|
Kimlik

"Savaşın bitmesi barışı sağlamıyor ama bize bir fırsat veriyor. Barışa konuşarak yürüme fırsatı…" Etyen Mahçupyan"ın Zaman gazetesindeki köşesinde, Perşembe günkü yazısının son satırlarıydı bunlar. Yani savaşın bitmesi, barış için zorunlu koşul ama yeterli koşul değil.

Mahçupyan"ınki barışı oluşturmak için, Kürt meselesi ve Ermeni meselesinde "geçmişin acılarını", neden ve nasıl konuşmak gerektiğini çok güzel anlatan bir makaleydi. O yazmamış ama, bunları konuşmak "Türk meselesi"ni de konuşmak demek. Nitekim PKK"nın silah bırakmasıyla sonuçlanmasını umduğumuz sürece yönelik tepkilerin bir bölümü tam da buna tepki. Yani Türk kimliğinin tartışılmasına, sorgulanmasına, konuşulmasına tepki.

Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Alev Alatlı, Hüsamettin Cindoruk, Mümtaz Soysal, Yaşar Okuyan, Şükrü Sina Gürel gibi 200"ü aşkın bilim ve fikir insanının, siyasetçi, bürokrat ve işadamının "Türk milletine çağrı" başlığını taşıyan bildirisi bu tepkinin somut örneği. İçeriği bir yana bırakıp üslubun kendisine bakmak yeterli: Diyaloğa en kapalı formda, olumsuz edilgen gereklilik kipinde kaleme alınmış. İlk maddede örneğin, "Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve sahibi olan Türk milletinin adı, vatandaşlık tarifinden ve Anayasa"dan çıkarılamaz," deniyor. Farklı bir yaklaşımı, vatandaşlık tarifinden veya Anayasa"dan çıkarılmasını önerenleri dinlemeye, gerekçelerini anlamaya; hele hele anlamaya çalışırken kendi bakışını da yeniden değerlendirmeye açık bir yaklaşım içermiyor. Kırılgan bir süreçte otoriter üslubu endişe yaratıyor.

Bildirinin içeriğine de katılmıyorum. Örneğin "Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve sahibi olan Türk milleti" ifadesi "Türkiye Cumhuriyeti Türklerindir" demekten farklı gelmiyor bana. Yine de her tür fikir paylaşılsın istiyorum. Çünkü bu vesileyle kimdir Türk, Türk kimliği neleri barındırır "konuşalım" umuyorum. Çünkü ancak konuşarak, "Bizi bir manevi cendere içine alarak kalıplaştıran ve bağnazlaştıran, basmakalıp hamasi klişelerin esiri eden "milli" yaklaşımların ötesine" çıkabileceğimizi, "kendimizi bir kimlik olmaktan ziyade, ortak insani durumun parçası olarak algıladığımız yeni bir bakışa" ulaşabileceğimizi sanıyorum.

Bu "yeni bakış"ı anlatan bir olay, Van depreminden üç gün sonra 26 Ekim 2011"de yaşandı. Aslında bu depremde iyi sınav vermemiştik. PKK"nın kanlı saldırısından birkaç gün sonrasına denk gelen depremde, mağdurları "düşman" saymakta ısrar edenler olmuştu. Böyle bir ortamda EkşiSözlük internet sitesinde "Bir gün sen düşersen ben de seni kaldıracağım" başlığıyla paylaşılan deneyim büyük ses getirmişti. Başlığın altında şunlar yazıyordu:

"ömrü hayatımda duyduğum en anlamlı söz oldu bu.

ağlaya ağlaya yazıyorum bunları...

deprem olur olmaz Van"a kazak, bot, mont gibi eşyalar gönderirken montun cebine "geçmiş olsun kardeşim, ben de gölcük"te senin şu an yaşadıklarını yaşadım. maddi manevi ne sıkıntın olursa bana 05xxxxxxxxx numaralı telefondan ulaşabilirsin, hiç çekinme." yazılı bir kağıt koyulduğundan 3 gün sonra gelen mesaj:

"allah razı olsun kardeşim. şu an gönderdiğin montla ısınıyorum. sana söz bir gün sen düşersen ben de seni kaldıracağım."''

Ya birlikte düşersek?

Barışa konuşarak yürüme fırsatını kaçırmayalım, önce insan kimliğimize sahip çıkalım.

11 yıl önce
Kimlik
Yalancı gözler!
Düşünce tarzını değiştirmek
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’