|
Karanlıktan ürkmeli mi?

Karanlık, ürkü ve ifşa iç içe gelişiyor…

Karanlıktan hep ürkmüşüzdür. Ürkütülmüşüzdür.

Kötülemek istenen biri, bir dönem, bir nesne hep karanlık nitelemesiyle anılır. Karanlık bir dönem, karanlık bir kişi, karanlık bir ilişki gibi nitelemeler; o nitelemeye konu olan hususlar üzerinde zihnimizde olumsuz çağrışımlar uyandırır. Ortaçağ karanlığı dendiğinde, zihnimize bağnazlığın, engizisyonun, şiddetin, kör inancın çağrışımları doluşur…

Niçin böyle olduğu belli…

Karanlıkta yolumuzu bulamayız.

İşimizi yürütürken ışığın birdenbire kesilip karanlığa boğulduğumuzda, önceden ona karşı bir önlem geliştirmemişsek ne yapacağımızı kestiremeyiz. Yalnızca çevremiz değil, içimiz de birden kararır, yarım kalan işimizi neresinden tutacağımızı, bir daha neresinden başlayacağımızı bilemez hâle geliriz.

O nedenle karanlığı hep düşman olarak belledik…

Ancak karanlığın bir de öteki yüzü var.

Zifiri karanlık diye Türkçede bir nitelememiz bulunuyor. Mutlak karanlık… Etrafta hiçbir şeyin görünmediği bir karanlık ortam hâli…

Böyle bir karanlıktan söz açıyorum…

İnsanın salt kendi beni ile baş başa kaldığı an…

İşte o an, bilincin ve bilinçaltının kendiyle baş başa kaldığı andır… İnsanın kendini olduğu gibi gördüğü an…

Zaafıyla, kudretiyle kendi beninin idrakine ulaştığı an… Kendiyle yüzleşmesi, hesaplaşması, ben kimim sorusunun ortaya çıkması o anın işidir…

Düşünülmeli ki insan o mutlak karanlık anında kendi bedeninin bile var olup olmadığı hususunda kuşkuya düşebilir. O mutlak karanlığın içinde var olan salt bilinçtir: insan dediğimiz varlığın kendi olan bilinç…

O mutlak karanlığı bir bakıma insanın son menzili olan kabir olarak tahayyül etmek de imkân dâhilinde… Şu farkla ki, kabir karanlığı insanın kendiyle hesaplaşmasının, yüzleşmenin yeri değildir; orası hesap vermenin yeridir… İşte kişi, hayattayken hesap vereceği yere varmadan, kendiyle hesaplaşma fırsatını sağlayan karanlığı yakalamayı bilmeli…

O karanlığı yakalamak için, içinde yaşadığımız ortamda ışıkların birdenbire sönmesini beklemek gerekmiyor. Gözlerimizi kapayarak da kendimizle hesaplaşmanın yolunu açabilir ve bulabiliriz…

Dört yaşındaki minik kız, ilk kez, ninesinin evinde gece yatısına kalmıştı. Yatağa yatırılınca: “Karanlıktan korkuyorum, eve dönmek istiyorum.” diye ağlamaya başladı. Ninesi: “Ama sen evde de karanlıkta yatıyorsun, öyle değil mi?” deyince, çocuk: “Öyle ama oradaki benim karanlığım.” cevabını verdi.

Burada fısıldanan şu: karanlıktan ürkme yerine, o karanlığı kendi karanlığımıza dönüştürmenin, o karanlığı kendi benimizle yüzleşmenin, hesaplaşmanın fırsatı hâline getirmenin yolunu açmaya bakmak…

#Karanlık
#Kabir
#Hesap
4 yıl önce
Karanlıktan ürkmeli mi?
‘Nerden baksan tutarsızlık…’
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?