|
İstanbul ayaklar altında

Reklam metni aynen şöyle: "Elbet bir gün yapılacaktı. İnşaat sektöründe Türkiye"nin aldığı bunca yol, elbet bir şaheserle taçlanacaktı. Dünya, yeniden İstanbul"a bakacaktı. Ve herkes ona ulaşmak isteyecekti. Biz sadece zamanı öne aldık. Şimdi, İstanbul"un projesi başlıyor."

"Herhalde" diyorum reklamı izlerken, "Türk inşaat sektörü sonunda muhteşem bir meclis binası, bir devlet konukevi, bir okul binası, bir park; velhasıl, bambaşka bir yapı inşa etmeyi başardı." Boşuna hayal! Bu büyük iddiadan çıka çıka devasa büyüklükte blokların olduğu zevksiz bir "yeni yaşam alanı" reklamı çıkıyor.

Bu, burada bir dursun.

"Yeni yaşam alanı" demek aşağı yukarı şu demek bence: "Her türlü tehditten izole edildiğiniz, son derece yüksek güvenlikli, sosyo-ekonomik durumları ve hayata bakışları sizinkiyle neredeyse aynı; yüksek blokların, yapay havuzların, çakma yürüyüş parkurlarının zevk yoksunu bir mimari ile harmanlaşmış hali!"

Geçenlerde, İstanbul"un "yeni yaşam alanlarının" mebzul miktarda bulunduğu bir ilçesini gün boyu dolaştım. Her iki kanadı "güvenlikli siteler"le dolu bu ilçemizde gezdiğim yerler arasında, ilçenin tam ortasında yer alan, "varoş" diye tabir edebileceğimiz ve yaklaşık 100.000 insanın yaşadığı bir bölge de vardı.

Doğrusu "ibretlik" bir gündü benim açımdan. "Yeni yaşam alanları"nda neredeyse tek bir çocuk, tek bir gülümseyen yüz, omuzları çökmüş olarak yürümeyen tek bir yetişkin, yüzünde gerçek bir mutluluk ifadesi olan tek bir insan görmedim. Kovboy filmlerinde sıkça rastladığımız türden "hayalet kasaba" imajı İstanbul"da ete kemiğe bürünmüş ve karşıma çıkmıştı.

Tek bir bakkal yoktu semtte. Kahvehane yoktu. Terzi yoktu. Tuhafiye yoktu. Manav yoktu. Kasap yoktu.

Her "yeni yaşam alanı"nın içinde, modern parklar vardı elbet, ama çocuk yoktu. "Dekor olsun" diye parkın yanına dizilmiş bir sürü harika bank vardı elbet, ama çekirdeği ellerinde tatlı tatlı dedikodu yapan kadınlar yoktu.

Bu "yeni yaşam alanları"na sadece 2-3 kilometre uzaklıktaki o "varoş"a girince bambaşka bir hikayeye girdiğimi anladım.

Sokaklarda "sümüklü" çocuklar çılgınlar gibi top peşinde koşturuyorlardı. 2-3 katlı evlerin önündeki küçücük bahçelerde her türden meyve ağaçları, çiçek tarhları, tavuklar, hatta koyunlar vardı.

Kadınlar pencereden pencereye dedikodu üretiyor, yaşlı amcalar kahvehanelerde pişpirik eşliğinde "memleket nasıl kurtulur" temrinleri yapıyorlardı.

Bakkal, tekel bayii, iddia dükkanı, internet kafe, manav, kasap, terzi... Bir sürü dükkan doluydu her yer.

Şunu sordum kendime. Bir anket yapılsa, acaba yeni yaşam alanlarına sıkışmış, omzu çökük insan mı daha mutlu ve huzurlu çıkar; yoksa 70 metrekare evinin 5 metrekare bahçesine bir elma ağacı ile iki sıra çiçek tarhı sığdırmayı başaran mı? Ve hayır, saftirik değilim. "Yırtmak isteyen" varoş insanının her şartta "yırtmayı başarmış" beyazdan daha mutlu olduğunu bilirim.

Gelelim bir başka yeni yaşam alanı reklamına. Şöyle diyor reklam babası: "Kızımızın mesela bazen arkadaşları geliyor, bakıyoruz hemen kataloğu getiriyor, arkadaşlarına gösteriyor, bak biz burda oturacağız, işte böyle kayak yapacağım." Ardından anne, "altın vuruş"u yapıyor: "Çocuğumuzun ilerde gerçekten çocukluğuna dair çok güzel anıları olacak."

Yeni yaşam alanlarında büyüyen çocukların gerçekten çok güzel anıları olacak mı? Mesela bir meyve ağacına "dalmak" isterken ayağını burktuğu günü hatırlamak burnunun direğini sızlatacak mı? "Aşşaa mahallenin bebeleri" ile giriştiği kavgada yediği ilk yumruk aklına düşecek mi? Fakir komşu çocuğuna "çikolatanın büyük parçasını verdiği gün"ü gururla hayal edecek mi?

Bir çocuk düşünün. "Paylaşmayı" sokaktaki arkadaşlarıyla değil, okulda bir ders olarak öğreniyor. Kendi sosyal sınıfından olmayan hiç bir arkadaşı olmuyor. Parkta bile sürekli "korunduğunun" farkında. Salıncaktan bile düşmüyor yahu. Bu çocuğun bir anısının, bir hikayesinin olması mümkün mü?

Yo, hayır. Nostalji yapmıyorum. Sadece, bizi aptal yerine koyan "yeni yaşam alanı" projeleri ile dalgamı geçiyorum. Çünkü bu aptal yapılanmalar, bir evin doğal olarak sahip olması gereken "evimizin dışına temas" duygusu yerine "izalasyon"u öneriyorlar modern bireylere. Neredeyse tüm reklamların ortak vurgusu "güvenlik." O yüzden siteden çıkıp otobüs durağına yürümek "yeni yaşam alanı insanı" için, çok tehlikeli ve önemli bir şey haline geliyor. "Sıfır temas"la yaşamaya alışan "yeni yaşam alanı insanı", giderek "gerçek bir hayat" süren bireyden "kontrollü deneyde peynirin peşinde koşan fare"ye dönüşüyor.

Tek tesellisi de, "nasıl olsa İstanbul ayaklarımın altında" cümlesi oluyor yeni yaşam alanı insanının. Muhteşem boğaz manzarası eşliğinde kendi biricik yalnızlığına gömüldükçe gömülüyor.

Ne diyordu Bob Dylan: "Senin ev zannettiğin şey aslında küçük bir hapishane hücresi bro. Ayık ol!"

10 yıl önce
İstanbul ayaklar altında
Merhamet ediniz
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?