|
Seküler yapıdan, demokrasiye doğru!

Türkiye''de ellili yıllar, bir arayış ve demokratikleşmenin izlerini sürerken, ilk akla gelen, İslâmın yorumlanışı ve dinî eğitim ve öğretimin zorunlu bir hale getirilmesidir.

Yalnız, akademisyenler ile aydınlar; çözüm için sağlıklı bir yapı doğrultusunda iç-açıcı bir çözüm üretmekten acizdiler.

Bu doğrultuda, Türk demokrasisini yorumlayan Kemal Karpat''ın değerlendirmeleri şöyle bir yapı ortaya koyuyordu:

"Türkiye''de İslamiyetin geleceği pek belirli değildir. İslam dinini çağdaş görüşlerin ışığında yeniden yorumlamak için yapılan ümit verici bazı ferdî teşebbüslere rağmen, İslamiyet halâ çağdaş fikrî gelişmenin çok gerisindedir. İslam dini, dünyevî menfaatlerin üstüne yükselip saf bir din hüviyetini kazanamamıştır. Tam tersine, bütün insan faaliyetlerini kapsayan evrensel doğma karakterini devam ettirmekte ve böylece her türlü maksatlar için bir vasıta olarak kullanılmaktadır."

"Pek çok aydın, İslamiyetin günlük sosyal değerine inandıkları halde, bu dini kendi tahsil ve ihtiyaçları seviyesinde bulmadıkları için özel hayatlarında ona tamamiyle kayıtsızdırlar. Fakat hemen hiç biri, İslam dinini ıslaha teşebbüs etmek istememektedirler. Bunu başarmak için gereken imkan ve istidâda sahip değillerdir. (Prof. Bernard Lewis, Türklerin teorik felsefî dehaları olmadığından bir Lüther veya bir Calvin yetiştiremiyeceklerini, fakat Angligan kilisesi tipinde bir İslâmiyet meydana getirebilecekleri kanaatindedir./ Türkey: Westernization, s. 327) Onlar İslam dinini kendi batılı, milliyetçi, materyalist kültürlerinin ışığında kurmak istedikleri monogam aileye dayanan, moral ve fizik çabaya değer veren, kendine has millî karakterleri olan ideal, modern Türk toplumu ile bağdaşmaz saymaktadırlar. İslamiyeti, Osmanlı imparatorluğunun belirli millî vasıflar kazanmasına engel olmakla ve dini ideallerin korunması için Türklerin beşerî ve millî kaynakları bol keseden harcayıp tüketmiş olmakla itham etmektedirler."

"Bu aydınlara göre, Türkiye''de İslamiyet, sadece millî bir Türk devleti kurulmasına engel olduğu ölçüde reddedilmektedir. Millî bir Türk devleti ve kültürü tam manası ile gerçekleşinceye kadar Türkiye ortodoks İslamiyete dönerse er geç müslümanlık denizinde boğulacaktır. Bunun böyle olmasına müsaade edilmemelidir. Türkiye''de İslamiyet ile Milliyetçilik arasındaki tek uzlaşma imkanı, İslam dininin ıslâh edilmesine ve Türklere uygun bir vasıf kazanmasına bağlıdır. Bu düşüncenin gerçekleşmesi ise şimdi Türkiye''de laiklere karşı olan toplumsal ve siyasî kuvvetler karşısında çok güç görünmektedir." (1)

Dinin istismarı, korku ve iddiası ile, yıllar sonra dinî eğitim öğretimin "zorunluluk" kazanması, ancak "sokaktaki dinsiz politikacıları"nın ortaya koyduğu korkudan sıyrılmakla mümkün olabilirdi.

Yalnız, esas korku "şeriatçılık hortlaması" idi:

"... Mekteblerde mecburî din dersi konmamasına sebeb, Türkiye''de yeniden mezhep kavgalarına, millî birliğe ve bütünlüğe zarar verecek bir fırsat verilmek istenmeyişidir. Din davasının bu tabiî ve her aklın yattığı çerçeve içinde halledilmiş olmaması, bir kusurdur. Bunu itiraf etmeliyiz. Yüzbinlerce, milyonlarca kişinin arkasında namaz kıldığı veya minberden va''zını dinlediği imam ve hatiblerin kendiliğinden yetişmelerine imkan yoktu. Fakat inkılâp henüz taze olduğundan imam ve hatip mektebleri açılırsa bunun arkasından hemen Arap yazısı ve medrese meselesinin çıkmasından, din işine dokunulursa gene hemen şeriatçılık tahriklerinin uyanmasından korkulmakta idi."

....................

"Din ve mukaddesat ile oynamak, dinsiz, imansız ve insafsız sokak politikacılarına kolay gelmektedir. Bugün kimin işine yararsa, o, yakın ve uzak tehlikelerini düşünmeksizin, bu silâhı kullanmaktadır. Bunlar ne bu memlekete, ne de bu millete acımaktadırlar. Bunlar yalnız kendi sefil ve gündelik çakırlarını düşünmektedirler." (2)

Bu "düşünce" doğrultusunda, altmışlı yıllardan sonra, Türkiye''de dinî eğitim ve öğretimin kavuştuğu aşama, bir "zorunluluk" olarak, gelişti. Amma, Türkiye birden bire "iki binli yılları" devirirken, tekrar başa dönme gibi bir "klâsik laisizm"e doğru geriletilmiştir.

Böylece din, dince kutsal sayılan bütün değerler "palitik malzeme" olmuş diye, toplum katmanından sökülüp atılmak istenerek, değil orta öğretim kurumlarına, yüksek tahsil yuvalarında, bütün dinî ve manevî kültür değerlere kadar, dinî inançlara, demokratisiye ters gelen uygulamalarla, baskılar uygulanmıştır.

Böylece din istismarcısı ile din yobazı "devrimcilik" adına karşı karşıya gelmiştir.

1) Prof. Dr. Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul/1967, sh: 248-249

2) Falih Rıfkı Atay, Pazar Konuşmaları: 1941-1950, İstanbul/1965, sh: 306-307

23 yıl önce
Seküler yapıdan, demokrasiye doğru!
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler