|
İstanbul, ah İstanbul… İş işten geçmek üzere farkında mısınız
“Millet pandemi ile uğraşıyor, dışarıda yedi düvele karşı mücadele ediyoruz şimdi sırası mı”
diyeceğiniz bir mevzuya bir kez daha değinmek istiyorum bugün.
Çünkü büyük meselelerle ilgilenmek, ulvi gayelerle uğraşmak bazen
“insana doğrudan dokunan”
meseleleri ıskalamamıza neden olabilir. Oluyor da..!
Zaman zaman bu köşede kimilerine göre
“küçük”
meseleleri konu ediniyorum. Çünkü o önemsiz gibi bahsedilen meselelerin vatandaşın gündelik hayatında
“dağ”
gibi meselelere dönüştüğünü biliyorum.
KARAMBOLÜ ÇOK MEGA KENT: İSTANBUL
15 Temmuz Şehitler Köprüsü
’nden ne zaman geçsem, o anlarda hem başta 15 Temmuz şehitlerimiz olmak üzere tüm şehitlerimiz için hem de dünya durdukça İstanbul’un bir İslam beldesi olarak kalması için dua ediyorum.

Dün yine köprüden geçerken aynı duayı ettim; köprünün hemen dibindeki 15 Temmuz Hafıza Müzesi’ne giderken.

Köprüden İstanbul’un siluetine bakınca güzellikler ve çirkinlikleri birlikte görüyorsunuz. Bir tarafta tarihi yarımadada kadim İstanbul, bir tarafta uçsuz bucaksız çarpık yapılaşma.

Kuş bakışı İstanbul hala güzel güzel olmasına da…
Sokağa indiğinizde karambolü bol bir mega kent!
İstanbul’da trafik keşmekeşliği had safhada. Bununla birlikte ne yeni yol çalışması var ne de bir düzenleme. Ayrıca Büyük Şehir Belediyesi’nin onca betonlaşmaya karşı Ak Parti döneminde geliştirilen dikey bahçeler bile yol kenarlarından
“vahşice”
sökülüp atılıyor.
Bırakın yeni bir şey yapmak, mevcut bile korunamıyor.

Her gün işe giderken yolumun üzerinde kaldırımda aylardır açıkta bekleyen İSKİ borularını görüyorum. O borulara takılıp düşmemek için yola inen yayaların nasıl araç altında kalmaktan kıl payı kurtulduklarına şahit oluyorum. Sıradan vatandaşların gündelik hayatları zorlaştıkça zorlaşıyor bu şehirde.

Hele ki İstanbul’un demokrafik yapısının değiştiği gerçeğini gördükçe insan ister istemez tedirginleşiyor.

OSMANLI’NIN İSKAN POLİTİKASINI NEDEN UNUTTUK?

Dünyanın hiçbir ülkesinde göçmenlerin elini kolunu sallayarak o ülke içerisinde istedikleri yere yerleşme ve gitme özgürlüğü yoktur. Bu sadece sanırım Türkiye’ye has bir özgürlük. Oysa geçmişimizde Osmanlı iskan politikası gibi muazzam bir örnek duruyor.

Türkiye’de geçici koruma altındaki Suriyeli kardeşlerimiz başta olmak üzere, Irak’tan, Libya’dan, Mısır’dan, Lübnan’dan, İran’dan, Afganistan’dan ve dünyanın envai çeşit ülkesinden Türkiye’ye gelenlerin bir iskan politikasıyla yerleştirilmemesi maalesef ki “gettolar”ın oluşmasına neden oluyor. Oldu da..!

Geçtiğimiz günlerde Uganda Güzeli İstanbul Esenyurt’ta seçildi mesela!
Yine, mesela
Fatih’te bir caddede toplanan göçmenler ve geçici koruma altındakiler, Türk esnafları bir bir oradan uzaklaştırdı
. Şimdi bir ya da iki esnaf kaldı. Onlara da
“Sakın bir yere gitmeyin”
diye
ricacı oluyor bazıları ama ne çare!
Adamlar basıyor parayı alıyor dükkanları. Alamadıklarına da
“müşterin kalmadı ki”
diyerek
mobing uyguluyor!
O caddede insan ve yaya trafiği tıkanmasın diye belediye düzenleme yaptı.
15 gün geçmeden caddenin ortasındaki plastik refüjler o “esnaflar” tarafından yerle bir edildi. Gerekçeleri basit, çünkü o refüjler araçların çift sıra yapmasını engelliyordu.
Akşamları uzun zamandır saat 21’den sonra evlerimize kapanıyoruz.
İşte o saatlerde o caddede ne hikmetse lokantaların önlerinde lüks araçlar çift sıra yapıp alışveriş yapıyor.
Türkçe konuşanın tek tük olduğu caddede tabelaların hangi dilde olduğunu varın siz tahmin edin artık!
Kimilerinizin beni yabancı düşmanı olmakla itham ettiğinizi biliyorum. Olsun ben yine de tarihe not düşmekten yana kullanıyorum tercihimi.

İstanbul dünya metropollerinden birisi. O yüzden dünyadan göç alması kadar doğal bir şey olamaz. Ne var ki bu göçün kontrollü olması gerekmez mi?

Geçtiğimiz ay önemli bir karar alındı İstanbul Valiliği’nce.
Esenyurt ve Fatih’e ikamet sınırlandırılması getirildi. İş işten geçtikten sonra neye yarar. Bu bile bir şey diyeceğim ama, yetkililerin “kaçaklar zaten kayıt altında değil” cümlesini kurunca endişem daha da artıyor.

Maalesef, ipini koparan şu anda İstanbul’da.

Bir gün vaktiniz olursa mesela akşamları Vatan Caddesi’nde Ulubatlı’dan Aksaray’a kadar bir yürüyün. Mesela Bezmialem Hastanesi’nin civarına geldiğinizde yan yolda
park yasağı olan alanlarda peşpeşe park etmiş yabancı plakalı otobüsleri görebilirsiniz.
Aksaray’a geldiğinizde etrafınızda
Türkçe konuşanların neredeyse kalmadığını fark ettiğinizde içinizde bir tedirginlik yaşayabilirsiniz.
KURALLARA UYAN VATANDAŞ ADETA CEZALANDIRILIYOR

Sıradan İstanbullular için park sorununun çözümü şudur: Ya bir özel otoparka ya da İspark’a aracınızı ücreti karşılığında park edersiniz. Bir de sokağınızda, caddenizde park yasağı olmayan alanlara ücretsiz park etme şansınız var.

Ancak “imtiyazlılar” var bu şehirde. Park yasağı olan alanlara, kaldırımlara, okul kapılarına, yeşil alanlara araçlarını park edenler. Onlar imtiyazlı gruplar. Ne hikmetse ne ücret öderler ne ceza yerler ne kimse uyarabilir. Polis gelince kaçar, gidince yine gelir!

İstanbul’da sıradan insanlar için artık yaşam sadece ekonomik olarak değil sosyal olarak da çok güçleşti. Bunun sebepleri kontrolsüz yabancı göçü ve kuralsızlığı yaşam biçimine dönüştürmüş sorumsuzlardır.

Sessizce rızkının peşinde koşan insanların bir nebze sesi olabildimse bahtiyar olurum.

Yanılıyor muyum?

Not:
İşin bir de beka boyutu var ki sormayın! Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye sürülenlerin yerini PKK/PYD doldurdu. Oraları işgal etti. Bize de koca bir zokayı yutmak kaldı.
#İstanbul
3 yıl önce
İstanbul, ah İstanbul… İş işten geçmek üzere farkında mısınız
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset