|
Gidenler

Bu dünyadan gidenlerin hatırası, hayatın teninde açılmış bir yara gibi kısa bir süre kanıyor, sonra kuruyor ve daha sonra hiç orada değilmiş gibi kapanıp gidiyor. İzler belirsizleşiyor, sözler silikleşiyor, birlikte yaşananlar gün geçtikçe canlılığını yitiriyor. Gidenin hatırasını onunla birlikte yaşamışlar bir süre saklıyor, sonra geriye bir isim, birkaç kırık dökük fotoğraf kalıyor hafızalarda. Bazılarını daha çok insan tanıyor, şöhretleri onların isimlerinin, cisimlerinin diğer gidenlerden biraz daha uzun hatırlanmasını sağlıyor. Hatırlanıyorlar ama geçen zaman algısı içinde olduğundan bir başka şeye dönüşerek. Onları herkes kendi kafasında kesip biçtiği bir kalıba döküyor, kendi tasavvuruna göre yoğuruyor, geriye kalanların biçimsiz gövdesinden tamamen keyfekeder yeni bir karakter yontuyor. Bu da unutulmanın, sessizce hafızalardan kaybolup gitmenin bir başka yolu... İsmini yaşatmak isteyenler, hatırasını mermer bir kaide üstüne taştan eskimez bir heykel gibi oturtmak isteyenler için kulaklarını tıkadıkları kötü haber bu: İnsan fani! Öyle ya da böyle unutuluyor, hatırlansa da hiç yaşamadığı bir hayatla, bir kurmaca kişilikle hatırlanıyor. Faniliği içine sindirmeyenin insanlığını ayakta tutması zor... Birçokları, tırnaklarını dünyanın tenine geçirmek için yaptıklarıyla kendini gülünç duruma düşürüyor. Gelip geçmek için geldik bu dünyaya, gerçek bu, kazık kakmaya çalışmak insanı kendi gerçekliğindenr koparmak dışında bir şeyi değiştirmiyor.

Vladimir Nabokov’un, ‘Göz’ isimli kitabından insanın geçiciliğine dair sarsıcı ifadeler: “Gün gelecek beni hatırlayan son insan da ölecek. Tersine gelişen bir cenin gibi imgem de sadece yaşamış olduğum gerçeği dolayısıyla işlediğim suçun son tanığının içinde büzüşüp ölecek.”

İnsanın gelip geçiciliği, hayatı sonsuz doğurganlığı açısından gerekli, hatta olmazsa olmaz bir şey... Yoksa her şey donuklaşır, hayatın ihtimalleri kısırlaşırdı. İnsanın görüp yaşadıkları sebebiyle hayatının artalarından itibaren nasıl katılaştığı ortada. Bunu aşacak olgunluğa çok az insan erişebiliyor, onlar da bu geçiciliği içine sindirebilenler arasından çıkıyor. Çünkü geçiciliği bir şekilde içine sindirebilen, bu idrak ve irfanla yaşayan insan için, hayatı dünya ile sınırlayan duvarlar ortadan kalkıyor, fanilikten sonsuzluğa doğru kapılar açılıyor. Bu gerçeği içine sindiremeyenler, çamura saplanmış bir arabanın tekerlekleri gaza ne kadar basarsanız basın sadece patinaj yapıyor ve büyük bir gürültüyle çaresizlik çukurunu derinleştiriyorsa, tıpkı öyle boşa çırpınıp duruyor.

“Geldiğin yer gitmiştir, gideceğini sandığın yer asla orada değildir ve bulunduğun yer, ondan uzaklaşmadıkça hiçbir işe yaramaz. Senin olman gereken yer nerede? Yer yok. Senin dışında hiçbir şey sana yer veremez. Sahip olduğun tek yer şu anda kendinde” diyor Flannery O’Connor, ‘Bilge Kan’ isimli kitabında.

İyilik kaynağı bakımından sonsuzdur, eskimez, kaybolmaz, ölmez. İyi insanlık, insanın cismi ölse bile ismini silinmez mürekkeple iyiler defterine yazdırır. İnsan unutulur ve fakat iyiliği o defterde, unutması da, yanılması da olmayan ilahi hafızada ilanihaye mahfuz olur.

Hafızasını maksadıyla dolduran, başka her şeyi yele rüzgara savuran insanlar da var.

“Her unuttuğumuzla kendi unutuluşumuza biraz daha yaklaşıyoruz” dedi geçerken beyaz saçlı adam, taşında “Hüvelbakî” yazan sessiz mezarın yanından.

#Vladimir Nabokov
#Flannery O’Connor
#Bilge Kan
2 yıl önce
Gidenler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…