|
Mevcudu bile koruyamayan “yeni belediyecilik” üzerine bir sabah vakti düşündüklerim

Sabah saat sekiz otuz. Önce Vatan, ardından Haliç, sonra Zincirlikuyu, oradan 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nden, Altunizade’ye; Çamlıca’nın kıyısından Kadıköy Göztepe’ye… Direksiyonda bizim evin en küçüğü; puslu bir İstanbul sabahı.

Yol boyu, gördüklerim nedeniyle kendimle konuşuyorum. Biraz cesaretlensem, kızımla da laflayacağım. Ama sabah mahmurluğu, trafik keşmekeşliği şimdilik yutkunmama neden oluyor.

Vatan Caddesi'nde bugünlerde artık ağaçlar kuruyor. Yolun sağındaki ve solundaki yeşillik ise çoktan sarardı. Orta refüjde birkaç çiçek kaldı; boyunları bükük. Haliç artık her saat çift taraflı hiç olmadığı kadar kalabalık. Salimen geçmek için cambaz olmak gerek. Karmakarışık ve kuralsız.

Zincirlikuyu’ya ulaştığınızda karşıya geçmek için sol şeridi kullanmamışsanız yandınız. Zira, sağdaki iki şerit hatta bazen sol şerit bile Maslak-Levent hattına dönecek olan araçlar tarafından kapatılmış.

15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nden geçerken, ufukta beliren Büyük Çamlıca Camii ve onun solundaki dev bayrak bugün yaşadıklarımızın simgesi niteliğinde. Mukaddesatımıza ilişkin iki sempol yan yana göz hizamızda öylece duruyor.

Zamanın ruhu!

“Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli…”,

“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilal..!”

Kadıköy’e doğru inerken, sol tarafta yıllardır devam eden “kentsel dönüşüm” (rantsal mı demeliydim bilemedim) ve o dönüşüm için yapılmaya çalışılan yollar gözüme takılıyor. O an sol şeridin tıkalı olduğunu gören kızım, “Bu saatte olmaz ki” diye hayıflanıyor.

“Tamam” diyorum içimden işte tam zamanı. Söze giriyorum. “Etrafında şehircilik adına ne görüyorsan onlar yaptı” diye söze giriyorum. “Mevcudu bile koruyamadılar” diye devam ediyorum. “Yazık oluyor bu şehre” diye çıkışıyorum. “Bir insan, taş taş üstüne de mi koymaz” diye öfkeleniyorum.

Bırakın yeni yollar, köprüler, kavşaklar yapmayı, mevcut olanları bile bakımsızlığa terk etmiş bir İstanbul yönetimiyle karşı karşıya kalışımızı anlatıyorum.

Kızım susuyor. Ayrılacağımız noktaya gelince sadece “Biz geçmişi bilmiyoruz ki” diyor arabadan inmek için hazırlanıyor. Sadece, “Son 3 yılda olmayanları görüyorsun yetmez mi” diyebiliyorum.

Tebessüm ediyor, vedalaşıp, okulun yolunu tutuyor.

Sabah yayına yetişmeliyim. Trafik akışına göre Göztepe’den Topkapı 15 Temmuz Köprüsü’nden 1 saat 35 dakika gösteriyor!

Avrasya Tüneli’nden 24 dakika, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden 1 saat 5 dakika.

Yönümü Avrasya Tüneli’ne kırıyorum. E-5’ten Harem’e yönelirken yolun 4 şeritli olduğunu bir kez daha gözlemliyorum. Avrasya’dan çıkıp da sahil yolundan Yedikule’ye yöneldiğimdeyse yolun 4 şeritli olduğunu görüp, “Bir zamanlar bu yol iki şeritliydi” diye mırıldanıyorum.

Ve hasıl, İstanbul’da şehircilik adına 25 yılda yapılanların üzerine yeni bir şey yapılmıyor. Şehir nüfusu her geçen gün büyürken, belediyecilik geriye gidiyor. Fakat seçmenin bir kısmı belediyecilik hizmetiyle değil, “Karşıtlık” üzerinden tercih yapıyor.

Kaybeden İstanbul oluyor. Kaybeden İstanbullular oluyor. Sıkıntılar kar topu gibi büyüyor.

Yanılıyor muyum?

Sezai Bey de gitti… Issızlaşıyor etrafımız

Sezai Karakoç bizim yol işaretlerimizdendi. Yolumuzu ne zaman şaşıracak olsak, Sezai Bey bizi bir söz, bir cümle bir mısra ile gelir bizi bulurdu.

Bizden önceki kuşak, biz ve bizden hemen sonraki kuşak için Sezai Bey, sadece bir şair değil, sadece bir mütefekkir değil, sadece bir fikir adamı değil aynı zamanda ağabey, amca, dedeydi de! Bizi sadece yazdıklarıyla değil “hali” ile de terbiye etmiş kıymetlimizdi. Zamanın Ebuzer’i idi. Yalnız yaşadı, yalnız göçtü.

Mekanı cennet olsun. Rabbim bizi ahirette Peygamber Efendimiz’in (as) dizinin dibinde buluştursun.

***

Sezai Bey’in tüm eserleri kendi kurduğu Diriliş Yayınları’ndan çıktı. Yüklüce bir külliyatı var. Bundan bir kaç yıl önce Ülke Tv Yönetim Kurulu Başkanı sevgili ağabeyim Mustafa Çelik, “Hasan sana kıymetini bileceğin bir hediye gönderiyorum” dedi. Birkaç dakika sonra odama kocaman bir koli getirdiler. Açtığımda Sezai Bey’in tüm külliyatıyla karşılaştım.

O gün bugündür kütüphanemin tam ortasında duruyorlar. Kitap kurtları gelip de “aşırma” cihetine gittiklerin de sadece onlara dokunmamalarını söylüyorum. Külliyattan hangisini isterlerse yayınevinden onlar için sipariş edebileceğimi söylüyorum.

Dün kütüphaneye gittim. Gözlerimi kapattım. Elimi uzattım. Kitaplardan birini çektim.

“Alınyazısı Saati”nin 4’ncü baskısı geldi. Öylesine açtım. Karşıma şu mısraları çıktı:

Ben Şam’ı bin yıl öncesinden bilirim.

Annemin sütü kadar yakın bana

Babamın uğradığı son antik çarşı

Dedemin kılıcını dayadığı surlarına

(Sezai Karakoç Alınyazısı Saati sayfa 16)

Rabbim gani gani rahmet etsin. Başımız sağ olsun.

#Haliç
#Zincirlikuyu
#15 Temmuz Şehitler Köprüsü
#Kadıköy
#Sezai Karakoç
2 yıl önce
Mevcudu bile koruyamayan “yeni belediyecilik” üzerine bir sabah vakti düşündüklerim
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset