|
Evdeki düşman

Hrant Dink"in cenazesinde konuşan Rakel Dink"in o sözlerini zaman zaman hatırlar; hatırladıkça ürperirim. Şöyle demişti Rakel Dink: "Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim."

Bu, burada bir dursun.

Canım son derece sıkkın. "Nasılsın" diye soranlara "memleket gibiyim" cevabını veriyorum son günlerde. Elim kaleme güçlükle gidiyor. İki belirgin his var kalbimde. İlki, keskin bir aldatılmışlık hissi... İkincisi ise "adalet nereye gitti" sorusu.

Adaletin nereye gittiği sorusu ile başlayayım. Bir polis memurundan elektronik posta aldım. Bir bölümünü alıntılayacağım:

"İşte ben de Ankara"da dairede 4 aylık bir geçmişi olan ve tayini çıkarılan bir memurum. Ben gençliğimde Ali Şeriati, Mevdudi, Hasan El-Benna okudum. Yanına İsmet Özel"i, Sezai Karakoç"u, Nuri Pakdil"i, Zarif Usta"yı koydum. Bana deselerdi ki "arkadaşım, sen bu adamları okuduğun için biz tayinini çıkarıyoruz." Eyvallah derdim. "Dergi çıkarıyorsun, şiir ve yazı yazıyorsun sen, sürülmenin sebebi bu" deselerdi yine eyvallah derdim. Ailemden, dostlarımdan beni bilenler biliyor, nasıl bir bakışımın olduğundan haberdarlar. Ama şu an çalıştığım daire başkanlığındaki insanlara "ben Fethullahcı değilim" diye anlatmak zorunda kalıyorum. Gittiğim karakolda F-Tipi muamelesi göreceğim, bu insanlara da bunu anlatmak zorunda kalacağım. Ötesinde ben bir düzen kurdum, işten eve, evden işe. Hafta sonları Osman Özbahçe ile oturur sohbet ederim. İbrahim Çolak"ın İhtiyar"ına öğlen araları uğrar çay içer sohbet ederim. Devlete hiç kızmadım. Beni fazla çalıştırdı; kızmadım. Başbakan"ın yanındaki koruması olan yeğeni bana hakaret etti; kızmadım ama bu yapılan çok gücüme gidiyor. Dün telefonla beni aradılar, "emir yukardan ilişiğini gıyabında keseceğiz" dediler. "Etmeyin" dedim, "bana müsaade eden sizsiniz, hastanedeyim ve hamile eşim yanımda; bunu neden reva görüyorsunuz" dedim. Benim ilk çocuğum ve hevesim boğazımda o kadar kaldı ki. Hakkımı geçtim, eşimin ve doğmamış çocuğumun hakkı ne olacak peki?"

Mıh gibi duruyor bu satırlar posta kutumda. Ne yapsam, ne desem bilemiyorum.

Böyle mi olacak? Böyle mi yaşayacaksınız artık? Cadı avına çıkıp "şu Fethullahcı" denilen herkesin kellesini alacak, tayinini mi çıkaracaksınız? Adalet duygumuza ne olacak peki?

Bakın, bu malum sürecin ilk gününden beri, hiç yapmadığım bir şey yapıyor ve bu kavgada hükümete açıkça destek veriyorum. Zira meselenin "memleket meselesi" olduğunu görüyor, anlıyorum. Lakin mesele, "memleket meselesi" iken bile adaletsizlik yapılamayacağına da bütün kalbimle, bütün hücrelerimle inanıyorum. Bu ve benzeri durumda olan onlarca, yüzlerce insanın günahına girip, hakkına tecavüz edip haklı olunan meselede haksız duruma düşmenin manası yok. Bu kavgada sizden, selim bir akıl ve sarsılmaz bir adalet duygusu istiyoruz. Çok şey mi istiyoruz?

Ve gelelim şu keskin aldatılmışlık hissine.

Senenin başında dişinden tırnağından artırıp "iyi bir üniversite kazansın" diye oğlunu dershaneye yazdıran bir babanın öyküsünü anlatacağım size. Yer bu kez Adana.

Baba, oğlunun ders çalışmak yerine bilgisayarda fazla vakit geçirdiğini fark edip "ne oluyor" diye soruyor. Oğlundan "dershanelerimizi kapatıyorlar baba, o yüzden tweet atıyoruz. Dershanelerimiz kapatılamaz" cevabını alıyor.

Son derece makul bir adam olan baba, oğluna bu yaptığının yanlış olduğunu, bu yıl ders çalışıp üniversiteyi kazanması gerektiğini, bu kavganın kendisinin kavgası olmadığını anlatıyor uzun uzun. Ancak oğlu, Hazreti Nuh"a peygamber muamelesi yapmamakta ısrar ediyor. Günden güne hem bilgisayar başında geçirdiği vakit artıyor, hem de AK Parti seçmeni olan babası ile alenen tartışmalara girişiyor.

Öyle ki, delikanlı artık evde yemek yememeye başlıyor. Babası, şaşkın, üzgün ve öfkeli... Oğlunun odasına giriyor. "Oğlum" diyor; "sen artık kocaman adamsın; evde yemek yemediğin için annen çok üzgün. Bize bunu yapma."

Delikanlının cevabı kısa ve net oluyor: "Ben bu evde yemek yemem. Çünkü siz AKP"lisiniz. Hırsızsınız. Sizin kazandığınız para haramdır."

Hikâyenin devamı tam bir Adana aksiyonu. Baba, dershaneye koşuyor. "Ben size çocuğumu bana düşman edin diye mi yolladım ulan Allahsızlar" diye naralanarak çocuğunun kaydını dershaneden alıyor.

Babasının hangi ağır şartlarda eve ekmek getirdiğini, hangi şartları zorlayarak kendisini dershaneye yolladığını bilen bir çocuğu "evdeki düşman" haline getiren bir Cemaat! Şahaneymiş.

Dünyanın hangi salak ideolojisi, hangi aptal menfaatleri, hangi geri zekâlı hedefleri bir çocuğu babasına düşman etmeyi meşru kılabilir ki?

"Çok güzel şeyler olacak, çok" deyip duruyor Cemaat"in bir takım önde gelenleri. Vallahi çok güzel şeyler olmuş işte. Babayı evladına, kardeşi kardeşine düşman etmeyi başarmışsınız. Üstelik bunu şu meşhur "hoşgörü ve diyalog" diskurunuz orta yerde dururken yapmışsınız.

17 yaşındaki ergenleri "AKP"lilerin kazandığı para haram" diye kodlayarak elde etmek istediğiniz şey her neyse, bilin ki elde edeceğiniz şey batıldır. "Bir bebekten bir katil çıkaran karanlığa" doğru attığınız her adımı artık görüyor ve biliyoruz.

Ve bilin ki elinin emeğinden başkasını yemeyen bir baba, dershanenizi basıp çocuğunun kaydını alıyorsa kazansanız bile kaybetmiş olacaksınız.

Ne diyordu Flaubert: "Amaca ulaşmak için her yolu mubah gören adama Müslüman değil, engizisyon papazı denir birader!

10 yıl önce
Evdeki düşman
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle