|
Mavi Marmara karartması mı?

Mavi Marmara davası, "siyasi yönü" ağır basan bir davadır. Türkiye-İsrail ilişkilerinin seyrinden, bölgesel konjonktürden, "batılı" arabulucuların çabalarından etkilenecektir.

Türkiye-İsrail ilişkilerindeki gerilim sadece Mavi Marmara baskını olsaydı, belki de bu dava açılmayacaktı, krizin üstesinden bir şekilde gelinecekti. Ancak Ankara"nın bölgeye bakışı ile İsrail"in durduğu yer arasındaki açı bu kadar genişleyince ilişkiler gerildi ve iki ülke de ellerindeki kartları etkin biçimde kullanma yolunu seçti.

Yakın gelecekte ikili ilişkilerde radikal değişiklikler olur mu? 1997"den bu yana zayıflayan ilişkileri yeniden güçlendirme yoluna gidilir mi? Özellikle Suriye sonrası bir yumuşama yaşanır mı?

Bilemiyoruz. Bekleyip göreceğiz.

Şu an için bizi, davanın hukuki boyutu daha çok ilgilendiriyor. Mavi Marmara gemisine bir saldırı yapılmış, vatandaşlarımız şehit edilmiştir. Özür, tazminat ve uluslararası yaptırım dışında iç hukuk açısından yapılabilecekler değerlendirilip, operasyona katılan İsrail askerleri ve operasyondan sorumlu olanlar hakkında dava açılmıştır.

Dava ile birlikte İsrail"in nüfuz casusları harekete geçti, etkin olabildikleri her alanda Türkiye karşıtı kampanya yürütmeye başladı. Gerçi bu kampanyanın, 2003 yılından beri etkin olduğunu, bu ülkenin siyasi liderleri için ağır ithamlarla dolu dosyalar servis ettiklerini hatırlatalım.

Kampanyanın amacı davayı sulandırmak, mümkün olursa üstünü örtmek. Dava çerçevesinde yürütülen adli soruşturmaya katılan, bilgi aktaran her bireyi hatta kurumu anti-semitik kampanya yürütmekle suçlamak hemen her zaman başvurulan en etkin karşı kampanyadır ve oldukça da etkili olur. Yine aynısı yapılıyor.

Gazze"ye yönelik kıyımı da, İsrail istihbaratının Dubai"de AB ülkelerinin pasaportunu kullanarak suikast yapmasını da, füzelerle Filistinli liderleri öldürmesini de eleştirseniz aynı suçlamaya maruz bırakılırsınız. Hemen Türkiye, İsrail ve ABD"deki çevreler harekete geçer, o kişi, kurum ya da çevre için anti-semitik kampanyaları başlatılır ve o kaynaklar susturulur.

Mesela, kişisel olarak, Mavi Marmara saldırısı olduğu gece, İskenderun"da yapılan "PKK" saldırısının İsrail bağlantısına ilişkin güçlü şüpheler taşıyorum. Bunu söylediğiniz an, benzer bir suçlamaya maruz bırakılırsınız.

Mesela, Mavi Marmara davası ile ilgili soruşturma kapsamında güvenlik birimleri delil toplaması, o saldırıya katıldığı, en azından, tanık ifadeleriyle kesinleşen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kişilerle ilgili haber yapılması müthiş bir anti-semitizm kampanyasına maruz kalmak demektir.

Oysa ortada adli bir soruşturma vardır. Her hangi bir Türk vatandaşı, işlediği suçtan nasıl soruşturuluyorsa, dini inancı ve etnik düşüncesine bakılmaksızın, bu ülkenin kanunlarına tabi herkes işlediği suç varsa soruşturma kapsamındadır ve öyle de olmalıdır.

Öyleyse, içeride ve dışarıda bazı çevrelerin böyle bir kampanya yürütme, kendine yakın yayın organları üzerinden bunu servis etme amacı nedir? Elbette bir koruma kalkanı oluşturma, soruşturmayı sulandırma, bir tür "imtiyazlı alan" oluşturma telaşıdır.

Dışişleri Bakanlığı, benzer bir kampanya için önceki gün açıklama yayınladı. Elbette, yaygınlaştırılan bir sulandırma operasyonuna karşı haklı bir açıklama bu. Ancak açıklamanın, dava ile ilgili soruşturma sürecini zayıflatacağı, soruşturmayı yürütenlerin ellerini güçlendirmeyeceği endişesini taşıdığımı belirteyim.

Açıklamaya gerekçe teşkil eden yayınlara bakınca hiç şaşırmadım. Yıllardır, bu ülkenin Başbakanı"na, Dışişleri Bakanı"na, güvenlik birimlerinin tepesindeki isimlere, yazar-çizerlere karşı kirli kampanya yürütmekle tanınan çevreler bunlar.

ABD basınına bu kişilerle ilgili utanç verici yazılar sipariş eden, Türkiye"de kelle avcılığı yapan çevreler. 2003 yılından bu yana, Türkiye"nin iç siyasetini dizayn etmeye dönük operasyonların yürütüldüğü merkezler. Yukarıda sözünü ettiğim kişi ve çevrelerle ilgili yayınları, ithamları, hakaretleri, iftiraları hatta tehdit ve şantajları elimizin altında duruyor.

Mavi Marmara baskınına, esir alınan kişilerin sorgulamasına katılanlar ebette bu davanın sanıkları tarafında yer alacaktır. Başka türlü bir davadan söz edemezsiniz. Birkaç tanık ifadesi verelim:

Tanıklardan biri: Aşdot limanına götürülmeden geminin güvertesinde uzun bir süre bekletildik. Orada bir askerle diyaloğa girdik. Bana "Şişli"de oturduğunu, kısa bir süre önce askerlik yapmak için İsrail"e geldiğini tekrar İstanbul"a döneceğini" söyledi. Aşdot"a götürüldükten sonra sorgumuza katılan askerlerden ikisini Taksim Meydanı"nda gördüm.

Bir başka tanık: Özgürlük Filosu"na İzmir"den katıldım. Açılan ateşle omuzumdan yaralandım. İsrail"de beni sorgulayan askerler arasında İzmirli bir asker vardı. Kendisine konuşmak için haber gönderdim ancak hiçbir şekilde bu isteğime olumlu yanıt vermedi.

Şimdi bu kişilerin dava kapsamında ifadesinin alınmasından daha doğal ne olabilir? Bundan neden rahatsızlık duyulur? Davayı sabote etmek isteyen İsrail uzantılı çevreler ve nüfuz casuslarının kullandığı kışkırtıcı dil sadece ve sadece bu davayı sabote etmeye dönüktür.

Eğer biz, kampanyadan ürküyorsak, bu kişilerden ifade alamıyorsak, o zaman davayı da ka-patalım gitsin. Başka türlü bir davadan söz etmek mümkün olmayacak çünkü.

İçeride ve dışarıda, bir karartma operasyonu görüntüsü hissediliyor. Umarım yanılıyorumdur…

11 yıl önce
Mavi Marmara karartması mı?
Orta yol doğru istikameti gerektirir
Korksak mı?!
Londra izlenimlerim, beklentiler ve riskler
Türkiye’nin enerjisi
Komprador entelektüel ve siyasi işlevi