|
Zihin tortuları, savunma refleksleri

Her sesi yüksek çıkanın dine ve dindarlığa salladığı geçmiş yılların zihinlerimizde bıraktığı kimi sağlıksız tortular var. Bunların bir kısmı öfkeli cümlelerle ifade edilebilecek şeyler... Diğer bir kısmı da; vaktiyle, bu ağır baskı ve ölçüsüz saldırı bombardımanına karşı alttan alınarak geliştirilmiş bir tür savunma dilinin zaman içinde yerleşik hale gelmesiyle ilgili... Bu savunma dili, dine karşı yapılan saldırı ve itirazlara karşı mümkün olduğunca bire bir markajı esas alan bir ikna dili aslında. Teze karşı bir antitez değil, tezi dine, dini teze uygun hale getirme çabası...

Baskı dönemlerinin gerçekten sıkıntılı şartları gereği belki bir yere kadar kabul edilebilir olarak niteleyebileceğimiz bu dilin; dini meselelerin dile getirilmesi, ifadeye kavuşturulması ve dindarların dindarlıklarını ifade etmesi noktasında bugün hala yürürlükte olması ise ciddi bir zihniyet problemine işaret ediyor.

Bugün dinin doğrudan ya da bir yönüyle mevzu edildiği herhangi bir zeminde; ki bu zemin cami minberi de olabilir, herhangi bir tv stüdyosu da, bir sempozyum oturumu da, bir kahvehane sohbeti de, bir gazete köşesi de olabilir, bu savunma ve ikna dilinin tezahürlerini rahatlıkla gözleyebilir ve teşhis edebilirsiniz. Bir tarafta dinin zamanın şartlarıyla çeşitli noktalardan uyumsuzluklarını ortaya koyan iddia sahipleri vardır, diğer tarafta şaşmaz biçimde uyumsuzlukların dinden değil, dinin yanlış anlaşılmasından ve uygulanmasından doğduğu noktasında muhataplarını ikna etmeye çalışan çeşitli "dindarlık temsilcileri"...

Nedir söyledikleri?

Dinin bilimle çelişmediği, özgürlükleri kısıtlamadığı, kadınları koruduğu, kötü alışkanlıkları engellediği, sağlıklı yaşamı desteklediği, sosyal huzuru sağladığı ve bunun gibi birçok konuda günümüz insanına sağlayabileceği pozitif katkılar... Söylenenlerin özünde doğru olduğuna şüphe yok, dinin insanı, insanlığı, hayatı her konuda olumlu etkilediği, olumlu olana yönelttiği bir gerçek. Ancak, bizim dindarlığımızın, bir dine inanıyor olmamızın sebebi değil, sonuçları bunlar...

Biz bizi bir yaratan olduğuna, yaşadığımız aleme kulluk etmek üzere gönderildiğimize, bu çerçevede ilahi buyrukların muhatabı olduğumuza, sorumluluklar taşıdığımıza ve yaptıklarımızın neticesinde ceza ya da mükafat göreceğimize inanıyoruz. Evet, inandığımız şeylerin bir kısmı günümüzün modern hayat algılamalarına paralellik gösterebiliyor. Ama bir kısmı da aynı algılamalarla taban tabana zıtlık arzediyor. Biz pek çok konuda çağın kabullerinin dışındaki şeylere inanıyoruz ve olan bitenle bu anlamda hiç de uyumlu değiliz.

Dini, çağın kabullerine uydurmak için orasından burasından çekiştirmenin, modern olanı din üzerinden doğrulama gayretine girmenin, modern zamanların ölçüleri üzerinden dindarlığın sağlamasını yapmaya çalışmanın ne manası var, ne de gereği. Dindar olan bütün ölçüleriyle dine tabi olacak, hayata oradan bakacak, her şeyi imanıyla görecek. Olmayan da kendi inandığı değerler neyi gerektiriyorsa o doğrultuda gidecek. Kavgaya gürültüye nasıl mahal yoksa, ortada buluşmak adına inandığımız değerleri kuşa çevirmeye de mahal yok. Dindarların artık bu komplekslerden arınması ve bu bıktırıcı savunma pozisyonunu bir an önce terketmesi gerekiyor.

Dindar isek eğer, bizim için hakikat din ne söylüyorsa odur; mümkün olan en ideal biçimde kendimizi ona uydururuz. Çünkü dindarlık teslimiyetten doğar ve inandığımız değerlerin bizi neyle uyumsuz hale getirdiğinin de esasında hiçbir ehemmiyeti yoktur.

*Yazı boyunca konuyu minvalinden kaydırmamak için dili soğutmayı göze aldım ve "dindar" kavramını özellikle kullandım.

11 yıl önce
Zihin tortuları, savunma refleksleri
Hala mı Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir