|
Tarihiyle barışmak

Millet olarak marûz kaldığımız son soykırım suçlaması, ister istemez hükümeti, devleti ve bir kısım aydını tarihle bir kere daha yüz yüze getirdi. Soykırım kararı alan ve bu yoldan Türkiye''yi köşeye sıkıştırmak hazzıyla dopdolu olan emperyal güçlerin zorlamasıdır, maalesef bizi tarihle yüz yüze bırakan.

Ne diyor Batılılar? Soykırım suçunu siz işlemediniz ki bundan gocunasınız. Genç Türkiye Cumhuriyeti ve çağdaş Türk toplumu, bundan bir komplekse zinhâr kapılmasın!.. Çünkü bu suç, İttihat ve Terakki yönetimlerine âittir. Osmanlı''ya ve İttihat ve Terakki''ye âit olan soykırım gerçeğinin kabulünden, öyleyse niçin bu kadar gocunuyorsunuz? Hem siz yeni bir ülke, yeni bir toplum ve yepyeni bir cumhuriyet olduğunuz halde!..

Gökten düşen elma: Türkiye

Hakikaten biz neyiz? Yeni bir toplum ve yönetim olarak gökten zembille mi indik? Yakın tarihimizle; gerek Abdülhamid, gerek İttihat ve Terakki ve gerekse Sultan Vahdettin dönemleri ile bizim hiçbir alâkamız yok mu? Dolayısıyla yirminci yüzyılın ilk çeyreğini, resmî tarih yorumlarımızda niçin bu kadar istiskal ediyor, reddediyor ve sanki bizim yaşamadığımız bir devirmiş gibi bir muamele yapıyoruz?

İşte bu tür bir yakın tarih yorumunun bizi ulaştırdığı nokta!.. Nitekim Türkiye, 30 yıldır Ermeni terörü ile yüz yüze. Artı, Kıbrıs probleminden bu yana da, Ermeni tehcir ve soykırım mugalâtaları ile sürekli köşeye sıkıştırılmak istenen bir ülke olduğumuz halde, Türkiye üniversitelerinin Ermeni meselesine ilişkin yaptığı araştırma ve yayınlar da meydanda!.. Bir üniversite, gelmiş geçmiş iktidarlar ve özellikle de devlet dediğimiz erk, kendisini bu kadar içe dönük kurgularsa, bu işlerin önü nasıl alınır? Varını yoğunu kendi toplumunu terbiyeye teksif eden bir yönetim ve devlet anlayışı ile, geleceğin ''Büyük Türkiye''sini nasıl inşa ederiz? Hem bu tür problemler ve emperyal tazyikler gelip geçici, yani arızî olmadığına göre?

Türkiye''nin imkân ve açmazı

Dolayısıyla burada iki önemli hususa işaret etmek gerekiyor:

Birincisi, Türkiye''nin konumlandığı coğrafya, âdeta "Yeryüzünün damı" mesâbesinde!.. Her tarafından rüzgâr alan; aynı zamanda da, dört bir tarafa tesir üretme imkânı sağlayan bir coğrafya burası. Bu bakımdandır ki Türkiye, dünyanın en stratejik noktalarından birinde bulunuyor. Onun için, bu coğrafyada vatan tutmuş bir milletin ve devletin; kendi içine kapanmış, ya da ilânihaye iç sorunlarıyla didişip duran bir hasta psikolojisiyle malûl bulunmaması gerekiyor. Benzerini YÖK''ün yaptığı gibi!..

Burada bize göre "temel çelişki", yönetici erkin, tarih ve toplum yorumundaki derin zafiyetlerden kaynaklanıyor. Bir defa Selçuklu''dan Osmanlı''ya nasıl bir istihâle ile geçmişsek; Osmanlı İmparatorluğu''nun tasfiyesi sürecinden cumhuriyet yönetimine de, benzer bir istihale ile geçtik.

Bu geçişi ne kadar makulleştirebilirsek, komplekslerimizden de o kadar rahat kurtuluruz.

Bu bakımdan ne Cihan Savaşı''nda yaşadığımız büyük mağlûbiyeti, ne İttihat ve Terakki iktidarlarının Ermeni politikalarını, ne de Mütareke döneminde maruz kaldığımız ağır zilleti yok sayabiliriz. Millî Mücadele bizim açımızdan ne kadar kabûle şâyânsa, daha önce yaşadığımız mağlûbiyet ve açmazlar da gene bize âittir. İşte üzerimizden atmamız gereken kompleks budur.

Tarihin bu kritik geçiş ânında takındığımız tavır, inanır mısınız, 27 Mayıs iktidarlarının Menderes dönemine revâ gördüğü muâmeleden farksız bulunmaktadır. 27 Mayısçılar''ın o günkü tavrı, o güne âit siyasî bir tutumdur. Fakat biz o siyasî tavra, ilânihâye kendimizi nasıl kilitleyebiliriz? Bu sağlıklı bir yol olur mu?

Siyaset mi, tarih ve sosyoloji mi?

Bir siyasî krizin tarafları tarihe karışınca, ilgili devir ve döneme de, siyasî değil tarihî, yani sosyolojik bakmak icap eder. Toplumsal şuur, medeniyet ve kültür olarak evrilmelerimiz, millet olarak imkân ve zaaflarımız, daha ötede gelecek öngörülerimiz hakkında, ancak o zaman sağlıklı bir sonuca ulaşabiliriz.

Böyle yapmadığımız içindir ki, İttihatçılar''ı reddedelim derken Ermeni sorununu yok saydık; Vahdettin''i aşağılayalım derken de, İngiliz Orta şark politikalarını gözden kaçırdık. Daha doğrusu, tarihin bize bir emaneti olan "evrensel bakış bilincini" hafızalarımızdan sildik. Halbuki bu bilinç okuyup yazarak değil; kendisini devam halinde idrak eden bir toplum ve yönetim anlayışı ile ancak neş vü nemâ bulabilir. İşte tarihe böyle bakarsak İttihatçılar''ın yaptığı büyük işi kavrayabiliriz. Bekleyin.

Demirel beni hep oyaladı

Süleyman Demirel''in bana karşı tavrı ve ilgisi iki cümlesi ile ifade edilebilir. Varlığımdan haberdar olduktan onüç, kamuoyuna çıkışımdan dokuz yıl sonra, Profesör Memduh Yaşa''ya sorunlarım olduğundan söz etmiştim.

Sayın Demirel''e aktarmış, "Acele etmesin!" cevabını almış.

Acele etmiyorum...

Henüz otuzdört yıl oldu beni tanıyalı. Ellinci yılda yeniden başvuracağım.

Bir kere de, partilerinin bana karşı ilgisizliğinden, sorunlarımın sadece benimle ilgili sebeplerden kaynaklanmadığından, çok geniş bir cephe ile tek başıma mücadele etmek zorunda kaldığımdan söz ettiğimde "Abdest almaktan namaz kılmağa vakit bulamadık" demişti.

Namaza elbet bir gün duracaktır umarım.

Bunları bir hak iddiası için söylemiyorum.

Zaten bundan sonra yollarımızın kesişeceğini de zannetmiyorum. Bir tavrı anlatıyorum sadece.

23 yıl önce
Tarihiyle barışmak
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı