önemsiz olduğunu muktedirlerin seçtiği “olgu”larla inşa ediliyor.

Ana sınıfından başlayarak her çocuğa okutulup ödev olarak verilmiş olan küçük Yahudi kızın hatıra defteri 1959 yılında beyaz perdeye uyarlandı. Kitap 20. yüzyılın en iyi kitapları listelerinde yer aldı.

2023 Frankfurt Kitap Fuarı yetkililerinin önce ödül verip sonra ödülü geri çektikleri Filistinli yazar Adania Shibli’nin Küçük Bir Ayrıntı kitabı hiçbir zaman Anne Frank’ın Hatıra Defteri kadar yer almayacak küresel dünyanın kalbinde.

Filistinli yazar Abdullah El-Akkad, 19 Ekim’de İsrail’in hedef aldığı Gazze’de Han Yunus’un merkezindeki evine atılan bomba ile eşi ve çocuklarıyla birlikte şehit oldu.

Eğer biz yazmaz isek, onun hikâyesini edebiyatta, sinemada yaşatmaz isek; elinde bir taş parçası ile BM kürsüsüne çıkıp “Bombalar atıyoruz, çünkü onlar bize taş atıyor” diyenlerin yazdığı tarihe mahkûm olacak dünyanın masumları, mazlumları ve durmadan kaybedecekler, katledilecekler.

Gazze’de çocuklar bedenlerine isimlerini yazıyor. Hatıra defterine birkaç cümle yazacak vakitleri yok. Onlar bir dakika sonrasını bilmeden hayata tutunmaya çalışıyor.

Minik bedenlerine yazdıkları isimleri, sanatın dilinde bütün dünyaya anlatılmadıkça yapılan haberler solacak, dökülen gözyaşları yeni bir katliama kadar kurumuş olacak.

#Cumhuriyet
#Aktüel
#Fatma Barbarosoğlu
٪d أشهر قبل
Dün dünde kalmıyor, tarih bugünden geriye tekrar tekrar yazılıyor...
Zamanda ve mekânda bir uyanış: Sîdî Ukbe Ulucamii
19 Mayıs’a 10 gün kala…
Uluslararası doğrudan yatırımları çekmek
Enflasyon, döviz kuru beklentileri ve CDS
İsrail ve Batı’nın çifte standardı