|
Bu toprağın renkleri, kokuları…

Türkiye denilince önce başak sarısı, ardından çini mavisi geliyor. Ekinci ve akıncı olan cetlerimiz, ayak bastıkları toprağı boş bırakmadı. Kolonizatör Türk dervişleri, kurdukları zaviyelerin etrafını şenlendirdiler. Her yan baharda bir yeşil ekin denizi olup çıktı. Rüzgâr gelincik kırmızısı, papatya sarısı ve turuncu dağ lâlelerinin üzerinden geçerken en güzel türkülerini söyledi.

Üzerinden gün eksilmeyen Anadolu bozkırları, başaklar olgunlaştıkça, otlar sarardıkça sarının bütün tonlarını parlatmaya başladı.

Meşeler göverdi, salkım söğütler yeşil-ipek saçlarını durgun akan ırmaklar üzerine bıraktı. Sürülen tarlalardan fışkıran kahverengi, yeşil çayırlar ve sarı buğday tarlaları ile bütün bir yaz Van Gogh tabloları oluşturdu. Sonsuza açılan pırıl pırıl mavi gök ve üç yanımızı çevirerek enginle kucaklaşan denizler dünyamıza maviyi armağan etti. Her iki unsurun sonsuzluk çağrışımı mabetlerimizi maviye boyadı. O kadar güçlü bir mühür olmuş ki bu mavi, sonunda Türk Mavisi (Turkuvaz) olarak anılmaya başladı.

Horasan erenleri, o bölgelerden gelirken, bu mavinin cetlerini birlikte getirmişlerdi zaten. Anadolu onu bir başka işledi, Boğazın firuze rengini kattı ona, Kütahya’nın, İznik’in havasını, toprağını, suyunu kattı: Mevlâna’yı, Yunus’u, Hacı Bayram Veli’yi karıştırdı.

Böylece Sultanahmet Camii “Mavi Cami” diye şöhret buldu, türbeler, camiler mavi ağırlıklı çinilerle bezendi. Beyazın ve mavinin hakimiyeti içinde yine bize has bir kırmızının, narçiçeği ile gelincik arası bir kırmızının özellikle benekler hâlinde kullanıldığını gördük. Onun ardından lacivert geliverdi. Bu elbette yıldızlarını yere indiren bozkır gecesinin laciverdi idi. İstanbul lâlelerinin ve bayrağın kırmızısı çerçeveyi tamamladı.

Çerçeve çınarın, ıhlamur ve kestane yaprağının, Karadeniz ve Bolu ormanlarının, tere, nane ve maydanozun, cennet sembolü yeşilin kollarına bırakıldı. Bütün bu ana renkler ara renkler ile zenginleştirildi. Çividî, tahinî, kurşunî, ebrulî, limon küfü, toz pembe vb… Üstat Ahmet Rasim bu asrın başında Galata Köprüsü üzerinde gelip geçen hanımların çarşaf, ferace, yaşmak renklerini sayarken yirminin üzerinde renk kullanıyor. Bu renkler her bahar leylak kokuları, sümbül kokuları ile tarazlandı. Ardından güller açtı, Isparta’dan Artvin’e kadar. Yağmurun çiselediği akşam saatlerinde uzaktan uzağa iğde kokuları duyuldu.

Taze sağılmış süt, yeni biçilmiş çimen, dalından koparılan kayısı ve bütün bir kış sokakları dolduran portakal-limon kokuları bizi sarıp sarmaladı. Mısır Çarşısı’ndan, Çemberlitaş baharatçılarından türlü baharat kokuları yayıldı. Bütün şark dünyasının efsunlu masalları, bu kokularla birlikte, kış geceleri mangal başında patlayan mısır kokusuna, közde patates buğusuna karıştı. Bütün bu renkler, kokular, sesler ve görüntüler nerede?

#Türkiye
#Anadolu
#Turkuvaz
#İstanbul
1 yıl önce
Bu toprağın renkleri, kokuları…
Keşke “Ben demiştim” diyemeseydim
Üniversite idari personelinin özlük haklarına ilişkin sorunlar ve çözüm önerileri
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti